Lübnan Nere Ola ki?
YENİDÜZEN GLOBAL - Lübnan Nere Ola ki?
Orta Doğu diye adlandırılan jeopolitik alan, hem fiziksel yakınlığı ile hem tarihi benzerlikleri ile aslında bizlerin Kıbrıs’ta çok iyi bilmesi ve tanıması gereken bir bölge. Ancak tam tersine, biraz da dünya siyasetinin batı merkezli şekillenmesinden ötürü, örneğin Avrupa tarihine hakim olduğumuz kadar hakim değiliz bu bölgeye ve bu bölgede olan bitene. İsrail Devleti’nin kurulması ile iki farklı halkın bir arada yaşadığı bir toprak parçasına dönüşen tarihi Filistin toprakları ve devamında İsrail Devleti ile Filistin halkı arasında gelişen çatışma Kıbrıslı barış aktivistleri ile barış ve uzlaşı konusunda çalışanların bir miktar daha yakından takip ettiği bir konu olmakla birlikte, bir yıldır, ama özellikle son haftalarda şahit olduğumuz savaşın geri planı ile ilgili bilmediğimiz o kadar çok şey var ki. Yenidüzen Global olarak, önümüzdeki birkaç sayıda bölgede süregelen sıcak çatışma ekseninde, bölgesel dinamiklere dair değerlendirmelerimizi ve ülke profillerini sizlerle paylaşmaya gayret edeceğiz.
Bu hafta gözümüzü Hizbullah – Hamas – İran – İsrail savaşında ilk nazarda sadece sahne olarak kullanıldığı hissini veren Lübnan’a çeviriyoruz. Yazının başlığına da taşıdığımız en büyük merak konumuz Lübnan’ın tam olarak konumu ve yeri nedesi? Aslında, sormaya çalıştığımız şu: Sıcak çatışmalar devam ederken telaffuz edilen aktörlerin isimleri İran, İsrail, Hamas, Hizbullah iken, Lübnan Devleti’ne ait topraklar bu aktörlerin sahnesi midir sadece? İsrail, Hizbullah Lübnan’da bulunduğu için Lübnan topraklarına bombalar gönderiyorken, kara operasyonu düzenliyorken, Lübnan Devleti’nin sınırlarını ihlal ediyor ve Lübnan vatandaşlarını öldürüyorken söz konusu Devlet tam olarak ne yapmaktadır? Hizbullah, devlet örgütlenmesinin tam olarak neresindedir?
Lübnan, I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun özerk bir bölgesi olarak olarak yönetilmekteydi. Ancak Osmanlı yönetimi esnasında Lübnan otonom bölgesi Lübnan Dağı (Cebel-i Lübnan) bölgesini kapsamaktaydı. 1914’te bu otonom bölgenin nüfusu 400,000 civarındaydı ve Hristiyan nüfus toplam nüfusun %80’ini oluşturmaktaydı. Hristiyan nüfus içerisinde de en büyük grup %60 ile Maronitlerdi. Suriye ile birlikte Fransız mandasına girerken, Maronitler’in Fransa’dan iki temel talebi mevcuttu. Birincisi, kendi başına ayakta durabilmesine yetecek büyüklükte bir devlet ve bu devlet içerisinde, sahip oldukları çoğunluğa paralel olarak Hristiyanların yönetimde söz sahibi olacakları garantisi. Fransa, Maronitlerin devlet talebine boyun eğerek tarihi Lübnan’ı daha da genişleterek bugünkü modern Lübnan’ın sınırlarını çizdi, ancak toprak olarak genişletilen ülkede, ister istemez nüfus dengeleri de değişmişti. Lübnan siyasi tarihinde, yapılan en son resmi nüfus sayımı 1932 yılındaki nüfus sayımıdır ve burada Hristiyan/Müslüman yüzdelikleri 51e 49 şeklinde sonuç vermiş ve farkın çok marjinalleştiğini göstermiştir. Hem Müslüman nüfusun doğal nüfus artışının Hristiyanlara göre fazla olması, hem de bölgesel çatışma dinamikleri ile Lübnan’ın Filistin başta olmak üzere müslüman göç alması dengeleri alt üst etmiştir. 1940’ların sonlarına doğru Müslüman nüfus oranının artması, hem Lübnan’ın yönetsel paradigmasını değiştirmiş hem de hala Fransız mandası olması münasebeti ile Fransa ile gerilimli bir ilişkiye sebep olmuştur. Müslüman nüfusun artması ile kendilerini siyasi erki ellerinde tutmak yönünde tehdit altında hisseden Maronit siyasal odaklar, Filistin mülteci kamplarına karşı da saldırgan bir tutum içerisinde olmuşlardır.
Fransız mandası, Lübnan yönetimini organize ederken yerel temsilcileri sekter temsiliyet oranlarına göre seçerek, ülkenin sekter yapısını yönetim prensibi haline getirmiştir. Bu sebepledir ki, bağımsızlık talep etmek isteyen Lübnan toplulukları bu sekter çizgiler üzerinde siyasal bir anlaşma yapmışlardır. Ulusal Mutabakat olarak bilinen bu siyasi ve yazılı olmayan anlaşmaya göre bağımsız Lübnan anayasası önemli devlet makamlarını sekter bir şekilde dağıtacaktır. Buna göre, Cumhurbaşkanı her zaman bir Maronit, Başbakan her zaman bir Sünni Müslüman ve Meclis Başkanı da her zaman bir Şii Müslüman olacaktır. Ayrıca bu üç ana dini sekt ile birlikte toplam 18 dini grup ve sekt nüfusları oranında parlamentoda, devletin diğer kademelerinde ve kamu görevinde temsil edileceklerdir. Parlamentoda Hristiyan/Müslüman oranı 6’ya 5 şeklinde korunacaktır. Mutabakatın bir diğer önemli noktası da, Lübnan Hristiyanların çoğunlukta olduğu bir Arap devleti olarak kendine bir imaj çizecek olmasıdır. Neticede, 1943 yılında, Ulusal Mutabakat çerçevesinde Lübnan halkları bir araya gelerek Fransız mandasına karşı bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Lübnan Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır.
İyi kötü, Ulusal Mutabakat prensipleri çerçevesinde aşırı sekter bir devlet olan Lübnan 1975’e gelebilmiştir. Ancak, bölgesel dinamiklerin hem ülkenin çevresinde değişmesi hem de bu değişimin ülke içerisine siyaseten nüfuz etmesi sonunda 1970lerin ortasında nüfus dengesinin oldukça fazla değişmesi, büyük oranda gerçekleşen Filistinli göçü, yükselen pan-Arapçılık ve pan-İslamcılık, Maronit-Sünni işbirliğini sekteye uğratmıştır. Sünni güç odakları Filistinlilerin İsrail’e yönelik saldırılarını desteklerken, Maronitler kendilerini Filistin Kurtuluş Örgütü ile karşılıklı çatışma içinde buldular. Devletin fiziki güvenliği sağlamakta zorlandığı bu zeminde, çeşitli milis güçler kontrolü kendi eline almış ve 1975 yılında Lübnan kendini bir iç savaşın içinde bulmuştur. Yaklaşık 15 yıl süren iç savaş, Suudi Arabistan’ın Taif kentinde imzalanan sözleşme ile son bulmuştur. İç savaş sırasında Suriye de Lübnan’da askeri varlığını tesis etmiş ve Taif Anlaşması ile Suriye’nin ülkedeki konumu da meşrulaştırılmıştır. İç savaş esnasında ortaya çıkan başka bir aktör de Şii Milis örgütlenmesi olan Hizbullah’tır.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda da etnik temsiliyete dayalı bir görev ve oran dağılımı yapıldığını hatırlamak bizim için yerinde olacaktır. Lübnan’da yaşananlardan ve kendi tarihimizden de çok iyi bileceğimiz gibi, milliyet, etnisite, din gibi suni kategoriler üzerinden siyasi erk paylaşımı yapmaya çalışmak başarısızlığa mahkumdur. Fransız mandasına karşı geçici bir iş birliği zemini yaratan sekter güç paylaşımı, aslında siyasi erkin elitler arasında paylaşılmasını sağlamış ve toplumsal bütünleşme ve devletleşmeyi engellemiştir. Bir nevi, emperyalist yönetim prensiplerinin şekil değiştirerek devamını sağlamıştır.
Taif Anlaşması ve yükselen Hizbullah sonrası gelişmeleri değerlendirmeye ve coğrafik olarak küçük ancak bölgenin siyasi tarihinde büyük bir yer tutan Lübnan’ı, İsrail – Filistin – Hizbullah çatışması çerçevesinde analiz etmeye, bir sonraki Yenidüzen Pazar’da devam edeceğiz.