Lethe Irmağı ve “Aşk Nedir?”
Lethe ırmağının kıyısına oturdum.
Birazdan olan biten her şeyi unutacağım. Şöyle uzanıp bir iki yudum alacağım. Lirik bir şiir okurum belki öncesinde, şair şiirinin yanında beni kırmaz bir de lir çalar, ben bir cigara yakarım, bitmiş olanların hepsini öyle unuturum.
Kanlı Dere’nin içinden kanlar aktığı vakit değil, çok eskiden beri unutmaya akan bir ırmaktır Lethe. Unutuş ırmağıdır.
Rivayete göre.
Var ile yok arasında, artık nereye inanırsan, büyük tanrı Hades’in ölülere hükmeden gücüne, eskilerde, eşi Persephone insafsızlığıyla yoldaşlık etmiş. Adanan kurbanlardan kurban beğenmemişler.
Kardeşi Demeter öyle değil yalnız. Zaten bir Türk atasözünün dediği gibi, bir elin beş parmağı da bir olmaz, değil mi, neyse. Anne sevgisinin, mevsimlerin tanrıçasıdır yüce Demeter. Bizim adamıza ilk tohumları ekendir aynı zamanda, üfleyerek ve dokunarak her yerimize. Mesarya’da ekinler varsa onun emeği vardır bu işte. Ve bugün anne sevgisi varsa eğer onu toprağa işleyendir, ki o topraktan çıkan nice yavruların anneleri de vermişlerdir sevgilerini bir sonraki nesle. Toprak Ana dedikleri budur belki de.
Nerden geldi bu mitolojik kahramanlar diyeceksiniz.
Yakıcı sıkacakta yolda giderken ben Cerberus’u düşündüm. Hades, yer altı tanrısı, ölülerin bulunduğu yer altı kapısına bekçilik etmek için bu köpeği koymuş. Kaç başlı olduğu tartışmalı, cehennemin kapı bekçisi işte, Dante’nin kalemine de düşmüş bu köpek.
Bizim ülkenin de altından akarsa hâlen, sonuçta tanrılar ölümsüzdür değil mi?, Lethe bir yerlerde olacak, ama Cerberus artık beklemiyor geleni ve gelecek olanları. Bu köpeği bir tek Herakles öldürebilmiştir. O günden bugüne de cehennemin bekçisi yoktur anlayacağınız. Soru şu, şimdi kapı açık kaldıysa sebebi olabilir mi bu kadar kötülüğün dünyaya düşmesinin?
Haberlerde nefret var. Ve etrafta bu kadar nefret varken insan başka ne düşünebilir cehennem sıcağında? Bir sebebi olmalı. Mesela bu çaresizliğin: İstanbul’da yolda yürürken bir lögar kapağını açarak içine atlayan, canına kıyan bir Suriyeli vardı birkaç yıl önce. Siyasi düşünceleri için işkence görüp Filistin askısında can verenler, etnik ayrımcılık, farklı siyasi görüş, cinsel yönelim ya da diğerleri için yapılan cinayetler. Savaşları saymıyorum bile. İnsanı insandan ayıran ne kadar şey üretmişiz böyle. Kan ve iskeletten ibaret bir maddi varlığa -belki de yokluğa- ne kadar anlam yüklemişiz.
Elam’ın kara bayrakları gibi, nice kötücül bayraklar vardır. Öteki gördüğünü öldürmek hakkını kendinde görenlerin coğrafyasında, ateşler arasında yanan şairler ve onların şiirleri gibi, evlerinin önünde katledilen, toplu katliamlarda çukurlara itilen insanlar vardır.
Vardır.
Kötülükler içindeyiz.
***
Onların Lethe’si varsa, bizim de yer yüzünde Kanlı Dere’miz var.
Şarıl şurul Kanlı Dere akmış mıdır? Yanında bir çift göz bakışıp, demiş midir, seni seviyorum diye, annelerden doğma dört el buluşmuş mudur? Lethe gibi değil Kanlı Dere. Unutuşların değil hatırlayışların suyudur. Bulanık, kuru...
Lüzinyan köprülerinin altından nice sular akmıştır da bu dere hep yarım kalmıştır. Buradan başlayıp orada biten, orasını burasını karıştırmadan tek ülkede tellerle bölünen...
Bizim Kanlı Dere’nin altından Lethe hâlen akıyorsa, birilerinin ölü gölgeleri oralarda bir şeyleri unutmuş olmalı. Kesin unuttular.
Ya da belki de, Yedi Uyurlar diye de bilinen Ashâb-ı Kehf gibi uyuyorlardır. Konu köpeklerden açılmışken, onların köpeği olan Kıtmir’in ise cennetlik olduğu söylenir. Bu köpek Yedi Uyurlara cennetin kapısına kadar eşlik edermiş.
Kim bilir?
Geldiğimiz nokta şu: Eski Yunan’ın Cerberus’u yaşasaydı, belki de cehennemden bu kadar kötülüğün yer yüzüne dağılmasına izin vermezdi. Kapıları tutan olmayınca türlü günah bu toprağa da düştü.
Cennet veya Cehennemin nerede olduğunu yazacak değilim elbette, varlığını yokluğunu öğrenmek isteyen varsa önce kendine baksın, daha fazla kitap okusun, bir kaç âlime sorsun ya da Dostoyevski veya Saramago karıştırsın. Şimdilik, bir köşe yazısı için bu kadar mitoloji yeter.
***
Beşparmaklarda ışıklar hâlen yanıyor,
ben gecenin üçünde Lefkoşa’dan Mağusa’ya gidiyorum.
Bir dost birkaç bardak Black Label’ı içtikten sonra bana dönüp, müstehzi bir gülüş atarak sormuştu:
“Aşk nedir?” diye. Ben “yok öyle bir şey” demiştim.
Yalan söyledim.
Aşk, tüm kötülüklere karşı sevgiyle tutuşmaktır.
Her kime, nereye, nasıl ve ne şekilde olursa olsun, yanıp, yanıp, küle düşmektir.
Madem ki bu adada işimiz tanrılara, kadere, olmayanlara kaldı, aramızdaki hayalsizleri bırakıp bir kenara, biz Adalılar olarak işlediğimiz tüm günahlar için Lethe’nin kıyısında tüm kötülükleri unutmak için otursak ve içsek,
çalanlara, uyuyanlara ve uyutanlara karşı bir kaç kötü cümle dışında laf etmesek,
cennetine, cehennemine,
küllerimizi dağıtsak?
Sâhiden, artık barışır mıyız?