“Liderler diyalogdan kaçmamalı”
Prof. Dr. Sözen, zaman geçtikçe liderlerin isteklerinin azalacağını belirterek, “Müzakere masası dışında ne kadar zaman harcarlarsa, bu iş o kadar zora girer” dedi
Ödül AŞIK ÜLKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Politikalar Merkezi Başkanı; İşletme ve Ekonomi Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Sözen, zaman geçtikçe liderlerin isteklerinin azalacağını belirterek, “Müzakere masası dışında ne kadar zaman harcarlarsa, bu iş o kadar zora girer” dedi.
Diyaloğun önemine vurgu yapan Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Liderler, iki tarafın siyasi elitleri, en üst düzey temsilcileri olarak diyalogdan kaçmamalı. İki liderin birbiriyle doğrudan konuşmaları, dertlerini, endişelerini birbirlerine doğrudan anlatmaları, zamanı çok daha iyi kullanmaları lazım” diye konuştu.
“Zaman çok hızlı bir şekilde akıyor”
- Soru: Cenevre öncesinde yaptığımız röportajda “Cenevre’de bir yol kazasına uğrarsak bu yıkıcı olabilir” demiştiniz. Kaza Cenevre’de olmadı ama dönünce oldu, süreç durdu. Süreç nasıl toparlanabilir?
- Prof. Dr. Sözen: Taraflar süreci farklı bir metotla, eskisine kıyasla, ışık hızına yakın bir süratle ancak bu yıl içinde toparlayabilirler. Aksi takdirde zaman çok hızlı bir şekilde akıyor ve çok zor olacaktır diye düşünüyorum. Bu sadece ENOSİS plebisitini kutlama kararıyla alakalı bir kriz değildir.
Birikim...
- Soru: Plebisitle ilgili kararla ortaya çıkmış bir kriz gibi görünse de, sonrasında Kıbrıs Türk tarafından gelen açıklamalarda dönüşümlü başkanlık ve kararlara etkin katılıma Rum tarafının yaklaşmadığını görüyoruz...
- Prof. Dr. Sözen: Bunun bir birikim olduğunu düşünüyorum. Rum tarafı, yönetim ve güç paylaşımı dosyasını kapatmıyor, kararlara etkin katılım hakkı, dönüşümlü başkanlık konularını kabul etmiyor. Anlaşılan, birikimi yaratan bunlara ek başka şeyler de var. Mesela teknik komitelerin ve iki liderin üzerinde anlaştığı güven yaratıcı önlemlerin hiçbiri uygulanmıyor. Bunların uygulanmamasının da en büyük sorumlusu Kıbrıs Rum tarafıdır. Bunun arkasında KKTC’nin tanınma fobisi, statüsünün yükselmesi gibi pek çok fobi var, bunu yıllardır biliyoruz, işte Rum tarafının bu tavırları Kıbrıs Türk liderinde birikim yaratıyor. Hatırlarsınız, Mayıs 2016’da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dünya İnsani Zirvesi’ne katılan heyet başkanları onuruna verdiği yemeğe Cumhurbaşkanı Akıncı’nın katılması krize neden olmuştu. Şimdiki krizi onunla kıyasladığımız zaman, o daha küçük bir krizdi, daha küçük bir olaydı. Şu anda ENOSİS kararı önemlidir ama bunun arkasında pek çok sebep vardır. Bugünkü krizin, müzakerelerin durmasının, çamura saplanmasının arkasında özellikle Türk tarafının hissettiği birikimler var, doğru gitmeyen, Kıbrıs Rum tarafında bir barış süreciyle bağdaştırılamayacak bazı tavırlar var. Bunların çoğu da belki, Anastasiadis’in Kıbrıs Rum toplumuna bazı şeyleri anlatamayacağını düşünmesidir, korkmasıdır, seçim sürecine doğru gidiliyor olması ve onun hesabını yapıyor olmasıdır vs.
“Liderler basın üzerinden değil, telefonla, hatta birbirleriyle doğrudan konuşmaları lazım. Bu niye olmuyor?”
“Bir miktar inatlaşma var”
- Soru: Olaylara bakınca iki tarafın da inatlaştığını söyleyebilir miyiz?
- Prof. Dr. Sözen: Tabi ki bir miktar inatlaşma var, barizdir. Daha önemlisi, bu krizin bize gösterdiği önemli şeyler var. Birisi, iki tarafın siyasi elitlerinin birbirlerini ne kadar az tanıdığıdır, birbirleri hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduklarıdır. Özellikle Kıbrıslı Rumlar, gerek eğitim sistemlerinden, gerekse yetiştirilme tarzlarından dolayı, 74 öncesini çok bilmiyorlar. Okullarda o dönem çok kısa okutuluyor. Okutulduğu zaman da “Kıbrıs Türk azınlığı asiydi, başkaldırdı” şeklinde anlatılıyor, ENOSİS’in şiddet içeren olayları es geçiliyor. Bu olayların Kıbrıslı Türkler üzerindeki travması, bırakın sokaktaki vatandaşı, Kıbrıslı Rum siyasi elitlerin büyük bir kısmı tarafından bile anlaşılmış değil. 1950 yılında açık bir plebisit yapıldı, barışçıl şekilde yapıldı. Beğenelim ya da beğenmeyelim. ENOSİS, Kıbrıslı Türkler için “kötü bir şeydi” ama Kıbrıslı Rumlar bunu çoğunluğun demokratik hakkı olarak da görüyorlardı. Bunu da bizim anlamamız lazım. Fakat 1960 ve 1970’li yıllarda ENOSİS’in şiddetle birleşmesi meseleyi çok başka bir evreye taşıdı, ki bunu da Kıbrıslı Rumlar’ın anlaması lazım. Kıbrıslı Türkler de özellikle Kıbrıslı Rumlar’ın 1974 savaşından etkilenmelerini, yaşadıkları travmaları algılamakta zorluk çekiyor. Burada iki tarafta da sıkıntılar var.
Doğrudan iletişim...
Bu noktada doğrudan iletişimin ne kadar önemli olduğunu da görüyoruz. Aslında iki liderin birbiriyle konuşması lazım. Basın üzerinden değil, telefonla, hatta birbirleriyle doğrudan konuşmaları lazım. Bu niye olmuyor? Niye odada hep BM Genel Sekreteri’nin Özel Danışmanı ve 15-20 kişi daha olacak? İki lider bir odaya çekilsinler, oturup konuşsunlar, dertlerini birbirlerine çok daha doğrudan, dolaysız bir şekilde anlatsınlar. Bir federasyon olunca, belki de federasyonunda yürütmede rotasyona girecek ilk başkan ve başkan yardımcısı Anastasiadis ve Akıncı olacak. Diyelim ki bir yıl sonra, her gün yakın mesaide olacak olan insanlar olacakken, neden şimdi bu kadar seyrek görüşüyorlar? Neden birbirlerine bu kadar dolaylı şekilde mesaj veriyorlar?
“Önümüzde 3 ay gibi bir süre var”
- Soru: Siz bu durumu hata olarak tanımladınız. Sizce liderler hata olduğunu düşünüyor mu yoksa süreci bilinçli bir şekilde mi böyle sürdürüyorlar?
- Prof. Dr. Sözen: Ben bunun gerçekten ufak bir kriz olarak başladığını düşünüyorum; ancak sonrasında eski birikimlerin bardağı taşırdığı bir şeye dönüştüğüne inanıyorum. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ilk baştaki tepkisine katılıyorum, bu önemlidir. ENOSİS’i 1960 Anayasası, onun dayandığı Kuruluş Antlaşması da, Garanti Antlaşması da yasaklıyor. Anayasanın yasakladığı bir şeyin, bugün, müzakereler devam ederken, meclisten, özellikle “çözümcü” diye bilinen DİSİ’nin çekimser kalarak, zımnen desteklediği şekilde geçmesi hakikaten bir kriz yaratacak şeydir. Tahmin ediyorum iki lider “Sıkıntı değil, biz bu krizi bir müddet sonra aşarız” hatasına düşmüşlerdir. Ama Kıbrıs gibi kemikleşmiş, donmuş, uzun süreli uyuşmazlıklarda, iki tarafta da oyunbozanlar, farklı dinamikler vardır. Çevrede, sizin dışınızda, sizi etkileyen dinamikler vardır. Sizin yönetebileceğinizi zannettiğiniz küçük bir kriz kontrolden çıkıp, size haftalara, hatta aylara mal olabilir. Böyle kritik biz zamanda, önümüzde 3 ay gibi bir süre var, tabi çok düzgün bir şekilde kullanılabilirse. Sonrasında Kıbrıs Rum tarafında seçim kampanyalarına yönelik çalışmalar olacak, bazı doğalgaz arama şirketleri sondajlara başlayacak.
“Türkiye’de yaşananlar şu anda Kıbrıs’ta çözüme yardımcı değil”
- Soru: SGüney’de hidrokarbon konusunda gelişmeler oluyor, bazı adımlar atılıyor. Türkiye’den Akdeniz’de sondaj yapılacağına dair açıklamalar geliyor. Böyle bir dönemde bu adımların atılması ve açıklamaların yapılması ne anlama geliyor? Bunlar krizi daha çok körüklemez mi?
- Prof. Dr. Sözen: Körükler tabi. Bizim dışımızda da bir dünya var ve biz belki farkında değiliz ama o dünya da bizi etkiliyor. Türkiye, Kıbrıs’ta çok önemli bir aktör. Birebir Kıbrıs meselesini yakından etkileyecek bir aktör. Türkiye’deki gelişmelere bir bakın, Türkiye’de yaşananlar, akıl tutulması mı dersiniz, referanduma yönelik milliyetçiliğin pompalanması mı dersiniz, bunlar şu anda Kıbrs’ta bir çözüme hiç yardımcı değil. Bunları da iyi okumak lazım. Barış yapmayı düşünen, Kıbrıs’ta anlaşma yapmayı düşünen iki liderin bu iklimi de dikkate alması lazım.
“Bir federasyon olunca belki de rotasyona girecek ilk başkan ve başkan yardımcısı Anastasiadis ve Akıncı olacak. Diyelim ki bir yıl sonra, her gün yakın mesaide olacak insanlar, neden şimdi bu kadar seyrek görüşüyorlar? Neden birbirlerine bu kadar dolaylı şekilde mesaj veriyorlar?”
“İki ayda Kıbrıs meselesinde ne yapıldı? Hiç bir şey”
- Soru: Güney Kıbrıs’ta yaşanan krizle ilgili Türkiye’deki referanduma atıfta bulunuluyor. Türkiye’de referandum olacak olması yaşananlarda etkili mi?
- Prof. Dr. Sözen: Bu Kıbrıs Rum tarafının iddiasıdır. Ben en başından beri buna katılanlardan değilim. Türkiye’deki bugünkü hükümetin ve cumhurbaşkanının medyanın büyük kısmını ne kadar rahat kontrol edebildiğinin farkındayız. O yüzden istediği bir olayı, istediği gibi lanse edecek gücü de var. Bugün Türkiye’nin Suriye politikası, 2011-2012’lere gittiğimiz zaman, o günlerden itibaren büyük bir fiyaskodur. Ama bunu, bir fiyaskoyu dahi, farklı bir şekilde pazarlayabiliyorlar. O yüzden Kıbrıs gibi bir konuyu istedikleri gibi pazarlayabileceklerini düşünüyorum. Bunun, Kıbrıs Rum tarafının, uluslararası toplum nezdinde kredilerini yükseltebilmek için, zaman kazanmak ve müzakere gücünü arttırmak için kullandıkları birşey olduğunu düşünüyorum. Aslında, referanduma kilitlenmiş Türkiye, Kıbrıs’a çok fazla bakacak durumda değil. Özellikle Türkiye hükümeti ve cumhurbaşkanı birçok şeyi bırakıp, referanduma kilitlenmiştir. Aslında bu bile iyi birşeydir. Türkiye böyle bir dönemde Kıbrıs’a çok daha az müdahale edecektir. 5-6 ay önce yazdığım bir makalede şunu iddia etmiştim, özellikle Türkiye’deki darbe girişimi sırasında Akıncı’nın ilk birkaç saat içinde darbe girişimini kınayan tavrı, Erdoğan gözünde Akıncı’nın pozisyonunu çok daha yukarı çekmiştir. Akıncı, Erdoğan için artık çok daha güvenilir bir kişidir. O yüzden de Akıncı’nın müzakere masasındaki manevra alanı 15 Temmuz 2016 öncesine göre daha geniştir. Kıbrıs Rum tarafının bunu kullanabilmesi lazımdı. Cenevre’den buraya iki ay geçti. Bu iki ayda Kıbrıs meselesinde ne yapıldı? Hiç bir şey. Barış ve anlaşma yapmak isteyen iki lider tarafından bu önemli zaman, bu kadar cömertçe nasıl harcanır? Bu anlaşılır gibi değil.
“Liderler seviyesinde müzakereler tek başına yeterli değil”
- Soru: Krizle birlikte yeni bir metodoloji arayışına girildi. Demek ki metodolojide de sorun vardı. Sizce metodolojide bir sıkıntı var mıydı? Az önce söylediğiniz “ışık hızında metod” nasıl olmalı?
- Prof. Dr. Sözen: İzlenen metodolojide tabii ki sıkıntı var. 90’ların ikinci yarısında doktora tezimi de bu konularda yazdığım zamandan beri şunu söylüyorum, Kıbrıs’ta gerçek anlamda sağlıklı bir barış süreci yaratmak istiyorsak, sadece barış sürecinin küçük bir parçası olan liderler seviyesindeki müzakerelere odaklanmamamız lazım. Liderler seviyesinde müzakereler çok önemlidir, bunu küçümsemiyorum ama tek başına yeterli değil. Bunun özellikle de iki toplumun işbirliği kültürünü, işbirliği tecrübelerini artıracak şekilde güven yaratıcı önlemlerle desteklenmesi gerekiyor.
Işık hızında metodoloji...
2008’den itibaren Kıbrıs sorunu 6 konu veya 6 dosya altında ele alınıyor. Güvenlik, garantiler dışındaki diğer konularda tartışılmamış birşey kalmadı. Biliyoruz ki uzun zamandır liderler kendi kendini tekrarlıyor. 2010’dan beri söylüyorum, müzakerelerde izlenmesi gereken metod, bütün dosyaların açık olacağı, dosyalar arası al-ver yapılmasıdır. Işık hızında olması gereken metodolojiden kastım budur. Yani taraflar artık işin felsefik yönünü konuşmak yerine, iki lider oturup büyük konularda karşılıklı al-verle bunu çözmelidir ve detayları komitelere devretmelidir. Özde, çerçevede, ilkelerde iki liderin hızlı bir şekilde anlaşmasıyla süreç ancak kurtarılabilir. Eğer kısa bir süre içinde, 15 Nisan öncesinde, tercihen Mart ayının içinde tekrardan başlayabilirlerse önlerinde iki değerli ay var.
“Anastasiadis Kıbrıs Cumhuriyeti’ne mi başkan olacak, Birleşik Kıbrıs’a mı? Buna karar vermeli”
- Soru: Siz iki toplumun yaşadığı güvensizliği her zaman vurguluyorsunuz. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide de iki liderin birbirine eski güveninin kalmadığını söylüyor. İki toplum arasındaki güven sorununu siz bir araştırma ile de bilimsel olarak ortaya koydunuz. Bu güven sorunu nasıl aşılacak?
- Prof. Dr. Sözen: Çok pragmatik şekilde bir denklem kurayım, eğer iki lider ENOSİS konusunda bir şekilde anlaşabilirlerse, ki büyük oranda buna yakındırlar, çünkü Anastasiadis de bu kararın yanlış olduğunu söyledi, yol alabilirler. Önümüzdeki 2-2.5 ay içinde çok hızlı bir şekilde GSM’ler birleştirilirse, elektrik şebekeleri daimi olarak birleştirilirse, Eğitim Komitesi’nin aldığı Güven Yaratıcı Önlemler uygulanırsa, Derinya, Aplıç kapıları hızlı bir şekilde açılırsa atmosfer çok hızlı bir şekilde değişir. Buna paralel hem yeni güven yaratıcı önlemler alınabilir, hem de iki lider az önce bahsettiğim ışık hızındaki, paketler üzerindeki al-ver metoduyla bu işi yapabilirler. Ama bunun önündeki en önemli faktör, Anastasiadis’in kafasında tekrardan “Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı” olarak seçimlere katılıp katılmayacağına karar vermesidir. Şubat 2018’deki seçimlere, “Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı” olarak mı katılacak yoksa “Birleşik Federal Kıbrıs’ın ilk seçimlerinde aday mı” olacağına karar vermesi lazım.
Hiç başlayamama riski...
- Soru: İki liderin ENOSİS konusunda anlaşmaya büyük oranda yakın olduklarını söylediniz. DİSİ’nin ENOSİS plebisitiyle ilgili kararla ilgili bir önerisi var, Eide’nin sürecin devamı için bazı çabaları var. Siz krizin aşılabileceğini ve görüşmelerin Mart içinde yeniden başlayabileceğini düşünüyor musunuz?
- Prof. Dr. Sözen: Mart veya Nisan’da başlayabilir ama iki taraftaki oyunbozanların tuzağına düşerek bu işin hiç başlayamama gibi de bir riski vardır, bunu da özellikle vurgulamak isterim. İki lidere şunu söylemek isterim, toplumun en önemli, en yukarısındaki kişilersiniz. Krizleri siz iradenizle çözebileceğinizi zannedersiniz ama bazen öyle olmayabilir. O krizin kendi momentumu olur ve kontrolü sizin dışınıza taşabilir ve bu müzakerelerin hiç başlamamasına da sebep olabilir. Bu riski de lütfen gözardı etmeyin.
“Keşke Özgürgün, Denktaş, Lilikas, Papadopulos da bir araya gelse”
- Soru: Cumhurbaşkanı Akıncı ve DİSİ Başkanı Neofitu’nun bir yemekte bir araya geldi. Böyle bir buluşmayı nasıl değerlendirirsiniz?
- Prof. Dr. Sözen: Olabilir. Bu tür görüşmeleri çok sağlıklı buluyorum. Eğer problemleri çözeceksek, dolaysız, doğrudan iletişimin, dialoğun önemi çok büyüktür. Keşke Özgürgün, Serdar Denktaş, Lilikas, Nikos Papadopulos da bir araya gelip, Cenevre’de yaptıkları gibi, yemek yeseler ve birbirlerinin dertlerini dolaysız bir şekilde birbirlerine söyleseler.
4 özgürlük...
- Soru: Son dönemde 4 özgürlük konusu da çok gündeme geliyor ve Eide’nin Brüksel’e yapacağı ziyaret Rum tarafında bu konuda lobi yapacağı şeklinde yorumlanıyor. Sizce 4 özgürlük konusu bu kriz ortamında bu kadar ön planda olmalı mı?
- Prof. Dr. Sözen: Hayır. Bu abartılıdır diye düşünüyorum. Benim anladığım kadarıyla, istenen, özellikle 1960’daki iki garantör ülkeye, yani Türkiye ve Yunanistan’a verilen “most favoured nation” statülerinin olası bir çözümde korunmasıdır. Yoksa istenen şey, 80 milyonun Kıbrıs üzerinden serbestçe bütün AB’ye girip yerleşmesi değildir. Anastasiadis, AB’yi arkasına alıp, Türkiye aleyhine Avrupa’da esen rüzgarı da kullanarak, Kıbrıs meselesindeki siyasi pozisyonunu daha da güçlendirmek istiyor.
Annan Planı’na ve daha sonra Talat-Hristofyas müzakerelerine ve yakınlaşmalarına baktığınız zaman bu konular kapanmıştı. Bugün, Kıbrıs Rum tarafının bunu açması bence bir provokasyonla ve arkasında izlenen bir stratejiyle alakalıdır diye düşünüyorum.
- Soru: Son olarak liderlere ne söylemek istersiniz?
- Prof. Dr. Sözen: Liderler, iki tarafın siyasi elitleri, en üst düzey temsilcileri olarak diyalogtan kaçmamalı. İki liderin birbiriyle doğrudan konuşmaları, dertlerini, endişelerini birbirlerine doğrudan anlatmaları, zamanı çok daha iyi kullanmaları lazım.
Yarın: Prof. Dr. Sözen’in “Türkiye nereye gidiyor?”, “AKP’nin Lefkoşa mitingi”, “Kıbrıslı Türk bakanların mitingde konuşma yapması” hakkındaki değerlendirmeleri...