Mağdurların Onuru
Sürekli şikâyet etmek ve mağduriyeti bir kimlik haline getirmek, hep bir komplonun kurbanı, birtakım kötülerin hedefinde olduğunu iddia etmek… Mağdur kimliği sürekli şefkat talep eden bir kimlik. Bir süre sonra bütün diğer kimlikleri hasıraltı etme tehlikesi var. Ünlü ‘paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez’ cümlesindeki gibi gerçekten ve derinden mağdur olmak da söz konusu. En doğrusu mağduriyetin içindeki onuru korumak. Onurlu duruş zulmedenlere karşı en güçlü tokat.
Bazen tek bir mağdur olmuyor, karşılıklı bir adaletsizlik yaşanıyor. Bir durumun hem kurbanı hem de zalimi olmak mümkün. Bugün bir yerde Einstein’ın zekâ ile ilgili söylediklerini okuyordum. Zekanın esneklik ve değişime yatkınlığından söz ediyordu. Bu uzun zamandır düşündüğümü kanıtlıyor. Bazı insanların sorunu zekâ. Pek çok yaygın ideoloji ortalama zekâ için fabrike edilmiş. Bir yanda zalimler ve komplocular, diğer yanda iyiler ve doğrular. Ne çok milliyetçi tarih anlatılarına benziyor değil mi? Bir formül öğretiliyor ve her şey bu formüle göre uyarlanıyor. Masallar gibi. İyilerin kötülerle mücadelesi ve kötüleri alt etmesi.
Türlü kötülük çıkıyor karşımıza hayatta. Küçük insanların mide bulandıran bazı küçük kötülükleri. Sonuçta bize yöneltilen bir huzursuzluk kaynağı. Sabırla, çatışmaya girmeden savuşturmak da mümkün. Bazen de önüne geçilmez bir öfke yaratıyor. Haysiyet meselesi son derece önemli çatışmalarda. Aşağılanan bir insandan, aşağılanan bir halktan rasyonel bir davranış bekleyemezsin.
Kendini eve kapatan, münzevi bir hayatı seçen pek çok insan geçmişteki yaraları ve gelecekteki olası yaraları için yapıyor bunu. Bir yanda da teknolojik münzevilik var. Bütün iletişimini bir mesafeden ve diledikleri gibi manipüle ederek kuranlar. Daha önce de yazmıştım içerisi de dışarısı artık. Dünyanın herhangi bir köşesindeki birilerine ulaşmanın bu kadar kolay oluşu çok değil 20-30 yıl kadar önce tahayyül edilemezdi.
Yazımı yazarken garip bir şey yaşadım. Üst katta bir kavga yaşandı. Kadın balkona çıkıp önce “İmdat, imdat” sonra da “Defol, bir daha gelme, evini arabanı her şeyini alacağım” dedi. Adamı arabasına doğru yürürken gördüm sonra. Hafiften sırıtıyor, ciddiye almıyordu sanki”. Giderken balkona bakıp “Gene geleceğim” dedi. Kadın “İmdat” dediğinde “Bir sorun mu var?” diye seslenmiştim ve ses çıkmamıştı. Sonra düşündüm. Her şey öylesine yapay duruyordu ki. Birisi video çekiyor olabilir mi? Ne garip. Her şeyin sahte olabileceğine dair bir kuşku taşıyoruz sürekli. Belki de sahte değildi. Neden bende şov duygusu yarattı, internetten izlediğim videolardan dolayı mı gerçeklik algım sarsıldı, bunu anlamaya çalışıyorum.
Sürekli bazı ekranlara bakar ve her şeyi videolara kaydetmeye çalışırken gerçeklik algımız zedeleniyor sanki.
Bazı mağdur bildiklerimiz gerçek mağdurlar mı, birilerinin bize anlattığı hikâyeler ne kadar doğru?
Zekâ bütün gri noktaları görmekle ilgili biraz da. Bazı ince ayrıntılara hâkim olabilmek, toptancı davranmadan hassas bir teraziyle hareket etmek önemli.
Çoğu zaman kolay olanı seçer ve kafamızdaki formülü uygularız. Şu an birisi haklı gibi görünebilir ama hikâye çoktan başlamıştır. Bizim gözlemimiz tırmanma noktasındaki bir ayrıntıdır yalnızca.
Mağduriyeti bir kimlik haline getirenler mağduriyetleri sona erse bile o noktada kalıyorlar. Eugenio Borgna’nın Ruhun Yalnızlığı’nda söylediği gibi Acı geçiyor ama acı çekmiş olmak geçmiyor. Bir zamanlarki mağduriyetin hatırası, kaybedilen yıllar capcanlı duruyor.
Fark etmeden birilerinin zalimi olmuşluğumuz vardır belki de. Bizim bazı mağduriyetlerimiz ise başkalarının bilincinde olmayabilir.
Birer ip cambazıyız bazı ilişkilerde.