Magosa’dan Viyana’ya – Niki Marangou
28 Kasım Pazartesi gecesi geçen yıl kaybettiğimiz ve Sanatçı ve Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen önemli şairlerimizden sevgili Fikret Demirağ’ı anma gecesini takiben, 29 Kasım, Salı akşamı yine Naci Talat Vakfı’ndaydık.
Film yönetmeni
28 Kasım Pazartesi gecesi geçen yıl kaybettiğimiz ve Sanatçı ve Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen önemli şairlerimizden sevgili Fikret Demirağ’ı anma gecesini takiben, 29 Kasım, Salı akşamı yine Naci Talat Vakfı’ndaydık.
Film yönetmeni sevgili Panicos Chrysanthou’nun fotoğraflarının da sergilendiği Vakıf’ta bu kez bir kitap tanıtımı için toplanmıştı pek çoğu tanıdık sanatsever. Işık Kitabevi’nin düzenlediği gecede Sevgili Niki Marangou’nun ‘Magosa’dan Viyana’ya’ adlı romanının tanıtımı yapıldı. Nazif Bozatlı’nın İngilizce’den Türkçe’ye çevirdiği roman geçtiğimiz Ağustos ayında Türkiye’nin saygın yayınevlerinden Alfa Yayınları’ndan çıktı. Böylece bu roman bir Kıbrıslırum tarafından yazılıp Türkçe’ye çevrilen; ayrıca Türkiye’de yayınlanan ilk roman oldu.
Katıldıkları etkinlikler açısından son derece seçici davranan Sevgili Harid Fedai, Ahmet An ve Hasan Kahvecioğlu’nun da katılarak onurlandığı tanıtım gecesi samimi bir ortamda geçti. Gürgenç, Nazif Bozatlı ve Niki Marangou konuşma yaptı. Genç kuşak şairlerimizden Senem Gökel ve ben romandan kısa okumalar yaptık. Neden ‘Mağusa’ değil de ‘Magosa’ konusu da netleşince, Niki’nin kendi evinde yapıp getirdiği tuzlular ve tatlılar eşliğinde ikram edilen şaraplarla daha da keyifli bir hal aldı.
Niki Marangou’yu, her şeyden önce şair olarak tanıyordum ben. Bunun yanında, kızına ithaf ettiği ‘Recipies for Katheria’ adlı yemek kitabını mutfağımızda kullanıyorduk. Roman da yazdığını, ‘Magosa’dan Viyana’ya’ romanı çıkınca öğrendim.
Niki Marangou, 1948’de Kıbrıs’ta doğdu. 1965-70 yılları arasında Batı Berlin’de sosyoloji okudu. 1980-2007 yılları arasında Lefkoşa’da Kochlias Kitabevi’ni yönetti.
Çeşitli yazılar, şiirler ve çocuklar için masallar yayınladı ve edebi çalışmaları devlet ödülleri kazancı. 1998’de İskenderiye’de şiir dalında Cavafy Ödülü’nü kazandı. 2006’da Divan adlı kitabıyla Athens Academy’de şiir ödülünü aldı. Yazarın romanları şunlardır: ‘Is the panther alive’, ‘Magosa’dan Viyana’ya’, ‘Gezoul’ ve kısa hikayelerden oluşan ‘A layer of sand’, ‘the Daimon of Lust’, ‘Nicossienses’.
Yazarın kitapları birçok dile çevrildi. Resim çalışmaları yedi kez sergilendi.
*****
‘Magosa’dan Viyana’ya adlı romanın konusu kısaca şöyle:
1920’lerde genç bir adam Viyana’da tıp eğitimi almak için Kıbrıs’tan ayrılır. Avrupa’da karşılaştığı sanat, bilim ve yaşam biçimi karşısında gözleri kamaşır ama aynı zamanda faşizmin yükselişine de tanık olur.
1940’da Kıbrıs’a geri döner. Güzel bir Yunan kadın ona asistanlık yapmaya başlar ve adam kadının büyüsüne kapılır. Yine de ona bağlanmak istemez ve kadını İskenderiye’ye gönderir. Keti burada, Kral Faruk yönetimindeki şehrin en muhteşem dönemini yaşar.
Şimdi de romandan kısa bir bölüm alıntılıyorum buraya:
(...) Kızılhaç Hastanesi’ndeki herkes ona geri dönmesini öğütlüyordu, ancak Georgios artık kendisini Kıbrıs’a yerleşmiş olarak kabul etmekteydi. Oraya varışının üçüncü gününde kendisini elinde küçük bir valizle merkez tren istasyonunda bulduğunda, aklı başına geldi ve seyahatinin gerçek amacını hatırladı. Maria’yı merak etmekten kendini alıkoyamamıştı. Ona ne olduğu öğrenmek ve eğer yararı olabilecekse yardım etmek istiyordu. En kötü olasılıklar açısından çok endişeliydi, çünkü savaşın sona ermesiyle birlikte Hitler’in politikasının korku ve delilik dünyası da açığa çıkmıştı. Bulduğu ilk yataklı vagon treniyle Viyana’ya hareket etti ve tren Viyana İstasyonu’nda durana kadar gözünü bile kırpmadı. Bir taksi çevirip hemen Maria’nın evine gitti. Büyük demir bahçe kapısı kilitli, pencereler sıkı sıkı kapalıydı. Kapının zilini çaldı ama cevap veren yoktu. Ringstrasse’de şafak sökmek üzereydi. Bir banka oturup, yakındaki bakkalın dükkanını açışını görünceye kadar bekledi, gidip ona Maria’yı sordu.
O da kesin bir şey bilmiyordu, ama evin Çek uyruklu hizmetçisinin Gasthof adlı misafirhanenin mutfak bölümünde çalıştığını söyledi. Bir saat daha Gasthof’un mutfaklarının açılmasını bekledikten sonra Stravka’yı görür görmez ona sarıldı ve birbirlerinin kollarında ağlaştılar.
Stravka, “Bir gece geldiler ve onu alıp götürdüler,” dedi hıçkırıklar arasında. “Daha sonra da evi zincirlerle mühürlediler ve bir daha kendisinden hiçbir haber alamadım. Nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Gina ve kocasından da bir haber alamadım. Sanki yer yarıldı, dünya hepsini birden yuttu. Tanrı’ya şükürler olsun, Liza ve kocası Amerika’ya kaçmayı başarabildiler...”
(...) Aegina’da hoş bir hafta geçirdiler, ancak Keti zaman zaman Georgios’un gözlerini ondan kaçırdığını ve endişeli biçimde düşüncelere daldığını fark etmişti. İskenderiye kıyıları ufukta göründüğünde, açık ve kararlı bir ses tonuyla, “Sen burada kalacaksın. Hastanede sana bir iş buldum. Benimle dönemezsin,” dedi. Keti sessizce ağladı ve Georgios onu elinde tavsiye mektubuyla bir faytona binip gözden kayboluncaya kadar izledi. Yolculuğun geri kalan bölümünde kendini çok rahatsız hissetti. Rena’yı, Patricia’yı ve herhangi bir sorun ya da suçluluk duygusu olmaksızın birlikte olabileceği diğer harika kadınları düşünmeye çalıştı. Ama hala kendisini berbat hissediyordu...