1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Leydi Anni Brassey’nin 1878 Sonbaharı’nda Kıbrıs’tan hatıraları...1
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Leydi Anni Brassey’nin 1878 Sonbaharı’nda Kıbrıs’tan hatıraları...1

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan araştırmacı yazar-grafik sanatçısı ve akademisyen Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’ın Hikayeleri” sayfasında, bir İngiliz Leydi’nin 1878 yılında Kıbrıs’ı ziyareti ve burada çektiği fotoğraflar ve hatıralarından oluşan kitabının özetini yayımladı...

Leydi Anni (Anna) Brassey, “Sunshine and Storm in the East” yani “Doğudaki Güneş Işığı ve Fırtına” başlıklı kitabında İstanbul, Yunanistan ve Kıbrıs’ı ziyaretlerinden hatıralarını ve fotoğraflarını yayımlamıştı... Bu konuda Konstantinos Emmanuelle, özetle şöyle diyor:

***  Şimdilerde “Sunshine and Storn in the East” yani “Doğudaki Güneş Işığı ve Fırtına” başlıklı kitabı okumayı bitirdim. Bu kitap Leydi Anni (Anna) Brassey tarafından kaleme alınmış. Kitap, yazarın ailesiyle birlikte Akdeniz yöresinde 1878 yılının sonbaharında yaptığı tatili belgeliyor. “Sunbeam” yani “Güneş ışığı” adlı lüks yatlarında Leydi Anni Brassey, eşi Lord Thomas (ki kendisi Sunbeam yatının kaptanı ve sahibi idi), Mabelle, Muriel ve Marie adlı üç kızları ve iki diğer yolcu ile 20 kadar yat personeli ve 11 hizmetkar bulunmaktaydı.

***  Brassey ailesi Konstantinopol’ü (İstanbul’u), Yunanistan’ı ve Kıbrıs’ı ziyaret edecekti ancak şunu da belirtmeliyim ki herkesin ille de yattan inmesi gerekmiyordu durduklarında. Aslında Lord Thomas ve Leydi Anni, çoğunlukla üç kızları olmaksızın ziyaret ettikleri toprakların içlerine doğru seyahat ediyorlar, kızlarını Sunbeam yatında hizmetkarlar ve bir kısım mürettebatla bırakmayı tercih ediyorlardı.

***  Bugün sizlere bu kitapta yer alan on günlük Kıbrıs macerasının bir özetini sunacağım... Yazardan alıntılar yapacağım. Okumanız zaman alabilir ancak bunları ilginç bulacağınızı umuyorum. Leydi Anni’nin kitabından hatıralar şöyledir:

 

BİRİNCİ GÜN – BAF

PERŞEMBE, 7 KASIM 1878

***  Sunbeam, Baf’ın yıkıntılar arasındaki kalesinin hemen dışındaki limanda demir atıyor. Çocuklarını hizmetkarların gözetiminde bırakarak Lord ve Leydi Brassey kıyıya çıkarak Kasaba’nın antik kalıntılarına bakmaya gidiyorlar... “Pek az kalıntı yüzeyde bulunuyor” diye yazıyor Leydi Annie... “Birkaç kırık mermer sütün var, lahitler ve üstünde yazılar olan taşlar...”

***  Leydi Anni, Kasaba’yı küçük bir Türk köyü olarak tarif ediyor, meyva bahçeleriyle çevrelenmiş bu köy... Mapushane, mahkeme ve çarşıyı ziyareti ardından 71nci Britanya Alayı’nın kampına götürülüyor. Kampın çok kötü durumda olduğunu, subayların küçük çadırlarda tıkış tıkış olduğunu ve çıplak zeminde uyuduklarını görüyor... Adamların üçte biri ateşler içinde yanmakta, solmuş ve zayıf görünmektedir...

***  Kamp ziyareti ardından Lord Thomas ile Leydi Anni kıyıya dönüyorlar ve deniz kıyısındaki bir kahvede, bir teknenin kendilerini yatlarına götürmesini bekliyorlar. Beklerken Leydi Anni, İtalyanca konuşabilen Peter adlı kahvehane sahibiyle uzun bir sohbete girişiyor. Peter ona İngilizler’in Kıbrıs’a gelmesinden bu yana fiyatların çok arttığını ancak adada yaşamanın hala ucuza malolduğunu aktarıyor. Bir tavuğun fiyatı bir şilin, bir alinanın fiyatı üç şilin, bir koyunun fiyatı on şilin ve bir düzine yumurtanın ise dört pense satıldığını belirtiyor.

 

İKİNCİ GÜN - LEYMOSUN

CUMA, 8 KASIM 1878

***  Ertesi sabah Brassey ailesi, Leymosun’a doğru yol alıyorlar, Piskobu’yu, Zevgari Burnu ile Gatto (Kedi) Burnu’nu geçiyorlar bu arada. Leymosun’da sabah saat 10’da yattan iniyorlar ve sıcaklığın özellikle Kasım ayında hala dayanılmaz derecede olduğunu farkediyorlar. Nüfusun büyük çoğunuluğu, önde gelen İngiliz ziyaretçileri görmek üzere limana gelmişler... Leymosun’un Belediye Başkanı da oradadır ve yeni gelenleri oradaki eski şehirde gezmeye götürüyor, hanı ziyaret ediyorlar, çarşıyı ve Venedik/Türk kalesini – buradan çevreyi gören güzel bir manzara var. Leydi Anni, Leymosun’u oldukça temiz bir kent olarak tarif ediyor ancak “Avrupalıları ve yerlileri” etkisi altına alan ateşli hastalığın burada da mevcut olduğunu kaydediyor.

***  O sabahın ilerleyen saatlerinde Lord Thomas ile Leydi Anni Komiser Albay Warren’le Hükümet  Konağı’nda öğle yemeğine davet ediliyorlar. Ne yazık ki Komiser Yardımcısı onlara katılamıyor çünkü tifo nedeniyle çok hasta, hatta galiba ölüyor. Larnaka’dan getirilen bir hekim çaresiz kalıyor çünkü onu tedavi edecek ilaçlar elinde yok...

***  Yemekten sonra Leydi Anni, St. John Şövalyeleri tarafından meşhur hale getirilen yerli şarabın tadına bakıyor ve “katran tadında çok iğrenç bir şey olduğu”nu yazıyor. Leymosun belediye başkanının Leydi Anni’ye eski bardaklardan üç tane hediye ettiğini okumak da insanı rahatsız ediyor. Daha sonra İngiliz albaydan da bazı eski çanak çömlek ve toprak vazolar alıyor. Tüm bu hediyeler yakınlardaki bir mezarda bulunmuş. Leydi Anni, şimdilerde Britanyalılar’ın mezar soyma pratiğini yasadışı ilan etmiş olduğunu da yazıyor.

***  Sunbeam’e dönünce Brassey ailesi Kıbrıs’a özgü cikla turşusu yiyor... Leydi Anni bundan pek etkilenmiyor... “Bence bunları öldürür öldürmez tüyleri ve herşeyiyle birlikte ülkenin şarabından elde edilen güçlü bir sirkeye batırıp tadını tümüyle bozuyorlar...”

Gece saat 10’da Sunbeam, Larnaka’ya varıyor ancak aile geceleyin yatta kalıyor.

 

ÜÇÜNCÜ GÜN - LARNAKA

CUMARTESİ, 9 KASIM 1878

***  Ertesi sabah Lord Thomas ile Leydi Anni, Sir Garnet Wolseley’den bir telgraf alıyorlar, kendilerini Lefkoşa yakınlarındaki Manastır Kampı’nda kalmaya davet ediyor... Katırlardan, atlardan ve öküzlerin çektiği arabalardan oluşan ulaşım araçlarının gelmesini beklerken Larnaka kasabasını birazcık gezmeye karar veriyorlar. “İngilizler’in gelmesinden bu yana, görünümü birazcık da olsa iyileşmiştir diye düşünüyorum” diye yazıyor Leydi Anni... “Ama hala sefil görünen bir yerdir burası... Yarım düzüne kırık dökük mendirek var, kırık dökük rıhtımlar var, bunlar antik Salamis’ten getirilen taşlarla tamir edilmişler... Denizin kendisi evlere kadar gidiyor, pek çok yerde evlere ancak bir arka sokaktan girilebiliyor...”

***  Leymosun ve Baf’ta olduğu gibi, tüm Larnaka’da da ateşli hastalık görülebiliyor... Brassey’ler, “Truefitt” adlı bir mağazayı ziyaretlerinde, tüm berberlerin ateşli hastalık nedeniyle eve gittiklerini farkediyorlar... Leydi Anni, “Herhangi bir mağazaya veya eve gidip de orada olanlarla konuşunca ve onların bu ateşli hastalıkla ilgili anlattıklarını dinleyince insanın çok morali bozuluyor” diye yazıyor.

***  Saat 3 civarında atlar, katırlar ve arabalar geliyor, Brassey’leri Lefkoşa’ya götürmek üzere... Güneşin yakıp kavurduğu tarlalardan ve taşlık tepelerden geçiyorlar... “Birkaç küçük biçare köyde veya bağlık yerde veya mısır tarlalarındaki birkaç kulübenin bahçesinin dışında ekip biçme faaliyetinin hiçbir izi yok” diyor. Lefkoşa yolu da çok kötü bir durumdadır, bu yüzden seyahatlerini yavaşlatıyor. Sekiz millik bir mesafeyi ancak 90 dakikada alabiliyorlar. Dali yakınlarında küçük bir yerde atlarını değiştirip serinletici birşeyler içmek için duruyorlar, burası “Dewdrop Inn” adını taşıyan bir yer. Burası aslında girişimci İngilizlerin (bir demirci, bir su tesisatçısı ve bir camcının) kurduğu bir çadır... Seyahat edenlere bira, limonata ve diğer serinletici içecekler sunuyorlar. Lefkoşa’dan dönüş yolunda Leydi Anni, Eastern Telegraph Company’nin (Doğu Telgraf Kumpanyası/Şirketi) eski kereste direkleri, demir direklerle değiştirmekte olduğunu gözlemliyor. Nereye bakarsa baksın, ağır yükler taşıyan deve kervanları ve öküz arabaları görüyor...

***  Lord Thomas ile Leydi Anni Lefkoşa’ya varıncaya kadar gece çöküyor ve kapılar kapanıyor. Yumruklarını kapılara vuruyorlar ve bağırıyorlar, ta ki yaşlı bir Türk bir lambayla ve anahtarla gelip kendilerine kapıyı açıp içeriye alıncaya kadar... Akşam saat 7’de Manastır Kampı’na varıyorlar ve Sir Garnet Wolseley, Albay Brackenbury, Albay Greves ve başkalarıyla ziyafete oturuyorlar. Sonra da kulübelerine çekiliyorlar, Kraliyet Mühenisleri’nden kırmızı üniformaları içindeki askerler ise nöbette kalıyor...

 

DÖRDÜNCÜ GÜN - LEFKOŞA

PAZAR, 10 KASIM 1878

***  Brassey’ler bu günü eski kenti gezerek geçiriyor. Çok sayıda Rum kadın onların gelişini duyup uzun süre yürüyerek onları görmeye gelmişler. Zeytin ağaçlarının altında sessiz ve saygılı biçimde oturuyorlar Brassey’ler geçerken, onlara zaptiyeler, çevirmenler ve diğer rehberler eşlik ediyor. Sabahın ilerleyen saatlerinde Lord Thomas ile Leydi Anni, Lefkoşa Komiseri Albay Biddulph’la çay içiyorlar...

***  Leydi Anni, Lefkoşa kentini görünce düşkırıklığına uğruyor... “Sokaklar dar, pis ve terkedilmiştir, bir tek köpekler ayışığında havlıyorlar... Her tarafta Türk, Rum, Venedik sarayları, kerpiç evler, minareler, kiliseler, camiler karmaşık biçimde yığılmış durumda. Eski bir katedral ve şimdi bir cami olan Aya Sofya ve St. Nikolas gibi bazı çok güzel binalar dışında (ki bu sonuncusu bir tahıl ambarı olarak kullanılmaktadır), tüm bu kentte bir sefalet, çöküntü ve pislik havası hakimdir...”

***  Günün ilerleyen saatlerinde Brassey’ler, Kıbrıs Başpiskobosu’nu ziyaret ediyorlar, Leydi Anni onu “İyi görünümlü yaşlı bir adam, 70 yaşlarında, delici bakışlara sahip siyah gözleri var, kırlaşmış uzun bir sakalı var, kibar ama onurlu bir tavır içerisinde” diye tarif ediyor. Kiliseyi gezdikten sonra Başpiskobos’un kaldığı yere Türk kahvesi içmeye, tatlı yemeye ve soğuk su içmeye davet ediliyorlar...

 

s1-363.jpg

s2-324.jpg

 

Devam edecek

 

 

Bu yazı toplam 1261 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar