1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Mağusa Anıları
Mağusa Anıları

Mağusa Anıları

...yıkık dökük evlerin önünde düğün fotoğraflarını çektiren yeni evli çiftler, savaş suçu olduğu belli harabelerin önünde kontrolsüzce salınan pop yıldızı adayları, suç mahallinde umarsızca selfie çeken turistler.

A+A-

Dr. Yiannis Toumazis
[email protected]

(İngilizceden Çev.: Seda A. Refik)

Biz Maraşlılar, tıpkı karanlık ve vahşetle dolu bir eğlence parkının ziyaretçileri gibi kentimizi görebilmemiz için işgalci ordunun ve Kıbrıs Türk makamlarının Maraş’ın bir kısmını açmaya karar verdiği 8 Ekim 2020 tarihinden bu yana dünya ayaklarımızın altından kaymış gibi hissediyoruz. Bir geçiş dönemi sanki, zaman doğrusal çizgisinde akmıyor da bir dalga gibi titreşim yayıyormuşçasına bizleri garip varoluşsal oyunlar, içedönük gözlemler ve psikanalitik arayışlara sürüklüyor.

Sanki önceki hayatımızın üç boyutlu bir maketini – yağmalanmış ve hırpalanmış şekilde doğup büyüdüğümüz kentimizin harap olmuş dışını bize sundular ve son 47 yıldır iyileştirmeye çalıştığımız kusurlu yaralarımızı idare edebilmemiz için terör izleyicileri olarak oraya çağrıldık.

Kıbrıs Cumhuriyeti ile aynı zamanda Temmuz 1960’ta doğdum ve Temmuz 1974’e kadar Maraş’ta yaşadım. Bu nedenle de bebekliğimden bu yana Stephen G. Xydis’in aynı isimdeki kitabında da dediği gibi isteksiz ve kararsız adamızın yakın tarihiyle birlikte hayatımı geçirdim. Cumhuriyetin başarılarının yanında kentimizin mevcut trajik durumunu yaratan birçok başarısızlığını da yakından takip ettim. 

y1-158.jpg

Babamın kliniği ve evimiz, çitlerden görülen Evagorou ve Ayios Ioannis sokaklarının köşesi.

1960’lar ve 1970’lerin ilk zamanlarını sürekli olarak gelişen kozmopolit bir kentte yaşama fırsatı buldum – tarih, enerji ve yaşayan deneyimlerle dolu bir yer hatta avantgart bile diyebilirim. Meşhur sanatçı Pol Georghiou, sanat eserlerinin bilge koruyucusu Evangelos Louizos, modernist mimarlar, Belediye Sanat Galerisi ve Kütüphanesi, Mağusa Helen Kız Lisesi ve daha birçoğuna ev sahipliği yapan bir kent.

Şu an bir Kıbrıs Türk Lisesine ev sahipliği yapan okulumuzda, Aghios Ioannis İlkokulu, geçen yazları hatırlıyorum. Stas Paraskos, Giorgos Skoteionos ve Glyn Hughes ve daha nice sanatçı Maraş’ın dinamizmi ve yüzyıllara dayanan tarihinden ilham alarak hiç durmaksızın resim yapıyorlardı.

Tabii ki Temmuz 1974’te ikinci Türk işgali esnasında yaşanan bombalamaları da hatırlıyorum. Büyükbabam Antonis’in portakal bahçesindeki ağaçların altında saklanırken önce gökyüzünde beyaz bir nokta gördük. Hemen ardından ise kulakları sağır edecek makine sesleri ile patlamalarla havada dans eden alevleri... Kendimizi korumak için yerde çukurlar açmaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Solucanlar ellerimiz ve bacaklarımızın üzerinde geziyordu. Yüzlerce solucan…Ve o an solucanlar mezarlıklarda cesetleri aynen böyle yiyor diye düşündüm…

Ekim 2020’de, yıkık ve yağmalanmış olsa da doğup büyüdüğümüz kentimize, bize tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışarak 47 yıl sonra göçmenler gibi gideceğimizi kim bilebilirdi ki?

Ana karakter olduğumuz bir korku filmini izlemeye lanetlenmiş masum ve dokunulmaz insanlarmışız gibi derme çatma bariyerlerin çevrelediği bir açık hava zindanına kilitlenmiş ve geçmişimizden gelen sesler, tatlar, kokular ve görüntüleri gizlice almaya çalışıyor gibi hissediyorduk. 

y2-132.jpg

Ioulia teyzeme ait, yazlarımızı geçirdiğimiz, Erdoğan'ın piknik yaptığı Julia Court'un önünde.

Bugün işgal ordusunun bulunduğu Sandy Beach Hotel’in karşısında, ilkokuldan sınıf arkadaşım olan Despo’nun evinin önünde yaşanan sahneyi asla unutmayacağım. Şu anda askeri kışla olan evlerine ya da evlerinin bahçesine girmelerine izin vermesi için Türk askerlerine yalvarırken Despo ve kız kardeşinin yüzlerindeki bakış aklıma kazındı.

Despo daha sonra bana tek yapmak istediklerinin babalarının deri cüzdanını onun bin bir zorlukla inşa ettiği evlerine bırakmak olduğunu itiraf etti. Zevk ve tatminden yoksun onlarca yıl tüketilmiş yaşamdan bir anı, yeri doldurulamaz bir özlemin acısıyla hayatını yaşamış olarak ölümü hatırlatan bir şey. Her iki kız kardeşin de üzüntü içerisindeki yalvarışlarına rağmen, askerin evlerine girmelerini ısrarla reddetmesi hem çok net hem de acı verici şekilde kalp kırıcıydı. 

y3-083.jpg

Varoşa (Maraş)

Asterias Hotel’den biraz ileride cumartesi öğleden sonralarımızı geçirdiğimiz ‘Space Disco’ var. Dans eder vaktimizi geçirirdik…Mutlu, heyecanlı, umursamaz ve endişeden yoksun neşeyle doluyduk. O kadar özgür bir kentte yaşıyorduk ki henüz küçük olsak da ailelerimiz gönül rahatlığıyla bizimle aynı yaştaki arkadaşlarımızla gezmemize izin verirdi.

Ve şimdi ise sessizce felaketin tanıkları ile yüz yüzeyiz; görkemli Hatzichambi Sineması’nın yıkık parmaklıkları, yağmalanmış evlerin tahtalarla kapatılmış kapıları, ‘Faliron’ sahil restoranın çökmüş ya da yıkık hali, Panayiotopoloulos – en sevdiğimiz oyuncakçı, en güzel kıyafetlerimizi giyip aile fotoğraflarımızı çektirdiğimiz Stylianos fotoğraf stüdyosu.

Nereye yürüsem, dolansam anılarım hep çok canlı, renkli ve lezzetli. Tıpkı şu an zemin katının alt kısmı harabeye dönen ‘Kypseli’ pastanesinin kayısılı pastası veya geçit törenleri, Portakal Festivali ve daha nicelerini terasında elimizde içeceklerimizle izlediğimiz Edelweiss Café gibi…Biraz ileride 1973 yılında Kennedy Caddesi’nin kaldırımının üzerine henüz çimento ıslakken yazdığımız isimlerimiz ile o zaman âşık olduğumuz kişilerin isimleri zaman içerisinde donup kalmış trajik bir fosil gibi görünüyor.

Pol Georghiou’nun deniz kenarındaki yazlığı ‘Blue Bungalow’da üzerindeki yalnız Don Kişot duvar resminden başlayan kırmızı ip Theseus’un günümüz kabusvari labirentinden çıkmak için kullanacağı ip gibi kentin tüm sokaklarına yayılmış durumda. Burada çok fazla Minotaur var: yıkık dökük evlerin önünde düğün fotoğraflarını çektiren yeni evli çiftler, savaş suçu olduğu belli harabelerin önünde kontrolsüzce salınan pop yıldızı adayları, suç mahallinde umarsızca selfie çeken turistler.

Ve biz de adaletsizliği telafi etmeye çalışan ricacılar, karanlık turizm ve ahlak dışı sömürüyü barındıran üzgün bir yere dönmüş bu hayalet kentte var olma sebebi arayan hayaletler olarak ağır ağır yürüyoruz. Doğa ve medeniyet arasındaki tüm arabuluculuğun zorla durdurulduğu trajik bir sanal gerçeklik…

Bu saygısızlıktan kesinlikle geri dönülmesi lazım. Bir şeyler yapmanın tam zamanı.

 

 

 

 

Bu haber toplam 5865 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 488. Sayısı

Gaile 488. Sayısı