Limonlar, Eroğlu ve Rum Maliye Bakanı
Bir keresinde bir kebapçıda kebap yerken daha fazla limon talep etmek için kebapçıya seslenmiştim. Yerel aksanımız garsonla iletişim esnasında “Bakar mısınız?” sorusundan ziyade “ Gardaş bakabilin?”, “Abi bir kola daha alabil
Bir keresinde bir kebapçıda kebap yerken daha fazla limon talep etmek için kebapçıya seslenmiştim. Yerel aksanımız garsonla iletişim esnasında “Bakar mısınız?” sorusundan ziyade “ Gardaş bakabilin?”, “Abi bir kola daha alabilirim?” gibi içinde “mi” soru ekini barındırmayan cümlelerle doludur. Ben de bu cümlelerden birini kurmuştum: “Abi biraz daha limon alabilirim?” Kebapçının “Limon değil ekşidir o!” dediğini hatırlıyorum. Limonu bile orjinal Kıbrıslı olmadığı için dışlayan bir mentaliteye olan tepkimi dile getirmiştim: “Ha ekşi ha limon! Sıkınca su çıkmıyor bunlardan... Bir tane daha alayım...”
“SEN LİMON YİYEBİLİYOR MUSUN?!”
Limon ve tuz birçok yemeğin yanında aradığım ve hatta bulamadığımda da, o yemekten yeterince tat almadığım müthiş bir ikilidir. Birçok yemeği üzerine limon sıkıp yemekle birlikte, Güzelyurtlu bir arkadaşımın makarnanın üzerine limon sıktığını görünce şaşırmadan edememiştim. Hatta tepkimin “Yok da magarınaya ekşi sıkan!” şeklinde olduğunu hatırlıyorum. Limonla ilgili çocukluğumdan kalma anılarım bile var. Beni karnında taşıdığı dönemde, Kıbrıs’ın kış güneşine oturup bahçede limon yeme alışkanlığı olan Gülgün Hanım sayesinde, kreşe başladığım günden itibaren bir elimde ayıklanmış bir limon, diğer elimde ise tuzlukla dolaştığımı bilirim. Çocukların, anne ve babalarının işten çıkmasını beklediği mekanlar vardır. Bu mekanlar benim için hep hastaneler olmuştur. Gerek İstanbul’da, gerekse Lefkoşa’da çocuk gözüyle gri ve soğuk bazen de eğlenceli. İstanbul’da biraz adetten biraz da bekleyen küçük çocuğu oyalama amaçlı olarak her zaman hemşireler ve hastane personeli ağız birliğiyle sormuşlardır: “Beklerken sana ne ikram edelim canım?” Benim de en istikrarlı cevabım: “Limon!” olmuştur. “Ne?! Ne yapacaksın limonu?! Sen limon yiyebiliyor musun?!” diye başlayan muhabbet, küçük bir çocuğun yetişkinlere yaptığı bir sihirbazlık gösterisine döner. Hem yiyebileceğime inanmadıklarından, hem de ikram ikramdır maksadıyla limonlar servis edilir. Hastaları bitirip beni beklediğim yerden almaya gelen ebeveynlerim birçok kez etrafıma toplanmış 7-8 kişinin hayretle benim limon yeyişimi izlemesine tanık olmuştur. Yüzlerde biraz hayret biraz da limonun insanın yüzünde bıraktığı etki; ekşimişlik vardır.
EROĞLU VE ALGI YÖNETİMİ
Lawrence Durrel’in “Kıbrıs’ın Acı Limonları” isimli kitabına her zaman, biraz da limonların hatırına, sempati duymuşumdur. Kitap her zaman okunacaklar listemde yer almış olsa da maalesef henüz okumaya fırsat bulamadığım için suçluluk hissettiğim bir gerçektir. Durrel’in acı dediği limonları çocukluğundan beri çatır çatır yeyen biri olarak, limonların Kıbrıslı Türklere ilişkin benzetmelerde kullanılmasını ilgiyle karşılıyorum çünkü ben de durumumuzu limonlara benzetiyorum. Ancak acı olanlara değil, su çıkarmayanlara... Kıbrıs sorununun federasyon temelinde çözülme umudunun askıya alındığı günlerde, gündem ister istemez iç politikanın kısır ve verimsiz tartışmalarına kilitleniyor. Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun banka hesapları, Rum Maliye Bakanı’nın deşifre edilen özel hayatı, bunlara paralel çarpık bir medya yapılanması. Halkın günlük hayatına dokunmaktan uzak siyasi hareketler ve daha bir sürü kuru limon kabuğu. Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun banka hesaplarının açıklanmasına nasıl yaklaşıldığı, ilgili bireyin ya da kurumun nerede durduğuna göre değişiyor. Sayın Eroğlu’nun yandaşı olanlar bu hesaplardaki paranın kaynağının ne olduğundan ziyade, bu hesapların nasıl ortaya çıktığı üzerinde duruyor ve hesapların açıklanmasını kınıyor. Eroğlu’nun muhalifleri ise paranın miktarı ve kaynağı üzerinde duruyor. AFRİKA gazetesinin bu olay üzerine Eroğlu’nun parasını sorgulayanlara yönelik olarak “Sizin daha mı az var?” şeklinde manşet atması, medyadaki gruplaşmayı gözler önüne seriyor. KIBRIS gazetesi söz konusu banka hesaplarının açıklanmasını hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki bir çatışmaya bağlıyor. Bu noktada biraz beyin jimnastiği yapmakta fayda görüyorum. Geçmiş hükümetin mal varlığı konusunda en çok yıpranan/yıpratılan ismi eski Maliye Bakanı Ahmet Uzun’u düşünelim. Eğer söz konusu 2 milyonluk banka hesapları Ahmet Uzun’a ait olsaydı, sizce AFRİKA Gazetesi: “Sizin daha mı az var?” manşetini atar mıydı? Peki ya KIBRIS gazetesi böyle bir durumda “Ahmet Uzun’a karşı komplo mu var?” yaklaşımını ortaya koyar mıydı? Öyle olmayacağını tahmin etmek zor değil. Bu konu siyasi olduğu kadar aynı zamanda teknik bir konu. Meseleye iletişim ve algı yönetimi açısından bakarsak, Cumhurbaşkanı Eroğlu, memleketin en çok okunan gazetesini ve güya uçta ve sol görünümlü bir gazeteyi lehine kullanarak süreci nispeten başarıyla yönetmiş gibi görünüyor. Ortada olan paranın nereden gelip nereye gittiğinden tamamen bağımsız olarak, sırf medya yönetiminden dolayı Cumhurbaşkanı Eroğlu, bir tebriği hak ediyor. Geçmiş hükümetin başbakanlık müsteşarı Öntaç Düzgün, kendi kitabında KIBRIS gazetesinin aleyhine yaptığı haberler yüzünden bir dönem ne kadar ağır baskı altında kaldığını ifade ediyor. Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun astronomik banka hesaplarının gündemde kalması UBP ve CTP kamuoyunun birlikte hareket etmesi durumunda, belki 15 günlük bir süreye yayılabilir. Eğer gündemde olan Ahmet Uzun veya Öntaç Düzgün’ün banka hesapları olsaydı, bunun tartışılma süresi en az 1 yıl olurdu. Tıpkı Ahmet Uzun’un olmayan Ferarrari’sinin hala tartışıldığı gibi. Anlatmak istediğim; burada para, mal varlığı ya da bunların elde edilme biçimi, aslında göstermelik bir önem taşıyor. Asıl önemli olan isim ve o ismin algı yönetimi konusunda ne kadar amatör ya da profesyonel olduğu.
MEDENİYET VE KIBRISLI TÜRKLER
Güney Kıbrıs’ın eski Maliye Bakanı’na yapılanlar ise çağımızda artık bir medeniyet ayıbı sayılacak cinsten. Bir insanı cinsel tercihi yüzünden teşhir edip aşağılamak, günümüz dünyasında yemek yerken çatal bıçak kullanmamaktan daha düşük bir medeniyet seviyesine işaret ediyor. Birçok Avrupa ülkesinde ise, bir kişiye cinsel tercihi yüzünden bu tür bir ayrımcılık ve aşağılama yapmak ağırlaştırılmış bir suç. ‘Eşcinsel olmayan’ Kıbrıslı Türkler olarak, eşcinselleri aşağıladığımız zaman üzerimizdeki ambargolar ortadan kalkmayacak, kimlik sorunumuz, nüfus sorunumuz, “beslemelik” sorunumuz çözülmeyecek. Olacak olan tek şey aynen başkalarının bize yaptığı gibi, insanları haksız yere, kimliklerine de hakaret ederek, ezmek olacak. Tarih ezildiğini iddia eden halkların, başka toplulukları ezmesi kadar trajik bir şey daha görmemiştir herhalde. Tıpkı Naziler tarafından katledilen Yahudilerin, bugün İsrail çatısı altında Filistinlilere yaptıkları gibi.
Anlayacağınız memlekette bu aralar tatsız tuzsuz limonlar ve onların kurtulmamız gereken fosilleşmiş kabukları var... Bir de yüzümüzdeki ekşimişlik ifadesi...