1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Lefkoşa’da sel baskınları ve Kanlıdere
Lefkoşa’da sel baskınları ve Kanlıdere

Lefkoşa’da sel baskınları ve Kanlıdere

Lefkoşa’da sel baskınları ve Kanlıdere

A+A-

 

Tuncer Bağışkan

Geçtiğimiz yıllarda yayınlanmış olmasına karşın güncelliğini çok uzun yıllar koruyacağa benzeyen Lefkoşa’daki sel baskınları ile sel baskınlarına neden olan Kanlıdere’nin tarihi geçmişi bugünkü yazımızın konusunu oluşturmaktadır.
Trodos Dağları ile eteklerinde yaz kış akan dereler olmasına karşın, Kıbrıs genelindeki derelerin sadece kış aylarında aktığı, yazın ise kuruduğu bilinmektedir. Yaklaşık 128 km (80 mil) uzunluğundaki Kanlıdere de bunlardan biri olup, sadece kış mevsiminde akmaktadır. Su kaynağı, Lefkoşa’nın 48 km (30 mil) güneybatısındaki Maşera Dağları’nın kuzey eteklerinde ve deniz seviyesinden 4559 ayak (1389 metre) yükseklikteki bir tepede bulunmaktadır.  Kış mevsiminde derenin yatağına akan sel suları Lefkoşa’ya ulaştıktan sonra doğudaki Mağusa kazasına doğru yönelmektedir. Doğuya yönelen dere yatağı, sağanak yağışlarla Girne Sıra Dağları’ndaki vadilerden akan selli sularla da beslendikten sonra antik Salamis kentinin güneyinden denize dökülmektedir.
1941-1970 yılları arasında Lefkoşa’da yıllık 300-350 mm yağış miktarı kaydedildiği literatüre girmiştir. Ekim-Kasım’da 30 mm, Aralık’ta 81 mm, Ocak’ta 68 mm, Şubat’ta 40 mm, Mart’ta 38 mm ve Nisan’da ise 19 mm yağış miktarı verilmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti Su işleri Dairesi’nin yaptığı hesaplamalarda derenin Lefkoşa’da yıllık 1.414.235 metre küp (50 milyon ayak kare) su taşıdığı belirlenmiştir.
Venedik döneminin başladığı 1489 yılına kadar Kanlıdere, Lüzinyan surlarıyla çevrili olan Lefkoşa kentinin ortasından geçmekte, bu nedenle de selli suların yatağından taşması sonucu insan yaşamı ile mal varlığına büyük zararlar vermekteydi. Hatta yoğun yağışlarda Lefkoşa sur duvarlarının önündeki hendekler Lefkoşa surlar içine akan yağmur sularının kaçış yerleri olarak kullanılmış olmasına karşın, yine de Lefkoşalılar her zaman sel baskınlarından korkarlardı.
Venedik dönemine rastlayan 1567 yılında kentin etrafına daha küçük çapta şimdiki sur duvarları inşa edilirken, kentin savunmasını güçlendirmek amacıyla Kanlıdere’nin yatağı kentin dışına alınmıştır. Dominik Keşişi Steffano Lusignan’ın 1573 yılında yayımladığı Chorograffia adlı yapıtında, derenin Venedik dönemindeki durumuna ilişkin olarak şu bilgileri vermiştir: “Dere önceleri Lefkoşa’nın ortasından geçmekteydi. Bir kol olarak Lefkoşa şehrine girmekte, üç kol halinde ise kentin dışına çıkmaktaydı. Ancak 1567 yılında kentin yeniden tahkim edilmesi sırasında dere yatağı kentin dışına alınmıştır.”
Yine de dere yatağı kentin dışına alındıktan sonra bile korkunç selli yağışların, Gölek Mahallesi gibi alçak alanlar ile kentin çevresini çamur deryasına çevirdiği bilgilerine rastlanmaktadır. Dere’nin Lefkoşa dışından geçmesi sağlandıktan sonra Anamomillos ile Baf Kapısı arasındaki dere yatağı doldurulmuş olup üzerine daha sonraki yıllarda evler yapılmıştır. Güney Lefkoşa’daki eski genel hastanenin önünden başlayıp  Kuzey Lefkoşa’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin yanına kadar uzanan dere yatağı ise sonradan yapılmıştır.
Asırlar boyunca Lefkoşa kentinin ortasından geçen eski dere yatağı ise atık sular ile yağmur sularının kentin dışına taşınmasında kullanılmıştır. Nitekim 1882 yılında kanalın üzeri kapatılarak yağmur sularının kentin dışına akıtılması işlevinin devam etmesi sağlanmıştır. Bu kanal Rumlar tarafından “Kotsirgas” adıyla bilinirken, Türkler tarafından da “Çirkefli Dere” adıyla bilinmekteydi. Şimdi bile bu kanalın Lefkoşa’nın yağmur sularını Haspolat’taki (Mia Milia) Kanlıdere’nin yatağına taşıdığı ve bu nedenle de Lefkoşa’nın güneyinin su baskınlarına maruz kalmadığı bilgileri edinilmektedir.
İngiliz Sömürge İdaresi döneminde Kanlıdere’nin bir yakasından diğer yakasına geçmek için derenin yatağına yapılmış olan üç yol vardı. Kış mevsiminde Kanlıdere’nin akmaya başlamasıyla birlikte bu yollar sular altında kaldığından “Irish Bridge” (İrlanda Köprüsü) adıyla bilinirlerdi. Bunlardan biri Mehmet Akif Caddesi’ndeki Orman Fidanlığının hemen gerisinde, ikincisi güney Lefkoşa hudutları dahilindeki  Leoforos Vyronos Caddesi’nin yanında ve üçüncüsü ise güney Lefkoşa’daki Strovolo hudutları dahilinde olan Kibriaku Erifru Stavru Caddesi’nde bulunmaktadır. İlerleyen yıllarda Kanlıdere’nin üzerine köprüler de yapılmıştır.  En eski olan “Kanlıdere köprüsü” eski genel hastanenin yanında olup Mart 1926 tarihinde yapılmış, 1954 yılında ise genişletilmişti.  Büyük olan diğer köprüden biri George Grivas Dhigenis caddesinde, diğeri Hilton Oteli yanında ve diğer bir tanesi de Ortaköy’dedir.
1974 yılından önceki dönemlerde Lefkoşa’nın büyük oranda sel felaketine maruz kalmadığı bilgileri edinilmektedir. Çünkü eskiden Lefkoşa’nın altında yaklaşık bir metre genişliğinde ve yine bir insan boyunu aşan tüneller vardı.  Ortaçağ veya Osmanlı dönemlerinde yapıldığı sanılan bu tüneller  Lefkoşa’nın yağmur sularını kentin surlarının önündeki hendeğe taşırlardı. Şimdi bile bu tünellerden birinin çıkışına Yusuf Kaptan Sahasının güneydoğusundaki Musalla hendeğinde rastlanmaktadır. Bu nedenle stadyumun bulunduğu Musalla hendeği bir göl haline gelirken, Lefkoşa Surlar içinde bulunan evler ile sokaklar ise su baskınına uğramazlardı. Ancak Lefkoşa’nın sözü edilen eski kanalizasyon tünelleri Lefkoşa’nın yeni kanalizasyon sisteminin yapıldığı 1980’li yıllarda tahrip edildiklerinden işlevlerini yitirmişlerdir.

KANLIDERE ADININ KAYNAĞI


Lefkoşa’nın her döneminde değişik şekillerde varlığını sürdüren Kanlıdere, İngiliz sömürge döneminde Pedieos, Kıbrıslı Rumlar tarafından Pithkias veya Pedhiada ve Kıbrıslı Türkler tarafından ise Kanlıdere adlarıyla bilinmektedir. Üç ayrı ismin birbiriyle ilintisini şimdilik bilmiyor olmama karşın, Türkçesinin kanla ilgili olduğu aşikârdır. Bilindiği gibi İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard’ın Üçüncü Haçlı Seferleri’ne katıldığı 1191 yılında Kıbrıs’ı almış ve kısa bir süre sonra da adayı Templer Şövalyeleri’nin Başefendisi Robert de Sable’ye 100 bin Bezant (Altın Bizans Sikkesi) karşılığında satmıştı. Adaya gelen Templer Şövalyeleri Nicosia adıyla bilinen Lefkoşa’ya askeri bir garnizon kurup yerleşirler ve Richard’a ödedikleri parayı Kıbrıslılardan çıkarabilmek için de gıda maddelerine vergi yüklerler. Bundan hoşnut olmayan Kıbrıslıların ayaklanması üzerine şövalyeler Baf Kapısı yanındaki “Templar Kalesi”ne sığınırlar. Şimdiki Casteliotissa Kilisesi’nin bulunduğu yerde olduğu tahmin edilen bu kale, 4 Nisan 1192 tarihinde Kıbrıslılar tarafından kuşatılır. O sırada şövalyelerin sayıları 100 civarında, at sayıları ise 14 idi. Şövalyeler düştükleri bu kötü durumdan kurtulabilmek için Easter Pazarı’na rastlayan 5 Nisan 1192 tarihinde savaşarak kalenin dışına toplu halde çıkarlar ve birçok kişiyi kılıçtan geçirirler, çokları ise hayatlarını kurtarabilmek için Lefkoşa’dan kaçarlar. Katledilen Kıbrıslıların kanlarının sokaklarda dere gibi aktığı, akan kanların Lefkoşa’nın tam ortasından geçen dereye ulaştığı, bu nedenle ayaklanmada hayatlarını kaybedenlerin anısına oraya taş bir anıt dikildiği ve bu trajik olayın da çok uzun yıllar anımsandığı tarihçiler tarafından kayda geçirilmiştir.
Kıbrıslıların katledilmeleriyle ilgili benzeri bir rivayet, Osmanlıların adayı aldıkları sırada da ortaya çıkmıştır. Rivayete göre Osmanlıların Lefkoşa’yı fethi sırasında, şimdiki adı Kanlı Mescit Mahallesi olan yerde Venedikli askerlerle göğüs göğüse büyük bir savaş olmuş. Savaş sırasında akan kanlar bir yaşındaki danayı sürükleyebilecek miktardaymış. Bu nedenle Lefkoşa’nın ele geçirilmesinden sonra olayın geçtiği yere Kanlı Mescit Mahallesi adı verilirken, oraya aynı adı taşıyan bir de mescit yapılmış.

LEFKOŞA’DA SEL BASKINLARI


Lefkoşa’nın geçmişinde tespit edilen en trajik ve olağandışı sayılan sel baskını Lüzinyan Devri’ne rastlayan 10 Kasım 1330 tarihinin gecesi vuku bulmuş ve bu baskında 3 bin kişi hayatını yitirmişti. O sıralarda Kanlıdere Lefkoşa’nın ortasından geçmekteydi. Dere yatağına akan sel oranı üst seviyeye ulaştığında, önüne çıkan her şeyi yıkıp süpürme gücüne erişmiş oluyordu. O gün yükselen suların, şimdilerde Büyük Hamam’ın olduğu yerde bulunan St. George Latin (Poulains) Kilisesi’nin yarısını sular altında bıraktığı ve suların yaklaşık 6 metre yükseldiği yere bir çivi çakıldığı ünlü tarihçilerden Leontios Makhairas ile Florio Bustron tarafından kaydedilmiştir. O sıralarda dere yatağının yanında bir “Saray”, bir de “Büyük Çarşı Meydanı” bulunmaktaydı.
Kanlıdere Lefkoşa’nın iki mil güneybatısındaki yel değirmeni anlamına gelen Anamomillos’tan geçtikten sonra Baf Kapısı’ndan kente girmekteydi. Önce Baf Sokağı’ndan geçen dere yatağı, Ermu (Hermes) ile Liperti sokaklarının arasındaki Hephaestos Sokağı’ndan geçtikten sonra (ki bu bölge şimdiki Arasta Sokağı’nın güney paralelindeki sokaktır) Mağusa Kapısı ile Pallouriotissa Mahallesi’nin yanından üç kol halinde Lefkoşa’nın dışına çıkmaktaydı. Dere yatağının üzerinde ise antik yazarlardan Amadi, Machaeras, Bustron ve Strambaldi’nin kitaplarında söz ettikleri Seneschal (Lodron), Kutsal Apostles ve Pillory (Çarşı) adlarını taşınan üç köprü vardı. Şimdiki Belediye Pazarı’nın güneybatısında olan ve kentin ana köprüsü sayılan Kutsal Apostoles Köprüsü’nün bulunduğu alanın şimdi bile “Köprü Başı” adıyla anıldığı bilinmektedir.
1394 yılında Lefkoşa’yı ziyaret eden İtalyan gezgin Nicolai de Marthono (Martoni), Lüzinyan döneminde Lefkoşa’nın ortasından geçen dereden şu şekilde söz etmiştir: “Yağmur yağmadığı zamanlarda insanlar taşların üzerine basarak dereyi geçerler. Yağmurlu havalarda aşağıya doğru çok miktarda su akmakta, bu nedenle derenin üzerinde birkaç köprü bulunmaktadır. Yağmurlu havalarda kullanılan bu köprülerin bazıları tahtadan, bazıları ise taştandır.”
Yine Lüzinyan dönemine rastlayan 1483 yılında Lefkoşa’yı ziyaret eden Dominik keşişi Felix Faber de dereden şu şekilde söz etmiştir: “Lefkoşa’nın ortasından çok geniş bir dere geçmektedir. Bazı mevsimler yavaş akmaktadır. Ben orada iken içinde bir damla su bile yoktu.”
Lefkoşa’daki bir sel felaketi ise Hepworth Dixon’un 1879 yılında yayımladığı “British Cyprus” adlı kitabında yaklaşık olarak şu şekilde anlatılmıştır: “Kısa bir süre önce sağanak yağışların etkisiyle dere yatağındaki su seviyesi aniden yükselmiş ve önündeki ağaçlar ile ahşap kulübeleri yıkmıştır. Su daha sonra şehir duvarına dayandı. Girne Kapısı dışındaki hendek, suları batıya yöneltti. Buradaki hendek geniş, rampa ise sağlamdı. Baf Kapısı’ndaki yol sular altında kaldı ve orada bir göl oluştu. Kapıya doğru şiddetli akan su nedeniyle kapının keresteleri çatladı ve kırıldı. Bir zamanlar sular şiddetli bir şekilde Tripioti (şimdiki Ermu.TB)  Sokağı’ndan akar ve Mağusa Kapısı kıvrımında kentin dışına çıkardı. Derenin suları yükselince Rumlar oyun ve danslarını unuttular, Türkler ise uykudan uyanıp dua etmeye başladılar. Cami, kilise, kahvehane ve çarşıda olan insanlar küfrederek evlerine gittiler. Suda sürüklenen develer ve katırlar öldüler, onları kurtarmak isteyen insanlar da hayatlarını yitirirdiler. Bir kuleye veya bir minareye ulaşanlar, kilise veya camilerde mahzur kaldılar. Evlerinde kalanlar ise evlerinin toprak damlarına çıkmışlar, her an damın çöküp evlerinin seller tarafından silip süpürüleceğini düşünüyorlardı. Çanlar çalıyor, müezzinler insanları dua etmeye çağırıyor. Kentlilerin başları ellerinin arasındaydı. Önlerinde ve arkalarında sel felaketinde ölen insanlar vardı. Daha sonra su seviyesi aniden alçalıyor. Girne Kapısı açılıyor ve sular süpürülüyor. 100 kişi hayatını kaybetti. Creon ise 500 kişinin hayatını kaybettiğini söylüyor.”
18 Şubat 1919 tarihinde Kanlıdere şiddetli bir şekilde akarken eski hastane yanındaki Kanlıdere Köprüsü’nün bir kemeri tıkanmış, bu nedenle de sular Baf Kapısı’na kadar dayanmıştı. Taşkın sırasında o sıralarda Devlet Basımevi olarak kullanılan binanın yanında depolanan yakacak odunlar Lefkoşa’nın sokaklarında biriken sularda yüzmekteydi. Bu taşkın mala hayli zarar vermiş olmasına karşın can kaybına neden olmamıştı. Baf Kapısı’nın ayni felakete yeniden maruz kalmaması için oraya bir tümsek yapıldığı da kaydedilmektedir.
On ay süreyle yatağından bir damla su bile akmayan Kanlıdere’deki su seviyesinin 28.Ocak.1949 tarihinde yükseldiği, ancak taşma tehlikesi bulunmadığı kısa bir haberden öğrenilmektedir.
XX’nci yüzyıl boyunca Mağusa Kapısı Mahallesi’nde oturan gençler, Mağusa Kapısı’nın dışındaki hendekte define ararlardı. Gençlerin, sel baskınları sırasında oraya sürüklenen ve içlerinde altın ve gümüş madeni paralar bulunan tüccarlara ait ahşap para kasaları buldukları anlatılmaktadır. Musalla mahallesinin çocukları ise ilk yağmurlarla birlikte, Lefkoşa’nın yağmur sularını Yusuf Kaptan stadyumunun yan tarafındaki hendeğe boşaltan kanalizasyonun ağzına giderek beklemeye başlarlardı. Yaz boyunca mahallelerin sokaklarındaki logarlara düşüp de üzerlerindeki ızgara demirler nedeniyle alınamayan toplar, ilk yağmurlarla birlikte yuvarlanarak Yusuf Kaptan sahasına açılan  kanalizasyondan dışarıya çıkarlardı. Yağmurlu günlerde orasının Musalla çocuklarının toplanma yeri olduğu şimdi bile anımsanmaktadır.

Bu haber toplam 6043 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 98. Sayısı

Adres Kıbrıs 98. Sayısı