Lefkoşa’daki çokkültürlü yaşamdan hatıralar… 3
Şefika Durduran, henüz beş yaşındayken Rumca öğrenmeye başlamıştı çünkü babası çok iyi Rumca konuşuyordu, Lefkoşa’nın Kıbrıslırumlar’ın yoğunlukta olduğu bir mahallesinde yaşıyorlardı ve karma okullara gidiyordu.
1958 yılında yurtdışında öğrenime gittiği zaman, maddi sorunlar nedeniyle bir süre üniversiteden ayrılarak çalışmıştı. Çalıştığı ofiste bir İstanbul Rumu vardı ve İstanbul’da yaşadığı bölgede de İstanbul Rumları’yla karşılaşıyordu…
1967 yılında Londra’da öğrenime gittiği zaman üniversitede Kıbrıslırumlar da bulunuyordu. Köfünye olaylarını ve o günlerde Londra’da dolaşan söylentileri hatırlıyor. Üniversitesi Fleet Street yakınında, medyanın Londra’daki merkezinde imiş… 1967’de okuldaki tüm Kıbrıslılar büyük endişe içindeymişler – Türkiye’nin askeri gücüyle müdahale edeceği söylentileri dolaşıyormuş, öğrencilerin aileleri Kıbrıs’ta olduğu için tümü de kaygılıymış…
Okulda Kıbrıslırum öğrencilerle çok iyi ilişkileri varmış. 1958 göçmeni olduğu için üzülüyor. Ancak Kıbrıslırumlar da 1974’te aynı yoldan geçip göçmen olduklarında, onların duygularını paylaştığını, onları çok iyi anladığını çünkü kendisinin de evini terk etmek zorunda kaldığını anlatıyor 1958’de…
İlk Kıbrıslıtürk kadın avukat olarak mezun olup 1970 yılının sonunda Kıbrıs’a dönmüş. İngilizce, Türkçe ve de Rumca da bildiği için Kıbrıs mahkemelerinde davaları takip ediyormuş. Birkaç Kıbrıslıtürk kadın avukat da bunu denemiş fakat Türkiye’de öğrenim gördükleri için Şefika Durduran kadar avantajlı değillermiş… Çalışma yaşamında çok iyi ilişkiler kurmuş. 1970-74 yıllarında haftanın altı günü tüm ada çapında mahkemelere gidiyormuş. Hiçbir zaman herhangi bir ayırımcılıkla karşılaşmamış. Hatta 1974 sonrasında dahi uzmanlığına ihtiyaç duyulduğu zaman Kıbrıs’ın güneyindeki mahkemelere Kıbrıslıtürk müvekillerini savunmaya gidiyormuş.
O günlerde Şefika Durduran’ın annesi Müjgan Hasan Hilmi’yle de “Kıbrıslılar’ın Sözlü Tarihi” çerçevesinde röportaj yapmıştım… Şimdi artık hayatta değil Müjgan Hanım, nurlar içinde yatsın…
Müjgan Hasan Hilmi bana 1958’den hatıralarını anlatmıştı, Lefkoşa’nın bölünüşünü ve bölünme ardından nasıl yaşadıklarını… Evini ve mallarını kaybetmişti ve bir kadın olarak hayatta kalmak için mücadele etmesi gerekmişti…
Müjgan Hasan Hilmi 1920 yılında Lefkoşa’da dünyaya gelmişti. Eşi eczacıydı, bir eczanesi vardı ve Şubat 1958’de vefat etmişti. O dönemin Kıbrıslıtürk toplumu lideri Dr. Fazıl Küçük, Müjgan Hanım’ın eczaneyi kapatmamasını istiyormuş. Böylece Müjgan Hanım da eczaneyi çalıştırmaya devam etmiş. Bir eczacı olmadığı için eşinin ahbapları onlara emekli bir Kıbrıslırum eczacı göndermişler, eczanede yardımcı olsun diye. Bu Kıbrıslırum’un adı Apostol imiş. Dr. Küçük de bu durumu onaylamış ve Apostol, Müjgan Hanım’ın rahmetli eşinin eczanesinde istihdam edilmiş.
1958’de Lefkoşa’daki evini terk etmek zorunda kalmış – Kıbrıslırum komşularından birisi ona Ayluka mahallesinde bir Kıbrıslıtürk kızın öldürüldüğünü, ortalığın kaynadığını, kızı Şefika’yı da okuldan alıp derhal kaçmasını söylemiş, çünkü hayatları tehlikedeymiş. Böylece evlerini terk etmişler ve 1958 yılında göçmen olmuşlar.
Sonra Müjgan Hanım Türk tarafında “tehdit” edilmeye başlanmış – ona söyledikleri “Ya emekli Kıbrıslırum eczacıyı yollat ya da seni öldüreceğiz!” olmuş…
Dr. Küçük’e gitmiş çünkü bu Kıbrıslırum’u istihdam etmek için Kıbrıslıtürk liderliğinden izin almış durumdaymış. Dr. Küçük ona “Herşey kontrolden çıktı… Artık bizim kontrolümüzde değil” demiş.
O günlerde avukat olan Rauf Denktaş’ı da görmeye gitmiş fakat Denktaş onu uzun saatler bekletmiş…
“Teşkilat”ın bu ölüm tehditleri nedeniyle eczanesini kapatmak zorunda kalınca, geçim kaynağı da yok olmuş. Kıbrıs’ı terk ederek kızının ve oğlunun öğrenimi için İstanbul’a gitmiş… Evlatlarını çok zor koşullarda yetiştirmiş…
Gerçekten neler kaybetmiş olduğumuzu oturup düşünmeliyiz ciddi ciddi… Tüm zenginliği ve tüm işbirliğiyle çokkültürlü bir yaşamı kaybettik… Ayrı ayrı yaşıyoruz, barikatlar geçişlere açık olsa da, iki tarafın liderliği gerçek bir işbirliği ve de bir barış kültürü kurmak için toplumlarımızı kesinlikle teşvik etmiyor. Geçmişte insanlarımızın nasıl yaşamış olduğunu, bu çokkültürlü yaşamın adım adım nasıl yok edilmiş olduğunu düşünmeliyiz ancak aynı zamanda geleceği de düşünmeliyiz: Çocuklarımız için ne tür bir Kıbrıs yarattık? Bu dünyadan ayrılırken onlara bırakacağımız miras bu mudur? Yoksa bu konuda artık bir şeyler yapmanın zamanı gelmedi mi hala?
(*) http://www.ikme.eu/cybihi/CYBIHImain/CYBIHITR/index.htm