Londra’da uluslararası nitelikli basın toplantısı!
Hadeeee gelin Londra’ya gidelim…
Eeeee!
Orada “uluslararası nitelikli” bir basın toplantısı düzenleyelim!
Yapma be!
Gerçekten mi?
Gerçekten!
-*-*-
Ve haklı olduğumuzu anlatalım!
Başka?
Başka bir şey yok!
Bu kadar!
-*-*-
Şimdi, “uluslararası nitelikli” bir basın toplantısı düzenlemek ne demektir?
Londra’da, İngiliz ulusal medyasından temsilcilerin ve İngiltere başkentinde görev yapan üçüncü ülke gazetecilerinin de katıldığı bir basın toplantısı demektir!
-*-*-
Burada neyi anlatacaksınız?
“Haklı” olduğumuzu!
-*-*-
Uluslararası nitelik meselesini geçiniz; kimse bizi dinlemez…
Parası ödenerek oraya getirilen bir iki ahbap dışında, kimse de bu konuyu ne yazar, ne konuşur?
-*-*-
Evet, Şimon Aykut’a Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaptığına siyasette – hukukta veya hayatta “adamlık” denmez ve gerçekten ortada büyük bir “utanmazlık”, korkunç bir “korkutma” vardır…
-*-*-
Ama buna yanıt vermenin adı, insan kaçakçılığından şaibeli örgütleri de yanına alıp, Londra’da “üç beş ahbaba” hikaye anlatmak değildir…
-*-*-
Kıbrıs sorununu çözmek zorundayız…
Bunun yolu ve yordamı budur!
-*-*-
Çünkü kimse seni “KKTC” olarak kabul etmiyor…
Sen “taraf” değilsin…
-*-*-
Gidiyorsun ve Londra’da diyorsun ki; “… Kuzey’deki mülklerini terk etmiş olan Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarına erişim yolu açıktır… Bu hakkı çiğnemedik… Bu hakkı çiğnediğimiz gerekçesiyle tutuklanmamız da doğru değildir…”
-*-*-
İyi tamam da “sen kimsin” ki bunu söylüyorsun!
Sana demezler mi ki, “sen git annen gelsin…”
-*-*-
Taşınmaz Mal Komisyonu!
Tamam, kısa adı TMK!
Tamam!
Peki TMK, KKTC’nin bir kurumu mu?
TMK, Türkiye’nin alt yönetiminin bir kurumudur…
Dolayısıyla “KKTC’nin” ikisi insan ticaretinden şaibeli altı örgütünün temsilcileri toplanacaksınız, gideceksiniz, “haklıyız” diye ağlayacaksınız, kimse de sizi dinlemeyecek!
Dinleyenlerin de “dinletme” gücü zaten sıfır olacak!
-*-*-
Hani derdik ya eskiden; “Tek yol devrim”…
Şimdi de “tek yol çözüm”dür!
-*-*-
Şimon Aykut meselesi mi?
Niye bir tek örgütünüzün temsilcisinin dahi bassoları ya da bronzosu, bu adamı bizim ihbar ettiğimizi, KKTC’ye çöreklenmiş Türk faşistlerinin “İsrailliler topraklarımızı çalıyor” ağlayışının bir sonucu olduğunu da kabul etmiyor!
-*-*-
Kısacası işimiz de işiniz de boş!
Evet, insani açıdan bakarsanız, haklı olduğumuz çok önemli “argümanlarımız” olabilir!
Ama hukuki açıdan yokuz!
-*-*-
Ersin Tatar gibi, “Hayır varız, var olmaya da devam edeceğiz” dediğiniz sürece; insan kaçakçılığında imza yetkili olmanın bir adım ötesine gidemeyiz!
-*-*-
Şener Elcil hocam çok haklıdır; o hataya ben de düşüyorum ve Ersin Tatar’ı suçluyorum ama hayır!
Oturun; Türkiye’ye, “çözüm kaçınılmazdır, aksi takdirde hamasetle gelebileceğimiz yer olan uçurumun tam dibindeyiz; biraz daha hamaset, hep birlikte uçurumun dibidir” deyin!
-*-*-
Sıkarsa tabii ki!
Haaa bir de insan kaçakçılığından vaz geçin!
Lütfen!
Gambiya’da gezelim; ameliyat aletine ne gerek var canım!
Geçenlerde çok değerli bir doktorumuzla uzun sohbetimiz olmuştu…
Hastanede alet edevat eksikliğinden söz etmişti bu doktorumuz…
-*-*-
Nasıl yani?
Koskoca egemen eşit devletimizin Gambiyalara, Avustralyalara, İngilterelere sırf turizm maksatlı gezmelere parası vardı; har vurup harman savurmaya tüm devlet zevatının ve zerzevatının keyfi oluyordu da ameliyatlar için “şart olan” 10 bin 20 bin euroluk alet parası mı yoktu?
-*-*-
Bunun adı yönetememektir!
Veya daha doğru ifadeyle bunun adı “yemeye içmeye düşkünüz, hastalanan ölsün”den başka bir tutum değildir!
-*-*-
Maşaallah külliye inşaatı tam gaz!
Ama hastanede bazı ameliyatlar yapılamıyor…
-*-*-
Sevgili Kudret Özersay’ın sosyal medyada bir paylaşımını okudum…
Bu konuya değiniyordu…
Özersay’ın paylaşımı dün Kıbrız Manşet adlı internet gazetesinde de “manşet”teydi…
-*-*-
Bir de belge yayınladı Özersay ve “Hastaneyi yönetmeye çalışan bir doktorun İSYANInı gösteren bir belgedir bu!” diye yazdı…
Özersay’ın anlattığına göre; ameliyatlar için acil gerekli alet ve malzeme, doktorların, başhekimin defalarca yazı yazmasına rağmen temin edilmedi ve ameliyat sırasında yarı buçuk çalışır halde ve tek olan cihazın dişlisi kırıldı, yenisi takılmadı ya da tamiriyle ilgilenilmedi…
-*-*-
Doktorlar ve ismi açıklanmayan başhekim, bazı önemli ameliyatlarda ciddi zorluklar yaşanmasından söz ediyor!
Peki nedir bunun anlamı?
Bunun anlamı, “sakın ameliyat olmayın, masada kalacaksınız”dan başka bir şey değildir!
Doktorlar, çok acil ve büyük ameliyatları yapamaz haldedir…
“Bel fıtığı ameliyatı dışında herhangi bir başka ameliyat yapamaz duruma geldik” diyor…
Özersay da “… daha ne desinler?” diye soruyor ve hükümetle hükümetin başkanına özetle şu mesajı gönderiyor:
“Tamam kurultayınız var, biliyoruz… Kurultay çalışmalarınıza bir ara verin… Sağlıkta bu eksikler ve ihtiyaçlar belki de insan sağlığını tehlikeye atmaktadır… En azından ameliyatların yapılması için gerekli olan alet ve malzemeyi alıp hastalara şifa vermeye çalışan doktorlarımıza ulaştırın…”
Saygısızlıktan değil, saygıdan… Eskiden, önemli saydığımız kişilere “Bay” derdik… İngiliz etkisiydi bu… “Mr.”den gelen… Kıbrıslı Türk erkekler yıllarca bir birine “Be Bay” diye seslenmiştir… Sayın Cevdet Yılmaz ülkemizde… “Genel Valimiz” dersem, kızacaksınız… “Be Bay” demek daha “az kızılası” gibi geliyor… Diyeceğim şudur Be Bay, “Hoş geldiniz; sefalar getirdiniz ama işler iyi gitmiyor… Çalıntı toprak üzerine yapılmış gösteriş maksatlı külliyeniz dışında proje yürümüyor. Hastaneler yetmiyor, nüfus artıyor… Okullar yetmiyor, yıkılıyor, nüfus artıyor, yenisini de yapamıyoruz… Su getirdiniz gerçekten şükran ama denizin dibinden gelen suyu, Geçitköy’den Omorfo’ya (Pardon Güzelyurt’a) taşıyamadık… Kısacası Be Bay, hamasetten, vaatten, yalandan usandık… Mesela son 8 aydan uzun süredir, sizin sponsorluğunuzdaki ihalelerin ödemeleri bile gelmedi Be Bay…