1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Lübnan’da geçmişle yüzleşme girişimi 2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Lübnan’da geçmişle yüzleşme girişimi 2

A+A-

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK İÇİN DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

 

Öğrencilerin röportajlarından oluşan bir savaş günlüğü: “Bilmek istiyoruz!”


ICTJ’in internet sayfasında bu projeyle ilgili bir değerlendirme yazısı yazan Hristalla Yakinthou ve Lynn Maaluf, özetle şöyle diyorlar:

***  Bu projenin başlığı bir tür isyankar başlıktır, bu bilinçli olarak seçilmiş bir şeydir – gençler seslerini yükseltiyorlar ve kendi ülkelerinde neler olduğunu öğrenme haklarını talep ediyorlar ve eğer bu sınıflarda olamıyorsa, o zaman kendi evlerinde olabilir… Çünkü tanıklıkları kendi ana-babalarından, nene-dedelerinden ve diğer yakınlarından toplayarak Lübnan’da savaşta yaşanmış tarihlerin arşivini yaratıyorlar.

***  2010-2012 yılları arasında yürütülen “Banda Naaref” projesinin amacı,  genç insanlar arasında savaşı yaşamanın ne demek olduğuna ilişkin bir farkındalık geliştirmek ve kendi yaşlılarının deneyimlerine daha fazla empati duymalarını sağlamaktı… Bu öğrenciler için hem bir sözlü tarih, hem de gerçeği arama projesi olarak geliştirilmişti – röportaj yapılanlar için ise gerçeği anlatma süreci vardı… Katılımcıların pek çoğu, savaş esnasındaki deneyimlerini ilk kez anlatıyorlardı…

***  Proje, savaş esnasında gündelik yaşama odaklanmıştı çünkü böylesi deneyimleri Lübnan’da o dönem yaşayan herkes bilebilirdi. Bu önemliydi çünkü Lübnan’ın farklı toplumları günümüzde kendi aralarında pek az ortak yön bulabiliyor… Lübnan’da çok tehlikeli ve derin bir “ötekileştirme” kültürü hakimdir, bir de her bir toplum yalnızca kendi toplumunun acı çekmiş olduğunu düşünüyor…

***  Röportaj yapılan şahıslar öğrencilere bölünmüş Beyrut’un iki tarafı arasında gidip gelmek, barikatları geçmek, su ve yiyecek raşınlarıyla baş etmek, sığınaklarda yaşamak ve aileleri ve sevdikleriyle iletişim kurmak gibi deneyimlerinden söz ettiler.  Bu konular bilinçli olarak seçildi çünkü projeye katılanların bir savaş durumunda yaşamanın ne anlama geldiğini daha iyi anlamalarını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda ana-babalarının ve nene-dedelerinin deneyimleri hakkındaki bilgilerini de arttırdı.

***  Beyrut bölgesinden toplamda 12 okuldan 15-16 yaşlarında 44 öğrenci bu projeye katıldılar, bunu öğretmenlerinin gözetimi altında yaptılar. Çok farklı etnik kökenlerden (Ermeni, Filistinli ve Lübnan) farklı dinlerden ve farklı özel ve devlet okullarından katılımcılardı bunlar.

***  Hedef, savaşın “insan” öykülerini toplamaktı – bunlar savaş esnasında yaşanmış ancak evde ille de konuşulmamış konulardı… Röportajı yapılan bazı şahıslar, çatışma esnasında tanık oldukları veya yaşamış oldukları adaletsizliklerden ve şiddetten söz ettiler, bu öğrencilerin doğrudan onlara sormadığı bir soru olsa dahi…

***  Öğrenciler, toplamış oldukları materyali yalnızca arşive koymak yerine bu materyali nasıl kullanabilecekleri yönünde düşünmeye de teşvik edildiler. Öğretmenler de aynı yönde teşvik edildiler ki böylece bu proje okullarıyla ve daha fazla sayıda öğrenciyle paylaşılabilsin…

***  Sonuçta 150 röportaj kaydedildi, bunlar Fransızca ve Arapça’ydı, tüm bu röportajlar da bir sözlü tarih arşivine dönüştürüldü – böylece alttan gelen öykülerle ilgili beklenmedik bir materyal havuzu oluşturulmuş oldu.

***  Röportajlar çözüldü ve orijinal dillerinden Arapça, Fransızca ve İngilizce’ye çevirileri yapıldı… Çözülmüş röportajlar ve özetler de öykülerini paylaşan bireyleri korumak amacıyla tümüyle isimsiz olarak kayda geçildi. Materyal hazır olunca bir internet sayfası hazırlandı ve bunlar ortaya konarak kamoyunda farkındalık arttırılmaya çalışıldı.

***  Pek çok öğrenciye aileleri kendi savaş deneyimlerini ilk kez anlatıyordu… Örneğin Nur Hajjar isimli öğrenci, kendi kişisel tarihini böylece öğrenmiş oldu… Nur, şöyle diyordu: “Kendi aile çevremle savaşla ilgili iletişim kurma olanağına kavuştum… Ayrıca hem kendi kişisel tarihimin, hem de ülkemin tarihinin saklanmış olan bölümlerini keşfettim. Sonuçta bu proje bana yetişkinlere daha büyük saygı göstermemi öğretti…”

***  Kısa bir süreliğine “güvenli” bir bölge olan güney Beyrut’ta öğrenciler ve bazı proje görevlileri bir araya gelebildiler ve öykülerini birbirlerine anlattılar. Normalde bir araya gelemeyecek farklı gruplardan öğrenciler bunu yaptılar… “Öteki” hakkında önyargıları yıkmak, Lübnan’ın farklı insanlarıyla deneyimleri paylaşmak ve sınırlar ötesinde ilişkiler kurarak ülke gençliğinin şiddete çekilmekte daha az istekli olacağı bir ortam bilinçli olarak yaratıldı.

***  Bu konuda daha fazla bilgi için: www.badnanaaref.org

 

(ICTJ ve Badna Naaref internet sitelerinden derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ.)

------------------------------------

***  Lübnan’da öğrencilerin “Bilmek İstiyoruz!” sözlü tarih projesinden röportajlar…

 

“Ben sekiz yaşındayken annemle babamı öldürmüşlerdi…”

1976 yılında röportajı yapılan şahsın annesi ve babası, köylerinde öldürülmüştü. O zamanlar sekiz yaşında bir kız çocuğuydu… En büyük erkek kardeşi 14 yaşındaydılar – altı çocuk ortada kalmışlardı. Yaşadıkları köyden göçmen olmak zorunda kalmışlardı, bu altı çocuk ile amcaları ve onların da aileleri Aşrafiye’ye göç etmişlerdi. Bu öksüzlere destek olan aile, 160 metrekarelik bir apartmana sığınmışlardı, toplam 20 kişi bu dairede yaşıyordu. Komşular onlara çok yardım etmişler, özellikle bu öksüzlere çok bakmışlar, onlara kol kanat germişlerdi.
Lübnan’da 15 yıl devam eden savaş boyunca röportaj yapılan bu şahsın son derece sınırlı bir yaşamı oldu… Okulu yaya olarak on dakika uzaklıktaydı, bakkal sokağın karşısındaydı, benzinci de oradaydı…
Üniversiteye başlama zamanı gelmişti – St. Joseph Üniversitesi’ydi bu ve kenti ikiye bölen hattın yakınındaydı… Hemşirelik ve tıp fakülteleri okulunda kendine bir oda kiraladı. Mezun olduktan sonra da bir hemşire ve ebe olarak yakınlardaki hastanelerde çalışmaya başladı. Hiçbir zaman sınırları ya da barikatları geçmedi.
Bu sınırlı alan onun için komşular arasında yardımlaşma demekti. Ailesi ekmek ya da benzin almak için ille de kuyruğa girmek zorunda kalmıyordu…
“Herkes bize bir şeyler ayırıyordu, kaldığımız yerde bir sığınak vardı ve burada sığınacak bir yer karşılığı bize bir şeyler veriyorlardı. Yaşadığımız yerdeki tek uygun sığınak bu binadaydı… Bu sığınak yerin beş kat altındaydı ve geçmişte bir kitapçının deposuydu…
Sığınakta daha çok radyonun etrafında toplaşarak yaşıyorlardı, radyo hiç kapatılmıyordu, televizyon da öyle… Bombalamaların ne zaman başlayıp ne zaman biteceğini kestirebilmek için insanların bu haberleri dinlemeye ihtiyacı vardı. Radyodaki haberlere göre ya sığınağa gidiyorlar ya da çabucak apartmanlarına çıkıp bir duş alıyorlar veya yemek pişiriyorlardı.
Sığınaklarda böylesi bir zorunlu yaşam insanların yeme alışkanlıklarını değiştirmeye zorlamıştı… Normal bir yemek pişirmek mümkün olmadığı için mum ışığında hazırlanmış sandöviçler yiyorlardı, Çoğu evde çocukların akşam yemeği meşhur “Picon sandövici” olmuştu. Yemek pişirecek olsalar dahi, pişirecek sebze sıkıntısı vardı…
Bu dönem röportaj yapılan şahsın ailesi sürekli benzin, tenekelerde yiyecek, mum, ilaç ve battaniyeler stokluyordu – böylece sığınakta bu temel ihtiyaçların eksikliğini hissetmeyeceklerdi…
Ancak savaşın sonlarına doğru, Hristiyanlar arasında çatışmalar yaşandığı dönemlerde röportajı yapılan şahıs sınırları, barikatları, arkadaşlarının ölümünü gördü… Annesiyle babasının öldürülmesini görmüştü…
“Hristiyanların birbirini öldürdüğü bu dönemde çok kaygılıydım… Akrabalarıma ulaşamıyordum… Tüm bunlar beni hasta ediyordu. Eşimle birlikte Lübnan’dan ayrılıp Fransa’ya gittim. Çocuklarımın başka bir milliyete sahip olmasını istiyordum… Bugün onlar Fransızdırlar ve nerede yaşamak istediklerine karar verebilirler, bu seçenekleri vardır…” diyor.
Röportajı yapılan şahıs, herkesin savaşı aynı şekilde yaşamadığına inanıyor… “Bazıları daha çok şey kaybetti” diyor… Çocukluğu mahvolmuş, gençliği mahvolmuş, üniversite yılları mahvolmuş… Kendisine kalsa, Fransa’da kalmayı seçerdi ancak eşi dönmek istemiş Lübnan’a… Kendi yaşadığı deneyimlerin çocuklarının yaşamasını asla kabul etmeyeceğini anlatıyor… Geçmişi onu çok yaralamış… Beyrut’ta veya Lübnan’da bir bölgeden öteki bölgeye gittiği zaman sanki yabancı bir yere gitmiş gibi oluyor çünkü savaş hala onun belleğindedir…”

http://www.badnanaaref.org/index.php/transcription/2
(BADNA NAAREF’ten derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ.)

 


-----------------------------------------

“Savaş, nefretin mantığa baskın çıkmasına fırsat verdi…”

Röportaj yapılan bu aile, Beyrut’u doğu ve batı diye ikiye ayıran bölücü hatta çok yakın yaşamaktaydı. Böylesi bir mahallede röportaj yapılan şahıs hiçbir zaman karşı tarafa geçmemişti ancak bir çocuk olarak büyürken, bu bölücü hat, gündelik yaşamını doğrudan etkilemişti…
Sık sık okula gidemiyordu, okul dışında herhangi bir faaliyete katılamıyordu…
“Savaş sırasında savaşı oynuyorduk” diyor. Bombalamalardan kaçmayı, görece daha güvenli bölgelerde bulunan akrabaların yanına sığınmayı anlatıyor… Savaş nedeniyle evin sürekli tamir edilmesi gerekiyordu ve sürekli bir güvensizlik duygusu hakimdi… Her zaman barikatların, hatta bazen çatışmaların ortasında kalıyorduk… Keskin nişancılar nedeniyle mahallenin belli bölgelerine gitmeleri yasaklanmıştı… Mahallede iyi komşuluk ilişkileri vardı çünkü insanlar aynı binalara, aynı sığınaklara sığınmışlardı… Kadınlardan biri yemek yapıyorsa, öteki su getirmeye gidiyordu, sürekli belli bölgelerden su taşımak zorundaydılar… Röportaj yapılan şahsın babası doktor, annesi de hemşireydi, annesi ve babası hijyene çok dikkat ediyorlardı ve her gün mutlaka bir duş alabiliyorlardı oysa yoksul insanlar bunu yapamıyordu. Annesi ve babası röportaj yapılan bu şahsı, bir çocuk olarak evde tutmaya çalışıyorlardı. 15 yıllık savaş sürecinde bu çocuk büyüyüp de genç bir yetişkine dönüşünce onun için ancak dua edebiliyorlardı… Bu genç 20 yaşındayken gönüllü olarak Kızılhaç’a katıldı ve 1985 ile 1991 yılları arasında gönüllü bir ilkyardım görevlisi olarak Kızılhaç’ta çalıştı.
Bir Kızılhaç gönüllüsü olarak haftada birkaç kez “on call” olmak durumundaydı… Ancak uzun süren ve ölümcül olan çatışmalarda, o zaman görevde geçirdikleri günler de uzuyordu, böylece bazen ailelerinden uzakta kesintisiz iki veya üç hafta geçirmek zorunda kalıyorlardı.
Bombalamalar olduğu zaman, görevlileri yaralılara ilkyardım götürmek, yaralıları hastanelere taşımaktı. Ancak yaptıkları işler yalnızca savaşta yaralananları içermiyordu – aynı zamanda hastalanan veya araba kazası geçirenlere de yardım ediyorlardı. Ellerinin altında sofistike aletler yoktu, bu yüzden ilkyardım görevlileri insanlara yardım edebilmek için pek çok fedakarlıkta bulunmak durumundaydılar…
Ona göre savaş, düşmanlık içerisinde yaşamaktır. Bunun anlamı da yalnızca ötekinden nefret etmek değil, aynı zamanda sınırın öteki tarafında yaşayan insanlarla ilgili cehalettir. Bu düşmanlık da ötekinden kaçınmayı ve “yabancı”dan korkmayı doğurur…
Böylesi bir düşmanlık ortamında, ötekiyle ilgili kuşkular beslenir… Düşmanlık ortamında yaşamış birisi olarak “olaylara belirli bir mesafeden ve büyük bir sükunetle bakmayı, sorunlardan kaçınmayı ve sorunların fazla zarara yol açmadan en etkili biçimde çözümlenmesi için uğraş vermeyi” öğrendi.
Ona göre savaş, nefretin mantığa baskın çıkmasına fırsat verdi. Savaş yalnızca nefret ve yanlış anlamaların bir devamıydı…
Ona göre günümüzde insanlar hala geçmişin hatalarını tekrarlamaya devam ediyorlar, gerçek bir uzlaşma yoktur, geçmiş de kapsamlı biçimde hiçbir zaman ele alınmamıştır ve belirli bir dönemde savaş yeniden sil baştan başlayabilir… Ancak kendi savaş deneyimine dönüp baktığında, görevini yapmış olduğunu düşünüyor çünkü başkalarına yardım etmeyi başarmış ve bu da bir yönden onu tatmin ediyor.

Bu yazı toplam 1807 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar