
Mahkumiyetin Firari Şiiri: İlhan Sami Çomak
İlhan gibi niceleri var duvarlar arasında. Adaletsizlik dilimizi bağlamaya çalışıyor ona karşı çıkmayalım diye. Dışarısı da bir çeşit hapishane diyeceğim ama İlhan sevmiyor bu tanımlamayı.
Neşe Yaşın
neseyasin@hotmail.com
Kıbrıs Üniversitesi’nde Türkiye Hapishanelerinde Edebiyat diye seçmeli bir ders yapmıştım. Derse hazırlanırken Nazım Hikmet’ten başlayarak Sevgi Soysal’a kadar hapishaneden geçmiş şair ve yazarların mektuplarını, hapishaneden çıkan yapıtlarını içim burkularak okumaya çalıştım. Hapishane deneyimi olan pek çok şair yazar arkadaşım var ve onlardan çeşitli hikayeler dinledim. İşkence hikayeleri dahil. Bunların çoğu 80’li yıllara ait. Şair Hakkı Zariç ile o hapishanedeyken mektuplaştık. Biraz da utanarak yazmam gerek ki onun uzun uzun yazdığı mektuplara kısa cevaplar, bazen de ziyaret ettiğim bir ülkeden atılan bir kartla geçiştirmeydi biraz da benimkisi. Çanakkale Hapishanesi’nde evlenmişti ve nikahına özel bir izin alıp gitmiştim. Nikahtan ötürü içeriye on kişinin girmesine izin verilmişti. Siyasi mahkumlar için açık görüşün olmadığı yıllardı ve bu fırsatı değerlendirip Çanakkale Cezaevi’ne koşan mahkûm yakınlarının kederli, tedirgin yüz ifadelerini unutmam mümkün değil. Hakkı ile cezaevinden çıktıktan sonra da hep yakın arkadaş olduk. İlhan Sami Çomak adını ilk kez ondan işittim. Ona destek vermek, hapisten çıkmasını sağlamak için düzenlenen kampanyalardan biri olan bir şiir zincirine katıldım. İlhan Sami Çomak şiiri ile karşılaşmak şaşırtıcıydı. Öncelikle 21 yaşında girdiği hapishanede şair olmuş biriyle ilgili önyargılarımı yıkan bir karşılaşmaydı bu. Hakkı Zariç’in de tanımlamasıyla şiir hapisten firar etmenin bir yolu olmuştu İlhan Sami Çomak için. Yaşadıklarının, mahkûm oluşunun sağaltılması için en etkili ilaçtı sığındığı dizeler. Şiirleriyle hapishanenin dışına çıkıyor, kendinden sakınılan hayatta yürüyordu adeta. Şiirin bir öğrencisi, çırağı olarak başladığı bu serüvende hapishanedeki zamanını okumaya, şiiri, şairleri tanımaya çalışarak yetkinleşmişti ama onu şair yapan iç güzelliği, içtenliği ve durumuna dair derin farkındalıktı daha çok da. Derin bir adaletsizliğe uğramışlık hissi insan psikolojisi üstünde çok yıkıcı bir etki yapabilir. Kendisine yöneltilen ilk suçlamadan sonra beraat etmesine rağmen Kürt-Alevi kimliği nedeniyle baskılandığını, suçsuz yere hapiste tutulduğunu hissetmenin yıkıcılığından kendini korumaya çalışıyordu biraz da.
"Bir zamanlar dışarıda olduğumu, İstanbul'un sokaklarında yürüdüğümü hayal etmeye çalışıyorum ama zihnim algılamıyor. Dışarıdaki hayatıma dair gerçeklik duygumu yitirdim. Sanki burada, cezaevinde doğdum ve dünya hakkında bildiğim şeyler ya ziyaretçilerden duyduklarım ya da kitaplardan okuduklarım." diyor İlhan Sami Çomak bütün kampanyalara, hukuksal alanda yürütülen çabalara rağmen serbest bırakılmayacağı anlaşıldığı günlerde vasisi İpek Özel’in önerisi ile yazmaya başladığı Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabında. Yıllarca kalabalık koğuşlarda hapis tutulan tek kişilik hücreye taşındıktan sonra da bir masa sahibi olabilmesi için avukatının, dostlarının mücadele vermesine rağmen en sonunda plastik bir sandalyeyi bir biçimde kesmeyi başararak iki dolap arasına sıkıştırıp kendine masa yapan bir şairden söz ediyoruz.
İletişim yayınlarından çıkan Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabının basılabilmesi de epey ilginç. Hapishaneden böyle bir kitap dosyayı çıkaramayacağı için İpek Özel’e yazılan mektuplar içine yerleştiriliyor kitabın bölümleri. İlhan Çomak’ın hikayesi biraz da her türlü baskı ve yoksunluğu aşmaya dair bir hikâye.
Foucault, devletin hapishaneyi bedeni baskılamak için kullandığından söz eder. İktidar, kendi otoriter varlığını hissettirip kendini dikte etmek için cezaevlerini kullanmaktadır. Foucault'ya göre devlet iktidarının bu süreçte yararlandığı temel disiplin hukuktur. Bu açıdan cezaevleri, hukukun en katı biçimde uygulandığı ve somutlaştığı mekanlar olarak düşünülebilir. İktidarın cezalandırma işlemlerinde seçtiği hedef ise (en azından görünürde) bedenin kendisidir. Buna göre devlet tarafından cezaevlerine konulan beden, hukuken kural bozmanın veya suç işlemenin önünü almayı simgelemektedir.
İlhan Sami Çomak büyük bir içtenlikle anlatır deneyimini. Dışardaki hayatı 21 yaşında gencecik bir delikanlı olarak geride bırakmıştır. Hayatının en mutlu günlerinden birinin, kız arkadaşıyla uzun uzun İstanbul’u dolaştığı bir günün gecesinde bilmediği bir nedenle tutuklanmıştır. Ertesi gün ailesi ve dostları gazetedeki fotoğrafa gözlerini faltaşı gibi açarak tanık olurlar. İlhan Sami Çomak iki yerde ormanları yakmakla suçlanmaktadır. Uzun süre yargılanmaz bile. Yargılanınca da beraat eder. Beraat etmek hapisten çıkmak değildir. Devlet onu hapiste tutmaya kararlıdır.
“Daha yaşamadığım günlerdeyim
Yokum işte bu yüzden.” der Günaydın Yeryüzü adlı şiir kitabında.
İlhan’ın en büyük şansı belki de ellerini üzerinden hiç çekmeyen güzel bir aileye sahip olmasıdır. Kürt- Alevi bir aile devletin baskıcı zulmü karşısında bir oğlu nasıl koruyabilir? Hep bir umuda tutunup onu sevdiklerini söylemekten fazlasını yapabilirler mi? Hapishanenin dışarıya, ailesine doğru uzanması da olmuştur İlhan’ın uzun, çok uzun tutukluluk süreci. Aile özellikle oğullarının sağlık sorunları yaşadığı dönemde perişan olmuştur.
İlhan, İnsan Hakları Derneği'nin 2011 yılında düzenlediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2011 yılı Cezaevi Raporu'nda "çeşitli sağlık sorunları nedeni ile tedavileri gerekirken, tedavileri yapılamayan, uygun sağlık merkezlerine sevk edilmeyen veya önerilen tedavinin devamı için uygun koşullar sağlanmayan hastaları" arasında, anemiye bağlı üşüme halsizlik mide ülseri, fıtık ve sindirim sorunları ile yer alır.
2019'da Geldim Sana başlıklı dosyasıyla Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir Ödülü'ne değer görülür. Aynı yıl Hayattayız Nihayet adlı şiir kitabı yayımlanır ve Metin Altıok Şiir Ödülü’nü alır. Norveç Yazarlar Birliği tarafından Ahmet Altan ile birlikte 2021 yılı İfade Özgürlüğü Ödülü'ne değer görülür.
Dışarıda dünyaca ünlü bir şairdir o artık. Hakkında kampanyalar düzenlenir, şiirleri çeşitli dillere çevrilir.
İlhan kendisinden sakınılan hayata yazarak direnmeyi seçmiştir. Bir biçimde firar etmiştir yazdıklarıyla. 8’i şiir 10 kitapla ulaşmıştır kendisine yasaklanan dışarıya. Hayat Seni Çok Seviyorum adlı kendi otobiyografisinden yola çıkan Türkçe-Kürtçe oyununu Tiyatro Eleştirmenleri Birliği tarafından yılın oyun metni ödülüne ve Üstün Akmen Ödülleri’nde yılın metin yazarı ödülüne değer bulunur. Yaşadığı haksızlık, mağduriyeti duyurulmuştur ama bir yenden da kendini kanıtlamış bir şair, yazar olduğu da teslim edilmiştir.
Ana dili olmayan Türkçe ile ilişkisini şöyle anlatır Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabında.
“Baştan beri Türkçe konuşurken hatta yapmaktan korktum. Aynı korku yazı için de geçerli. Çünkü Türkçeyle dayak arasında bir bağ vardı. Bunu hiç unutmuyorum! Türkçeyi öğrendim, iyi öğrendim hem de. Dayaktan ve küçümsemekten kurtulmak için yaptım bunu.”
Yürütülen kampanyalara rağmen tahliye edilmesi beklenen günde dahi tahliye edilmez. Haksız yere üç ay daha beklemek zorunda kalır. Çıktığı zaman da geride bıraktığı arkadaşlarının mağduriyetine dair hüznü de beraberinde getirir.
Mekân bir şair için sonsuz önemdedir. Şiir mekâna dair, mekânın içe doğru yolculuğuna dairdir daha çok da. Şairler iletişim kurdukları bazı mekanlarla kurarlar şiirlerini. İlhan;
“Bu şiiri nerede mi yazıyorum: Öksüz rüzgârların taşıdıklarında, bazı yorgun sularda, adını ezberleye ezberleye sakındığım kış soğuklarında, oturup masamda karaladığım nehirlerde, gecenin mecalsiz ışığında, uçmayı yalnızlıkla tariflediğim karanlık odalarda, sütü kesilmiş bir annenin sise buluta yönelttiği bakışlarında, bir üryan olarak sığındığım koynunda, mırıldandıklarınla ıslanan dilinde, kokunla sığındığım boynunda...” der Hayattayız Nihayet kitabında.
Haksızlığa, derin bir haksızlığa uğramış olmak hırçınlaştırmamıştır İlhan’ı. Bir şairin, yazarın yaptığını yapmış kendi hikayesinin çemberinde boğulmak yerine dışarıdan bakabilmiştir kendine ve dünyaya
“İster içeride olalım ister dışarıda, hayat bizi ezip geçiyor ama az, ama çok kötülükle iz bırakıyor. Mutluluğun hakkıyla uğradığı birini tanımadım ben, hiç bilmedim. Ben hayat dedim, siz devlet deyin buna, iktidar veya erk deyin... Sıkıntılara kefil aramak! Bunu en iyi yapacak şiirdir. Dolayısıyla mekânı aşan aydınlık bir yere koymak gerek şiiri.”(Karınca yuvasını dağıtmak)
Bunca yıl sonra İlhan dışarda en nihayet. Yaşadıkları onu iyi bir şair yaptı. Ona kalırsa bunları hiç yaşamamış olmayı, hayatı seçerdi.
Geçenlerde telefonda konuştum onunla. Dağları, tepeleri dolaşıyormuş. Nasıl da heyecanlıydı. Toprak kokusundan, ciğerlerine dolan oksijenden söz etti çocuksu bir sevinçle. İlhan gibi niceleri var duvarlar arasında. Adaletsizlik dilimizi bağlamaya çalışıyor ona karşı çıkmayalım diye. Dışarısı da bir çeşit hapishane diyeceğim ama İlhan sevmiyor bu tanımlamayı. Dışardaki hayat, upuzun yürüyebilmek, sevdiklerine dokunabilmek çok zor kavuşabildiği şeyler. Cezaevi duvarı arasında çıkan bir çiçeği gardiyanlardan korumaya çalışmıştı bir zamanlar. Şimdilerde çiçekli bahçelere doğru akabiliyor.
