Levent Özdilek’le ‘BO Sahne’
Levent Özdilek’le ‘BO Sahne’
Simge Çerkezoğlu
Türkiye’nin en önemli tiyatro sanatçılarından biri Levent Özdilek… Çocukluğu Adana’da geçen, ilk sinema filmi deneyimini Yılmaz Güney’le yaşama şansına sahip bir isim. Event Engine tarafından sahneye taşınan “Adolf” oyununda bu kez yönetmen koltuğunda karşımıza çıkan Özdilek, oyunun perde gerisini ve 2013 yılında kurulan yeni tiyatrosu BO Sahne’yi bizimle paylaşıyor.
BO SAHNE: BİZ OYUNCULAR SAHNESİ
2013 yılında Cihangir’in tam ortasında Nilüfer Bıyıklı ve Levent Özdilek’in kurucusu olduğu yeni bir sahne sanatseverlere kapılarını açtı. “Bizim Oyuncular” ismi ile aslında kırk yıllık hayalin ürünü olan tiyatronun kuruluş sürecini Özdilek’den dinleyelim.
“Tiyatro BO, Bizim Oyuncular, kırk yıllık bir hayalin gerçekleşmesi sonucu kuruldu. Bu yola ilk çıktığımızda pratik ve sempatik bir isim istedik. Bu sebeple Bizim Oyuncuları kısalttık, “BO Sahne” yaptık. Yeni tiyatromuzla Pip Button’nun oyunu olan Adolf’la ilk kez Kıbrıs’a geldik. Tabii bu benim Kıbrıs’a ilk gelişim değil. Daha önce de defalarca buraya geldim. Burada dostlarım var. Hatta KKTC’nin kuruluş sürecinin anlatıldığı bir filmde Yunanlı bir komutanı canlandırdım. Benim için ülkenin ayrı bir önemi ve hatırası var.”
Türkiye’deki her tiyatrocu gibi özgür olmak için özel bir tiyatro kurma yöntemini seçen Özdilek, devlet tiyatrolarında yıllarca görev alan ve iki kez devletten istifa eden bir oyuncu olma farklılığına da sahip.
“Aslında her tiyatrocunun hayali özel tiyatroya sahip olmaktır. Her oyuncu özgürce seçtiği oyunla, özgür bir platformda rejisörüyle, oyuncusuyla istediği gibi var olmak ister. Ben devlet tiyatrosunda da çalıştım. Hatta iki kez istifa ettim, sonunda da tamamen ayrıldım. Farklı zamanlarda özel tiyatrolar da yaptım. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çalıştım. Sonuçta Yücel Erten’in de içinde olduğu bir grup olarak devletten ayrıldık. Geçtiğimiz yıl tiyatromuzu kurduk. Elbette ödenekli tiyatroların misyonları çok önemli. Ancak maalesef içleri gittikçe boşaltılıyor. Kesinlikle oralarda özgür olamıyorsunuz. Seçtiğiniz oyunlar için de oyuncular için de bu geçerli. Bu sebeple de BO Sahne kuruldu. Günümüzdeki yeni uygulamalarla kültür sanat iyice bitirildi. Özellikle Türkiye Sanat Kurumu Yasası (TÜSAK) ile çoğumuz ya emekli olmaya ya da istifa etmeye hazırlanıyoruz.”
“ADOLF, FARKINDALIK YARATAN BİR OYUN”
Adolf’u izleyince anlıyorum ki oyun sahnelenmesi cesaret isteyen bir eser. Hem oyunculuk hem de içerik anlamında etkileyici ve bir o kadar da zor. Özdilek, Burak Sergen’nin oyunculuğu ile taçlanan Adolf’un seçilme ve sahnelenme sürecini anlattı. Kendisinin de oyunu sahneye taşımadan önce çok düşünüp, tarttığını ifade etti.
“BO Sahne’yi açarken söyleyecek sözü olan oyunları oynamayı çok istedik. İlk oyunu seçmek için çok fazla oyun okudum. Çok düşündüm. Yönetmen olarak sonuçta açılış oyununun aslında bizim kimliğimizi ortaya koyacak bir şey olması gerektiğine karar verdim. Böylece Adolf’u seçtim. Yıllardır bu oyun Türkiye’de pek çok tiyatroya gitmesine rağmen kimse sahnelememiş. Belki de cesaret etmemişti. Beni oyuna dair cesaretlendiren ise yaşadığımız dünyanın gidişi ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durum oldu. Oyunun izleyenlere çok şey anlatabileceğine inandım. Adolf insanda çok farkındalık yaratan bir oyun.”
Oyunun dikkat çeken diğer bir yanı ise ismi, Hitler değil de ADOLF oluşu. Oysa biz Adolf Hitler’i hep “Hitler” olarak bildik. Özdilek’e göre bu ismi tesadüf değil. Oyunun her diktatörün aslında bir insan olduğu gerçeğini hatırlatmak isteyen yanları da var.
“Elbette oyunun isminin Adolf olmasının sebebi var. Herkes onu Hitler olarak tanırken oyun bir diktatörün da insan yanı ve bilinmeyen yanlarını ortaya koyuyor. Burak Segen Hitler’in insani reaksiyonlarını ve duygularını da sahneye taşıyor. Elbette bu tehlikeli bir durum, bunu biraz abartsak izleyenler ona sempati bile duyulabilir. Bunu dengeledik, yine de Hitler de bir insandı dedik.”
“FAŞİZM YOK OLMADI, DÜZENİN İÇİNDE YAŞIYOR”
İnsan düşünmeden edemiyor; Hitler geçmişten günümüze dünyanın en nefret edilen adamlarından biriyken nasıl oluyor da oyun bu denli ilgi görüyor. Özdilek’in buna karşı çok mantıklı bir cevabı var.
“Dünyada diktatörlük ve faşizm 1945’ten sonra bitmiş sanılsa da bugüne, 2014 yılına geldiğimizde o kadar çok iktidarı ele geçirip dengesi bozulan, bir süre sonra adeta körleşen liderler var ki… Bu anlamda oyun seyircinin ilgisini çok çekiyor. Zaten insanlar bu düzenin içinde yaşıyor. Faşizmi ille de kitlesel olarak düşünmemek gerekiyor. Bu bir ailede, bir okulda, bir iş yerinde dahi olabilir. Faşizm aslında yok olan bir şey değil. Oyunun rejisini yaparken de hep bunu düşündüm. Faşizmin ideolojik bir düşünce olduğuna da inanmıyorum. Bu oyunu izleyenler de zaten faşizmle mücadele eden, düzeni sorgulayan insanlar.”
“İzleyenler de faşizmle mücadele eden, bu düzende yaşayan insanlar” diyen Özdilek’e Türkiye’deki devlet otoritesini hissediyor mu diye soruyorum. Çekinmeden cevaplıyor.
“Türkiye’ye de fazla gelen bir devlet otoritesi hakim. Bunu herkes hissediyor. Şayet hissetmiyorum diyen varsa onlar ya yandaştır, ya da bambaşka rantlar peşinde koşuyordur. Hatta söz konusu bu uygulamaları da destekliyor demektir. İktidara geldiğinizde faşizmi toplumun yararı için nasıl uyguladığınız çok önemli. Elbette çok iyi şeyler de yapılıyor. Ama baskı ve yasaklar inanılmaz. Sadece Türkiye için de söylemiyorum. Dünyanın pek çok ülkesinde zaten bu durum hakim. Görüyoruz Ortadoğu’yu, Filistin’i, Asya’yı, Afrika’yı… Bir bakın neler oluyor. Faşizm bir insanlık sorunudur. Avrupa’da ırkçılık ve neo-nazi söylemler her geçen gün artıyor. Bunlar çok tehlikeli süreçler. Biz geçmişi hatırlatmaya çalışıyoruz. Birileri bir şey yapmalı diyoruz. Bu hatırlatma politikayla da olur, edebiyatla da olur, sanatın farklı alanları ile de olur. Biz de faşizme tiyatro ile dikkat çekmeye çalışıyoruz. ”
“TÜRK SİNEMASI 100’ÜNCÜ YILINDA KURUMSALLAŞAMADI”
Özdilek pek çok filmde rol aldı ve çocukluğunu Yılmaz Güney’in setlerinde geçirdi. Yılmaz Güney’in babasının arkadaşı olduğunu, elinden tutuğunu ve onun sayesinde tiyatro eğitimi aldığını söylüyor. Türk Sineması 100’üncü yılını geride bırakırken, Özdilek sinemanın sektörleşme anlamında hangi noktada olduğunu biraz da üzüntüyle açıklıyor.
“100’üncü yılına gelen bir sinema olarak Türk sineması sektörleşemiyor, kurumsallaşamıyor. Bireysel olarak ya da grupsal olarak da bölünmeler var. Bunun sebebi Türkiye’deki kültür sanat politikasızlığı. Bunu sadece bu hükümet için söylemiyorum. Bunlar eskiden beri süre gelen yanlış politikaların sonucu. Kurumsallaşamadık. Yine de özellikle son dönemde çok iyi yönetmenlerimiz var. On yılda müthiş yönetmenler ve hikayeler izledik. Sonuçta Avrupa’da görüyoruz, dünya ölçeğinde çok iyi değerlendirmeler ve satın almalar yaşıyoruz. Yine de tüm bunlar Türk Sineması’nın iyi durumda olduğunu göstermiyor. Bunlar tamamen bireysel çabalar. Hatta bireysel cesaretlerin, atakların sonucunda risklere giren oyuncuların yaptığı işler.”
Bunun yanında sinemaya ilişkin yeni bir projesi olduğunu açıklayan Özdilek, özellikle Türkiye’deki Alevilik ve Kürtlük sorununa ilişkin bir filmle sinemada çok konuşulacak projede yer almaya hazırlanıyor.
“Ben de bu ay sonunda benzer, bireysel çabalarla hazırlanan bir projeye başlıyorum. Kazım Öz’ün filmi “Zer”. Kendisi çok önemli, özellikle yurt dışında tanınan bir yönetmendir. Bu ay sonu çekimlere başlıyoruz. Dersim, Munzur, Afyon ve Anadolu’da geçiyor. Filmin içinde New York da var. Oradaki rolümde hem İngilizce hem Türkçe olarak oynayacağım. Bastırılıp yok sayılan Kürt ve Alevi kardeşlerimizin, kimliklerini nasıl saklamak zorunda bırakıldıklarının hikâyesini anlatacağız.”