Lube Ayar; “Sloganlarla değil, delillerle gazetecilik yaptım”
Gazeteci, yazar Lube Ayar, spor muhabirliğiyle başlayan, adliye muhabirliğiyle süren, futbolun adliyeye taşınmasıyla bambaşka sürece dönüşen kariyer yolculuğunu bizimle paylaştı.
Simge Çerkezoğlu
Gazeteci, yazar Lube Ayar, spor muhabirliğiyle başlayan, adliye muhabirliğiyle süren, futbolun adliyeye taşınmasıyla bambaşka sürece dönüşen kariyer yolculuğunu bizimle paylaştı. Türkiye şartlarında kendisine gazetecilik yapacak mecra bulamayan Ayar, şu anda hayatına Kıbrıs’ta devam ediyor. Dergi yayıncılığı yaparak, mesleğini dürüstlükle icra ediyor. Onu okumak ve dinlemek Simon Kuper’in “futbol asla sadece futbol değildir” kitabının doğruluğunu hatırlatırken, yaşananları farklı bakış açısıyla izleme şansını bana kazandırıyor.
“KENDİMİ BİLDİM BİLELİ FENERBAHÇE HAYRANIYDIM”
Lube Ayar, gazeteci olma fikrini aklına çocukluğundan kazıyan bir isim… Babasının Milliyet gazetesi ile eve gelişleriyle başlayan bu süreç yetişkinliğinde hayat buldu.
“Gazeteci olma hevesim, aslında futbolu sevmemle başladı. Kendimi bildim bileli çok iyi bir Fenerbahçe taraftarı oldum, takımı hep çok yakından takip ettim. Ortaokul yıllarımda da yazarak kendimi çok iyi ifade ettiğimi fark eden bir öğretmenim sayesinde yazmaya başladım. Tabii o yıllarda ne yazacağım konusunda bir fikrim yoktu ama futbolu çok sevdiğim için maç yazıları yazıyordum. Arkadaşlarım da bunları okuyordu. Lise yıllarımda da bu sevgi devam etti hatta Zillispor diye bir takım kurup erkek öğretmenlerle kıran kırana maçlar yaptık. Bu futbol sevgisi ile spor yazarı olma hevesine kapıldım. Milliyet yazarı İslam Çupi’nin hayranıydım, babam da sıkı bir Milliyet okuruydu. Böylece gazeteci olma fikri bende takıntıya dönüştü. Gazetecilik eğitimi alamadım ama Kocaeli Üniversitesi’nde fotoğrafçılık bölümünü kazandım. Üniversite eğitimim sırasında Fanatik gazetesine gittim, çalışmak istediğimi söyledim. Ben küçük bir kız çocuğuydum, gazete ise erkek doluydu. O zamanki Genel Yayın yönetmeni Necil Ülgen’e kendimi anlattım, çalışmayı çok istediğime onu ikna ettim, böylece Fanatik gazetesinde çalışmaya başladım.”
“MESLEĞİ ÇALIŞARAK ÖĞRENMEK BANA ÇOK DAHA ZEVKLİ GELDİ”
Bir süre Fanatik gazetesinde staj yapan, spor muhabirliği yapan Lube Ayar, zaman içinde istihbarat bölümüne uygun görülerek, Milliyet Haber Araştırma Merkezi’nde muhabirlik yapmaya başladı. Ancak hayatı boyunca spordan ve futbol ile yolu adliye koridorlarında buluştu.
“Ben alaylı bir gazeteciyim, eğitimim fotoğraf üzerine. Sonradan İstanbul Üniversitesi’nin gazetecilik bölümünü kazansam da hem çalışıp hem okumak çok zor geldi. Mesleği çalışarak öğrenmek daha büyük keyif verdi. Ve asıl adliye muhabiri olarak çalışmaya başladığımda bu mesleğin çok zor bir şey olduğunu anladım. Şişli Adliyesinde başladığım muhabirlik, ağır ceza mahkemesinde devam etti. Yıllarca yargı muhabirliği yaptım. Bu süreçte çok iyi haberler ürettim, böylece Milliyet’te tutundum. Bu zaman içinde televizyon deneyimim de oldu. Reha Muhtar ile ana haberde çalıştım. Televizyon her zaman benim çok ilgimi çeken bir alandı. Sizin de bildiğiniz gibi gazete ve televizyonlar hep iç içe ekiplerdi. Böylece yolum televizyonla da kesişti. Televizyon için projeler üretmekten hep keyif aldım. Kısa bir süre Kanal D’de iç yapımlarda çalıştım. Kanal 1’de Fatih Altaylı döneminde canlı yayın muhabirliği yaptım. HaberTürk’te hem gazete hem televizyon için haber yaptım.”
“FUTBOL ADLİ HAYATIMA 2006 YILINDA ŞİKE SORUŞTURMASIYLA DAHİL OLDU”
Lube, yeri geldiğinde azınlıkların ve ezilenlerin haklarını yüksek sesle dile getiren, yeraltı dünyasına dair cesaret isteyen haberler yapan, kitaplar kaleme alan bir gazeteci oldu. Ve çocukluk aşkı futboldan hiç kopmadı. Gün geldi Türk futboluyla ilgili ilk şike haberini yapan gazeteci de o oldu.
“Spor yazarı olmak için çıktığım bir yolculukta yargı muhabiri oldum. Yıllar sonra bu kez futbol benim alanıma girdi. Ben artık iyi bir yargı muhabiriydim, futbol ise adliye dosyalarındaydı. 2006’da İtalya’da sözde temiz futbol soruşturması başlamıştı. Juventus’un küme düşürüldüğü büyük bir olaydı. Juventus o günlerde küme düşürülünce elimdeki dosyadan haberdar olan Milliyet yönetimi, bir şike dosyası yazmamı istedi. 2004-2005 sezonunun son maçında Bursaspor küme düşmüş ve Beşiktaş’ı 1-0 yenen Rizespor 1. Lig’de kalmıştı. İşte bu maça dair bazı telefon konuşmaları, Sedat Peker’in yargılandığı davanın dosyası elimdeydi. Dosyadaki tape’lere göre, devletin en üst kademesinin de bilgisi dahilinde, Beşiktaşlı futbolcular bilerek Rizespor’a yenilmişlerdi. Juventus soruşturmasından cesaret bulan Milliyet gazetesi, tüm bunları yazı dizisi olarak yayınlamama izin verdi. Bu haberleri yaptım ve tabii Beşiktaş’ta kıyamet koptu. Oysa ben dosyada ne varsa onu yazmıştım. Böylece futbol ilk kez benim adli hayatıma dahil oldu. Başka hiçbir gazete bunları yazmadı, yazamadı. Oysa o maçı izleyenler yazdıklarımın doğru olduğunu biliyordu. İnanın yazdıklarım, yazamadıklarımın yanında devede kulak kaldı. Futbol mafya ilişkisini, kimlerin bu ilişkinin içinde olduğunu gözlerimle gördüm. Ama gördüklerimin çoğu bende saklı kaldı.”
“İLK ERGENEKON İDDİANAMESİNDE TEK BİR DELİL DAHİ OLMADIĞINI GÖRDÜM”
Yıllarını adliyelerde geçiren gazeteciler için 2008 yılında başlayan Ergenekon soruşturmaları önemli bir süreçti. Ancak o bu süreçte de aykırı duruşundan ödün vermedi.
“Yıllarca adliye muhabirliği yapan bir gazeteci olarak Ergenekon soruşturmalarına bir gün bile inanmadım. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz ile ters düştüm, odasına girmeyen tek muhabirdim. Bir savcının yapmaması gereken her şeyi yapıyordu, ona saygı duymuyor, gazetecilere anlattıklarına inanmıyor, onu ciddiye almıyordum. Sözlerle, sloganlarla değil delillerle gazetecilik yapıyordum. İlk Ergenekon iddianamesini okuduğumda dosyalarda tek bir delil dahi olmadığını gördüm, sonra 442 dosyayı da okudum. İçinde deli saçması gizli tanık ifadelerinden başka hiçbir şey yoktu. Hatta ilk iddianamenin eklerindeki saçma belgelere yer vereceğim 52 Ergenekon Fıkrası isimli bir kitap yazmaya başladım. Emniyetten bana kendine dikkat et, Zekeriya Öz seni takibe aldı diye bir not geldi. Organize Şube’den kimseyi tanımıyordum ama onlar beni iyi tanıyordu. O şubenin hazırladığı, adliyeye gönderdiği birçok dosyayı manşetlere taşımıştım. Sanırım taktirlerini kazandım ki onlar da bana hayatımın en büyük iyiliğini yaptı. Zekeriya Öz’ü ciddiye almıyordum ama yapabileceği kötülüklerin farkındaydım. Adliye muhabirliğini bıraktım. Milliyet’in eki Cadde’yi çıkaran ekipte çalışmaya başladım”
“2011 YILININ TEMMUZ AYINDA TÜRK FUTBOLUNDA MİLAT YAŞANDI”
Kuşkusuz 2011 yılı Temmuz ayı hem onun hayatı, hem de Türkiye futbol tarihi için bir dönüm noktası oldu. O günlerin yaşanma nedenlerini şöyle yorumladı;
“3 Temmuz 2011’de Türk futbolunda bir milat yaşandı. Fenerbahçe şike yapmakla suçlanıyordu. İlk andan itibaren bunun da Ergenekon gibi yalan olduğunu söyledim, yazdım. O dönem çalışmıyordum ve sosyal medyada özgürce direnişe geçtim. Ergenekon iddianamelerini okuduğumda bazı kişilerin ve kurumların hedef olduğunu fark etmiştim. Aziz Yıldırım da o isimlerden biriydi. Hedef Türkiye’nin siyasi, adli, sosyal, kültürel ve sportif tüm mevzilerini işgal etmekti. Fenerbahçe de Türkiye’nin en cumhuriyetçi, en Atatürkçü kulübüdür. Kadıköy’ün ruhunun kaynağıdır. Bu kalenin hem psikolojik hem de ekonomik gücüne sahip olmak istediler. Ve doğrudan Başkan Aziz Yıldırım’a vurdular. Zaten FETÖ terör örgütünün tarzı buydu. Hangi camiayı çökertmek istiyorsa işe lideriyle başlıyor, camiayı sersemleterek ve korkutarak sindiriyordu. CHP’ye, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Çağdaş Yaşam Derneği’ne, üniversitelere hep bunu yaptılar. Tabii bu strateji bir tek Fenerbahçe’de işe yaramadı.”
“FENERBAHÇE TARAFTARININ EN ZOR ZAMANLARDA SESİ OLDUM”
Adeta yeniden adliye muhabirliğine dönen Lube Ayar, Fenerbahçe’nin davasını yakından takip etti. 2016’da da “Ne Şikesi Memleket Elden Gidiyor” adlı bir de kitap yazdı. Böylece futbolun asla sadece futbol olmadığını bir kez daha gösteren isim oldu…
“Bugünden bakıp o dönemi tarif etmek bile imkânsız. Düşünün iktidar ve cemaatin el ele olduğu ortamda, ikisini birden karşınıza alıyorsunuz. Açıkçası ben çok ağır bir baskıya rağmen inandığım şeyleri söylemenin keyfini çıkardım. Doğal olarak sessizliğe gömülen Fenerbahçe taraftarının en zor zamanlarda sesi oldum. Bugün hala bana karşı büyük bir sevgileri var. Süreç boyunca davayı yakından takip ettim. Tamamen algı operasyonuydu, soruşturma her şeyiyle yanlıştı. Böylesi algı operasyonuna ilk andan itibaren muhalefet etmekte vicdani engelim yoktu. 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı ortamda bu dava da çöktü. Fakat ne yazık ki Yargıtay’dan hâlâ bir karar çıkmadı. Darbe girişimi davaları bile karara bağlandı, bir bu bitmedi.”
“FENERBAHÇE TÜRK FUTBOLUNUN LOKOMOTİFİDİR”
Son zamanlarda önlenemeyen şekilde kötüye giden, çok tartışılan Türkiye’nin üç büyüklerine dair fikrini merak ediyorum. Başakşehir takımının yükselişini yorumlamasını talep ediyorum.
“Gazetecilerin ön görüleri olmalıdır. Ben 2011’deki operasyonun Türk futbolunun kalbini sökeceğini hatta yıllarca ayağa kalkamayacak duruma getireceğini söylemiştim. Ezeli bir rekabet duygusuyla yıkanan taraftarların futbola olan güven duygusu bu olaylarla bitirildi. İçlerine düşmanlık tohumu ekildi. Futbol bir yanda dinmeyen düşmanlık diğer yanda korkunç bir ekonomik krize girdi. Türk futbolunun çöküşü 3 Temmuz ile başladı. Naklen yayın gelirleri düştü, takımlar Avrupa’ya gidemedi. Tüm bu düşüşlerle bu günlere gelindi. Başta Fenerbahçe çöktü, 2 milyar dolarlık marka değeri eridi, şu an 850 milyon Euro borcu olan kulübe dönüştü. Teknik olarak büyük kulüplerin hepsi borca batmış, iflası yaşıyor, futbolcu kalitesi yerlerde sürünüyor. Başakşehir devletin takımıdır, belediyeden beslenen, pahalı takımdır. Bugünlere adım adım gelen akıllı, doğru kurulmuş, iyi top oynayan ve yönetilen takımdır. Fakat ben böyle bir takımı ligde görmek istemiyorum. Belediyeler kaynaklarını, halkın vergisini profesyonel spora harcamamalı. Ama şöyle bir gerçek de var; statlarını iktidarın onayı ve desteğiyle yaptıran, her yıl yüz milyonlarca vergi borcu affedilen Galatasaray ve Beşiktaş’a bu durumda laf düşmez. Bugün Türkiye’nin birçok büyük şehrinde devlet eliyle statlar inşa edildi. O statların keyfini sürenler Başakşehir’e ‘devletin takımı’ diye burun kıvıramaz. Fenerbahçe her zaman üvey evlat oldu. Kulüp, Aziz Yıldırım döneminde tamamen kendi kaynaklarıyla, taraftarının desteğiyle stadını baştan aşağı yeniledi. Fakat hala stat tapusunu bile alamadı. Stadın yanındaki lise arazisine karşılık üç okul ve spor salonu inşa etti fakat resmî protokole rağmen o arazi de kulübe devredilmedi. Türk futbolu, nasıl Fenerbahçe ile birlikte çöküşe geçtiyse yine Fenerbahçe ile ayağa kalkacak. Önce sözde şike davası Yargıtay’da karara bağlanmalı, kulübe yaşatılan haksızlıklar ekonomik olarak tazmin edilmelidir. Fenerbahçe hastayken Türk futbolu sağlıklı olamaz.”
“GAZETECİLİK TÜRKİYE’DE MAALESEF UĞRUNA ÖLÜNEN BİR MESLEKTİR”
2016 yılından bu yana Kıbrıs’ta yaşayan ve gazetecilik mesleğini bırakan Lube Ayar, bu ortamda gazetecilik yapmasının mümkün olmadığını üzülerek anlatıyor.
“Gazetecilik, Türkiye gibi toplumlarda idealist, hatta uğruna ölünen meslek maalesef… Ben büyük hayallerle gazeteci oldum. Yaptığım haberler, aldığım ödüllerle ilerliyordum. Ancak benim günümüz medyasında yerim kalmadı. 3 Temmuz operasyonunda iktidar, medya ve cemaate muhalif durdum, sert tepki gösterdim. Gurur duyduğum bir çıkıştı ama bedeli ağır oldu. Türkiye’de gazetecilik yapamıyorum. Benim alıştığım şekilde gazetecilik yapabileceğim mecra kalmadı. 2016’dan bu yana Merit Otelleri için çalışıyorum. Grubun tüm otellerinde dağıtılan iki dergi çıkarıyorum. Başlangıçta benim için kolay olmadı ama zamanla birlikte çalıştığım insanları çok sevdim. Yüksek enerjiyle ve keyifle çalışıyorum, kendimi şanslı hissediyorum. Zamanımın çoğunu Kıbrıs’ta geçiriyorum, adayı seviyorum, zihinsel temizlik imkânına kavuştuğumu hissediyorum. Kendimi sorgulayacak, yeni bir gelecek planlayacak zamana ve huzura kavuştum. Sanırım ihtiyacım olan da buydu.”