Lurucina’da 'kayıp' edilenlerin izinde...
Geçen hafta, bir Kıbrıslıtürk okurumdan bir mektup alıyorum. Şöyle yazıyor:
“Sevgül hanım,
İnanın ki hayatımda çok şeyleri problem olmadan yazdım ama size bunları yazmak ne kadar zormuş, defalarca yazdım sildim, kısa yazmak istedim, sizin değerli
Geçen hafta, bir Kıbrıslıtürk okurumdan bir mektup alıyorum. Şöyle yazıyor:
“Sevgül hanım,
İnanın ki hayatımda çok şeyleri problem olmadan yazdım ama size bunları yazmak ne kadar zormuş, defalarca yazdım sildim, kısa yazmak istedim, sizin değerli zamanınızı umarım boşuna harcamam.
Yollamış olduğunuz Lurucina’da “kayıp” edilen iki Kıbrıslırum’la ilgili röportajınızı okudum... İçinde olan Lurucinalı çobanın ve yemek pişiren kadının söyledikleri yalnızca hayali kurulmuş hikayeden başka bir şey değildir. Anlatacaklarım 5 yaşında hatırladıklarımdır...
Kaçırılan iki Kıbrıslırum genç, samanlıkda tutulmadı, büyük bir evin hamamında geceleri yatıyorlardı, onları gözekleyen, özel görevlendirilen bazı mücahitlerdi. Aralarında anlaşarak kaçmamak için anlaşmışlardı, onları öldürmeyceklerini ve iki Kıbrıslıtürk’ün Kıbrıslırumlar tarafından kaçırıldığını, takas olana kadar misafir tutulacaklarını söylemişlerdi. Hakikaten de böyle idi - gündüzleri yüksek duvarlı büyük kemerli kapının dışarıdan gözükmeyen havlısında günlerini serbestçe dolaştıklarını iyi hatırlıyorum taa ki gençlerden birisi ağır hasta olana kadar...
Midesine iyi gelir diye süt ve yemekleri rahmetli dedem yollardı, benim de hatırladığım kadarı yemek ve sütü defalarca ben götürüyordum. Hasta olan genci pek gördüğüm yoktu, devamlı yatıyordu ama diğer Kıbrıslırum gençle devamlı konuşur, top oynardık.
Beni omuzlarına alır, bana “.....” diye hitap ederdi, bense onu “......” ismiyle çağırırdım.
Kaldıkları evin büyük bir incir ağacı vardı. Bu Kıbrıslırum genç beni omuzlarına alır, “Hade ....., na soropsumen siga” derdi - yani “İncir toplayalım” derdi ve omuzları üzerinde incir toplar yerdik.
Bunları yazarken duygulanmamak elde değil, çok iyi birisi, hayat dolu bir kişiliğe sahipti, hep benimle gülerdi ama ne acıdır ki yüzünü hatırlayamıyorum.
Neyse son gidişlerimde hasta olan genci göremiyordum, yalnız öteki Kıbrıslırum genci görüyor konuşuyorduk... Sormuştum nerede hasta olan genç diye, onun hastahaneye kaldırıldığını söylemişlerdi...
Ve bir gün liderliğin bazıları ile bağırmalar ve iki kişiyi tokat tekme dövüldüklerini saklanarak görüyordum - beni görmemelerine rağmen çok korkmuştum ve serbest bırakacaklar diye öldürdüklerini ve ondan dayak yediklerini anladım ama kimi öldürdüklerini bilmiyordum, anlamamıştım. Liderliğin sorduğu soru öldürdüklerini ne yaptıklarını sorduklarında bir mağraya gömdüklerini duydum.
Sevgül hanım, duyduklarımın bu iki Kıbrıslırum genç için mi söylendiğinden hala bugüne kadar emin değilim.
Yine yazıyorum hala emin değilim ama dövülen bu iki kişi Goşşi köyündendi ve söyledikleri mağara
Hatırladığım kadarı...YER
Lurucina’nın Goşşi Larnaka’ya giden toprak yolu
Toprak yol...
Osman Alyanağın evinden aşağa
İngiliz’in atmış oldukları zibillikten aşağa
Ali Bey’in bademlerini geçtikten sonra Goşşi’ye doğru devam
Sol tarafta olan büyük tepede bulunan mağaradan bahsediyorlardı...
Yolun solu tepe, sağı ise üzüm tarlaları idi...
Sağ tarafta üzüm bağları hala duruyor mu bilemem..
Yazdıklarım ne kadar faydalı olacak bilemiyorum ama insanlık için biraz faydam olacaksa ne mutlu bana..
Umarım hatırladıklarım doğru çıkar da bu iki günahsız insanın aileleri biraz olsun huzura kavuşur.
Ateş düştüğü yeri yakar. Yanmayanlar acıdan ne anlar ki...
Sevgül hanım, size yardımcı olmaya daima hazırım. İnsanlık ölmemiştir, bundan emin olabilirsiniz....”
Bu okurum, motosikletleriyle yolda giderken Goşşi yöresinden kaçırılarak Lurucina’ya götürülen iki “kayıp” Kıbrıslırum’dan söz ediyor... Altı ay boyunca Lurucina’da esir tutulduktan sonra öldürülmüşler ve “kayıp” edilmişlerdi. Kaç yıldır bu iki gençle ilgili bilgilere ulaşmaya çalışıyoruz – bazı okurlarım, Lurucina’da bazı olası gömü yerleri gösterdiler, bunların bir kısmı kazıldı ve bir şey bulunamadı, bir kısmı ise henüz kazılmadı – Lurucina askeri bölge olduğu için, bu bölgede herhangi bir kazı Türk askeri yetkililerinden “izin” gerektiriyor.
Bu iki Kıbrıslırum gencin çatışmayla herhangi bir ilgileri yoktu, tümüyle masumdular. Bazı Kıbrılırumlar bazı Kıbrıslıtürkler’i kaçırdığı için, misilleme olarak kaçırılmışlardı... 1963-64 yıllarında bu türden pek çok olay meydana gelmişti – kaçırılanlardan bazıları kurtarılabilmiş, bazıları kurtarılamamıştı... Bazıları esir değiş-tokuşunda kullanılmış, bazıları ise öldürülüp “kayıp” edilmişti... Bu iki gencin trajik öyküsü, onların altı ay byunca köyde tutulmaları, sonra öldürülmeleri ve kimseciklerin onların nereye gömüldüğünü bilmemeleridir. Yalnızca çeşitli söylentiler bulunuyor, farklı farklı kaynaklardan... Birkaç okurumuz da bize bazı olası gömü yerleri gösterdi... Bu gençlerden birisinin kardeşi zaman zaman beni arıyor ve bir haber olup olmadığını soruyor, yardım etmemi rica ediyor...
Bana bu satırları yazan, bu olası gömü yerinden söz eden okuruma sonsuz teşekkürler ederek, bölgeden bazı okurlarımla konuşuyor, bu tepenin nerede olabileceğini öğrenmeye çalışıyorum, aynı zamanda Kayıplar Komitesi yetkililerini de okurumun yazdıkları hakkında kısaca bilgilendiriyorum. Birlikte giderek bu tepeyi ve okurumun sözünü ettiği mağarayı bulmaya çalışmayı kararlaştırıyoruz. Okurlarım sözkonusu tepenin etrafının mayın tarlalarıyla çevrili olduğunu anlatıyorlar ve beni dikkatli olmam konusunda uyarıyorlar...
Bu bölgeden bir “kayıp” yakını bir okurumu buluyorum – bu Kıbrıslıtürk, zaman zaman bölgeyle ilgili araştırmalarımda bana yardımcı oluyor. Bölgeyi iyi bildiği için onun da bizimle gelmesini, bize okurumun sözünü ettiği tepeyi ve mağarayı bulmakta yardımcı olmasını istiyorum. Severek kabul ediyor. Sözkonusu tepeye gidebilmek için kuzeyden değil, güneyden, Dali üzerinden gitmemiz gerektiğini anlatıyor çünkü eğer Lurucina’dan (Akıncılar) gitmeye kalkışsak, bizimle birlikte herhangi bir Kıbrıslırum’un gelmesine “izin” verilmeyecek. Oysa Kayıplar Komitesi yetkilileri hem Kıbrıslırum, hem de Kıbrıslıtürkler’den oluşuyor ve iki toplumlu bu komitenin bu bilgiyi araştırabilmesi için ancak güney Kıbrıs üzerinden oraya gitmemiz gerekiyor.
Geçtiğimiz Cuma günü okurum beni evimden alıyor, sonra barikatta Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Yardımcısı Murat Soysal ile Kazılar Koordinatörü Okan Oktay’ı da alıyoruz ve Dali’ye gidiyoruz. Dali’de Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis’le buluşuyoruz.
Kendisi de bir “kayıp” yakını olan bu okurum bize bu tepeye “Goççino Gafgalla” dendiğini anlatıyor ve arabada Kallis’in yanına oturarak, nereden gitmesi gerektiğini tarif ediyor.
Öncelikle bana mektup yazan okurumun sözünü ettiği eski toprak yolu bulmamız gerekiyor, Lurucina ile Goşşi arasındaki toprak yolu... Gerçekten de okurumun tarifiyle yolu buluyoruz, Ali Bey’in bademlerinin olduğu bölgeyi de buluyoruz.
Lurucina’dan okurlarımın tıpkı beni uyardığı gibi, bu bölge mayın tarlalarıyla dolu...
Bir noktada duruyoruz ve okurum bölgeyi inceleyerek, tepenin üzerindeki mağaraya işaret ediyor. Tıpkı bana gönderilen mektupta belirtildiği gibi, mağara, tepenin üstünde...
Tekrar arabaya binip mağaranın bulunduğu yere yakın bir noktaya doğru tırmanıyoruz...
“Goççino Gafgalla”, “Kırmızı Kıraç” demekmiş – tepe, gerçekten de kıraç... Bir noktada durup manzaraya bakıyoruz: Nefes kesen bir manzara var tepenin üstünden aşağıya baktığınızda... Kıbrıs o kadar güzel ki, hala bu güzelliğin değerini bilmeyi öğrenemedik...
Yürüyoruz ve az sonra okurumun sözünü ettiğine inandığımız mağarayı buluyoruz. Hem Murat Soysal, hem de Kallis mağaranın içine giriyor...
Bu mağara, belki de bir zamanlar çobanlar tarafından kullanılmaktaydı, belki de kötü havalarda bu mağaraya sığınıyorlardı... Tepenin kendisi çıplak, yalnızca birkaç alıç ağacı ve çevresinde büyüyen ayrellilere rastlıyoruz.
Bu mağaranın çevresinde belli ki onlarca yıl önce yapılmış, koruyucu bir duvarın kalıntıları hala ayakta duruyor... Herhalde hayvanlar aşağı düşmesin, yağmur ve rüzgar mağaraya girmesin diye böylesi bir koruyucu duvar yapılmış zamanında...
Bu mağaraya gerçekten insanlar gömülmüş mü? Kimler gömülmüş? Buraya gömülenler kaçırılıp altı ay süreyle Lurucina’da esir tutulan iki Kıbrıslırum genç mi yoksa başkaları mı? Yoksa mağara boş mu?
Tüm bu soruların yanıtını bilmiyoruz, daha fazla araştırma yapmamız gerek. Ben ilk kez bu mağaradan sözedildiğini duyuyorum... Bu tepede başka mağaralar da var mı? Bunlar ne amaçla kullanılıyordu? Mağaraları kimler kullanıyordu? Tüm bunları araştırmamız gerekecek...
Okurum bana 20 Ağustos 1974’te savaş sona erdikten sonra, ekim zamanı yaklaştığında, yani belki Eylül veya Ekim 1974’te bölgede suyla ilgili bir problem yaşandığını, tamiratlar devam ederken Lurucina’dan bazı Kıbrıslıtürk yetkililer ile Kiracıköy’den (Atienu) bazı Kıbrıslırum yetkililerin bir araya gelerek bu su tamiratıyla ilgilendiklerini anlatıyor. “Ara bölge”de kalan çok geniş arazılere bakmışlar, burasının artık “Yeşil Hat” olacağını görmüşler ve oturup kendi aralarında anlaşarak, “Ara bölge”yi bölüşmüşler. Elektrik direklerinin bir tarafı Kıbrıslıtürkler’e, bir tarafı Kıbrıslırumlar’a paylaştırılmış. Böylece bu geniş araziler ekilip biçilebilecekmiş... Sonra da Birleşmiş Milletler Barış Gücü yetkililerine giderek vardıkları anlaşmayı söylemişler, “Ara Bölge”, Birleşmiş Milletler denetiminde olsa dahi, bu bölgenin Lurucina ve Kiracıköy yetkililerinin anlaşmasıyla, Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar tarafından arpa ve buğday ekmek için kullanılmak üzere bölüştürüldüğünü anlatmışlar. Birleşmiş Milletler de, “Siz kendi aranızda anlaştıysanız, bizim için sorun yok, Ara Bölge’yi ekip biçmek için kullanabilirsiniz” demiş. O günden bu yana da Lurucina (Akıncılar) ile Kiracıköy (Atienu) arasındaki Birleşmiş Milletler denetimindeki Ara Bölge, Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar tarafından ekilip biçilerek değerlendirilmekteymiş. Okurum, “Kıbrıs’ta ara bölgenin bu şekilde kullanıldığı tek yer burasıdır” diyor bana...
Peki ya Pergama-Pile yöresi?
“Orası farklıdır” diyor, “çünkü orada İngiliz Üsleri vardır... Elbette Lurucina-Kiracıköy arasındaki bu Ara Bölge hala Birleşmiş Milletler denetimindedir ama Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar, bu alanı tümüyle paylaştılar, arpa-buğday ekiyorlar” diye anlatıyor.
Okurum, Lurucina’dan yalnızca iki “kayıp” Kıbrıslırum bulunduğuna inanmıyor.
“Bir Kıbrıslırum’u, Anglia marka beyaz arabasıyla kaçırdılar, bildiğim kadarıyla bu Kıbrıslırum hiçbir zaman esir değiş-tokuşuyla geri gönderilmedi. Bir de dört Kıbrıslırum kaçırmışlardı... Aynı tarihlerde başka Kıbrıslırumlar da kaçırıp esir almışlardı çünkü bazı Kıbrıslıtürkler, Kıbrıslırumlar tarafından kaçırıldıydı, onları esir değiş-tokuşunda kullanacaklardı. Otobüsle kaçırdıkları insanları başka yerde tutuyorlardı, kaçırılan dört Kıbrıslırum ise doğrudan karargaha götürülmüştü. Esir değiş-tokuşunda bu dört kişinin ismi listede yoktu, onların geri verildiğini sanmıyorum... Bence Lurucina’dan iki değil, toplam altı veya yedi “kayıp” olabilir” diyor.
Bir süre sonra yanımıza iki tane Birleşmiş Milletler subayı geliyor... Macaristan kontenjanından Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nde görev yapan bu iki subaydan birisi bize karşı tepedeki Kıbrıslıtürk askeri mevzisindeki bir askerin bizi dürbünden gördüğünü, derhal Birleşmiş Milletler komutanını arayarak “Tepenin üstünde beş sivil insan vardır, gidin bakın” dediğini anlatıyor. Murat Soysal onlara Kayıplar Komitesi kartını gösteriyor ve Kayıplar Komitesi’nin bir yetkilisi olduğunu, olası bir gömü yeri hakkındaki bilgileri araştırmakta olduğumuzu anlatıyor. Birleşmiş Milletler subayı burasının Ara Bölge olduğunu söylüyor. Subaya “Burasının Ara Bölge olduğunu gösteren herhangi bir tabela var mıdır?” diye soruyoruz. “Öyle bir tabela yoktur” diyor ve bize “Ara Bölge”nin hangi noktadan hangi noktaya kadar geçtiğini göstermeye çalışıyor. Neden “Ara Bölge”nin “Ara Bölge” olduğunu gösteren tabelalar yok? Belki de her iki taraf da “Gri Bölgeler” bulunmasını istiyor ve bu yüzden ortada tabela falan yok... Birleşmiş Milletler subayı, kibarca ama sorgulayıcı bir tavırla, “Türk askeri mevzilerinin, Rum askeri mevzilerinin, Birleşmiş Milletler mevzilerinin fotoğrafını çektiniz mi?” diye soruyor. Murat Soysal da, “Bizim görevimiz askeri mevzilerin fotoğrafını çekmek değildir, bizim görevimiz “kayıplar”ın olası gömü yerlerini araştırmak, bize gelen bilgileri değerlendirmektir” diyor.
Birleşmiş Milletler subayları bölgeden ayrılmamızı istiyor – zaten aradığımız mağarayı bulduk, bu yüzden bölgeden ayrılmak üzere arabamıza gidiyoruz. Daha biz arabaya binmeden, bir motorcuğun üstünde bir Kıbrıslıtürk geçiyor yanımızdan, okurum ona sesleniyor. Buraya ayrelli toplamaya gelen bir Kıbrıslıtürk’müş motorcuğun üstündeki... Demek ki bu tepeye insanlar serbestçe inip çıkabiliyor...
Gerek bu tepe ve üstündeki mağara, gerekse bölgeden “kayıp” edilmiş insanlarla ilgili daha fazla araştırma yürütmemiz gerekecek...