1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Mahmut İslâmoğlu ile Eski Bayramlarımız-2
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Mahmut İslâmoğlu ile Eski Bayramlarımız-2

A+A-

   Hocamız “arife suyu” deyince çocukluğuma gittim. Limasol’da hatırlıyorum, bayramın bir gün öncesi, yani arife günü annelerimiz biz çocukları banyoya sokardı. Ya da hamama götürürlerdi. “arife suyuyla yıkanacaksınız” derlerdi. Kutsalmıştı. Yıkanırken o sudan içip farklı mı diye düşündüğüm hep olmuştu (ben de gülüyorum). “Bugün arife yarın bayram” diye bir de tekerlememiz vardı çocukluğumuzda. Sözü yine hocamıza bırakıyorum...

   Ramazan’da bilhassa Eralp bey, zaten Ramazan günlerindeyiz, Allah mübarek eylesin bütün İslâm âlemine de milletimize de. Ramazan bambaşka bir olaydı. 30 gün Ramazan, oruç. Dinimizin emrettiği, sağlıklı olanların tutması gereken bir farzdır biliyorsunuz oruç. Gün boyunca hiçbir şey yemeden içmeden ama, bu sadece açlık grevi gibi değildir. Bunun yanında ruhun da temiz, hiçbir kimseye kötü nazarla bakılmaması gerekir oruç boyunca, gün boyunca.

   Ruh temizliği de bunun yanında çok önemliydi. Sadece midenin boşluğu değil. Ve aynı zamanda hiçbir kötülüğe yaklaşılmamalı, bunun yanında bir de fakir fukaranın çektiği açlıktan dolayı sıkıntıdan dolayı o ızdırabı idrak içindir de oruç. Ve bir yardımlaşmaydı Ramazan.

   Meselâ Ramazan’da zenginlerimiz kesenin ağzını bol bol açarlardı, bütün yoksullara bütün müslüman olsun veya olmasın, ki bu fitre değil, fitre cüzzi bir şeydir. 30 gün Ramazan boyunca gıda maddeleri yeme içme ve para verilirdi. Hatta sofralar kurulurdu Ramazan’da. İftar sofraları. Ve eş dost ailenin yanında, fakirleri de davet ederler yedirirler içirirler bir de ihtiyaçlı olanlara veya gençlere aileden akrabadan, “diş kirası” geleneğimiz vardı çok güzel. Bu neydi biliyor musunuz? Paraydı. Nakit para verilirdi ve böyle verirken kimse görmeden yapılırdı, “diş kirası” denirdi buna. Yani yedirir içirirdi sizi bir de üstünden harçlık da verirdi ve uğurlardı. Yani bir alicenaplık vardı eskiden. Bugün maalesef bunu düşünen yoktur. Çoğu zaman bayramda bile evde oturan yok, millet tatile kaçar. Ramazan çok enteresan yeme içme yönünden akşamları.

   Mahmut İslâmoğlu hocamızın Kıbrıs Türk Mutfağı üzerine kitapları, araştırmalarının da olduğunu bilmemden dolayı, Ramazan ayı boyunca neler yenilir içilir, ne gibi tatlılar vardı diye soruyorum...

   Tel kadayıf, güllaç yapılırdı ki güllaç yaptı denmezdi, “güllaç batırıldı” denirdi. Malûm çiçek suyuna batırılırdı ya. Güllaç, Türkiye’den de değişik yapılır Kıbrıs’ta Eralp bey, o da ilginçtir. Çiçek suyu, gül suyuyla ıslatılarak yapılır ve süte batırılmaz. Kıbrıs sıcak bir ülke ya sütün erken bozulabileceği yönünden bir düşüncem var benim, o yüzden Kıbrıs’ta sütle güllaç hazırlanmaz. Güllaç, doğrudan şerbetle çiçek suyuyla hazırlanır Kıbrıs’ta ve uzun süre de dayanabiliyor.

   Bu arada harnıptan yani keçiboynuzundan da ne kadar çeşit, on-onbeş çeşit tatlı yapılırdı Eralp bey. Ve çok şifalı olduğu bugün tıpca da kabul edilmiştir. Topak helvası ne bileyim ne helvası, zülbüye dediğimiz o gullirikka derler köylerde. “Gulliri” Rumca ama hamurun çörek gibi çöreklenmiş olduğundan dolayı yuvarlak şekline denilirdi. Hatta “çerçellukya” diyen bölgelerimiz de vardır yine Rumcadan geçme. Onun Türkçesi Zülbiye’dir aslında. Güzel makbûl bir tatlıydı. Hatta eskiden karnı tok olanlara bir şey ikram ettiklerinde, “yok garnım tokdur, zülbiye olsa yiyemem” derlerdi. Yani o kadar makbûl bir tatlıydı. Baklava geleneğimiz vardı ama bugünkü gibi değil. Evlerde yapılırdı baklava. Baklavacılarımız azdı. Meselâ ben Limasol’dan hatırlarım bir baklavacı Sait Efendi vardı rahmetli, seneler önce ömür bırakmıştı. Yani bu türden tatlılar yapılırdı.

   Fakat Kadayıf çok yapılırdı hatta baklavaya göre daha çok. Ve geleneksel tatlımızdır. Tel kadayıf mutlaka hazırlanır. Ve yassı olarak çoğu zaman. Böyle burma şeklinde de değil. Yassı şeklinde tepsilere yayılır hazırlanır ve o gelen misafirlere de sunulur. Eskiden bir de gelenekti Eralp bey, özellikle bayram sabahları da yedikleri zerdeli pilavımız vardı. Bugün unutulmuştur. Bir tek uzun zaman sonra yemiştim, rahmetli Hatice Tahsin hanımın annesi vardı çok muhterem bir hanımefendi, Fahriyanım teyze, o yapmıştı bize bir defasında. Tatlıyla tuzlu bir arada yenir. Yani değişik bir zerdeli pilavdı, mutlaka oruçtan çıkanların bayram sabahı, zerdeli pilav yemesi bir gelenekti eskiden Kıbrıs’ta.

   Ve tabii Çorbalar yapılırdı. Kurban bayramında da kurbanı kestiren mutlaka sol böbreğini yerdi. Ve ona göre çayını yudumlardı. Kızartılırdı sol böbreği kurbanın, onu yerdi.

   Zaten o kurbanlar evde bir tane kesilmezdi Eralp bey. Varlıklı aileler evinde böyle fitre verir gibi, nasıl ki küçük çocukların da fitresini veririz bugün hâlâ, kurbanı kişi başına birer adet keser ve dağıtırlardı. Tabii bir miktar evlerine alıkoydukları da olurdu, işte onu değişik şekilde değerlendirirlerdi.

   Hocamızın bahsettiği yıllarda özellikle Kurban bayramında her günün değişik bir mönüsü vardı. Hocamız, kitabından konuyla ilgili bölümü bularak bizlerle paylaşıyor...

   Müsade ederseniz bir bakalım kitabımıza, yemekte de ilginç bir yöntem vardı, özellikle Kurban bayramında. Geleneğe bağlı ailelerde şöyle bir yemek sırası vardı bizim bu yaptığımız Kıbrıs Türk Folkloru kitabımızda. 2004 yayınıdır bu, 1969’da birinci yayını yapıldı bu genişletilmiştir. Burada bunları güzelce ele aldığımız yazılarımız vardır.

   Birinci gün sabahleyin şiş kebabı yenilirdi. Bu gelenek benim küçüklüğümde de hâlâ vardı ve özellikle ciğer kızartılmış ve şiş kebabı kahvaltıda yenilirdi. Öğleyin yağda kızartılmış ciğer, geceleyin paça dediğimiz yemek hazırlanırdı. Bunu biliyorsunuz genellikle ayacıkla veya baştan, kelleden yapılan bir yemek türüydü.

   İkinci gün şeftali kebabı yapılırdı. Malûm o Kıbrıs’a özgü, yani meyve değil (gülüyor), sarma olarak, karın zarına, daha doğrusu gömlek dediğimiz gömleğe sarılmış bir tür köfte malzemesi diyebiliriz. Ve Zılgıç. Zılgıç da kendi yağıyla kızartılmış ettir. Bunun bir de deyimi var biliyorsunuz, “zılgıç yedim” derler. “Haşladı beni bol bol” anlamında. O türden değil de zılgıç; ettir, kendi yağında suyunu çektikten sonra, yağıyla kızartılan güzel bir yemek türüydü. Unutulmuştur bugün zılgıç yapılmıyor artık. Yani mutfağımızdan birçok şey eksilmiştir maalesef.

   Soğutucu olmadığı dönemde diyoruz kitabımızda, zılgıç erken bozulmadan kalabildiği için makbûldu. Hazırlanırdı o şekilde ve dayanıklıydı. Yani beş-on gün içerisinde de tüketilebilen bir yemekti çünkü kızartılmıştı yağında. Hatta genellikle onları böyle soğuk yere koyarlardı. Kuyuya sallandırabilirlerdi sepetle ve saire ile. O şekilde kalırdı.

   Üçüncü gün bumbar dolması dediğimiz “Bumbar” yapılırdı. Suyuna da mutlaka ya makarna veya bulgur pilavı, pirinç değil dikkatinizi çekerim, bulgurdur. Bol domatesli. Pirinç ise bumbarın içerisine çok az katılırdı. Kıyma, iri kıyılmış ama, bugün makinelerde çekilmişi karınca başına dönermiş eskilere göre (gülüyor). Tadını bulmazlardı. Bulgur pilavı dediğimiz gibi. Şimdi genellikle bulgur çok yaygındı. Pirinç lükstü Eralp bey. Hatırlıyorum, köyden gelen akrabalara genellikle heybelerine pirinç ile sabun ve şeker konur. Yani onlar da bir şeyler getirirlerdi gelirken ya, iade için mutlaka şeker ve pirinç, lükstü pirinç. Hatta Mesarya yöresinde bugün hâlâ bulgurdur makbûl olan, pirinç ikinci derecede.

   Kurban bayramının dördüncü gününde bulgur köftesi, içli köfte dediğimiz Türkiye Türkçesiyle, kıyma böreği hazırlanır ve bunlar tüketilirdi. Köylümüzün özellikle Mesarya yöresi Türk köylülerinin bayramda yaptıkları tavuklu el makarnası, o da mühimdir. Hatta salçalı, ben bugün dahi evde canım çektiği zaman yaptırırım, salçalı makarnayı severek yeriz. El makrnası kolay değildi eskiden. Kadınlar toplanır yoğururlardı hamuru güzelce ve ince ince açmak suretiyle, hatta bazıları bunu delikli de yapardı. Çöpler var ya sazlar, onları koyarak onun içerisinde delikli bir tür makarna imâl ederlerdi yani. Bunlar kurutulur uzun zaman saklanabilirdi.

31-mart-2024-eralp-mahmut-islamoglu-ile-eski-bayramlarimiz-2-31-03-2024-1.jpg

31-mart-2024-eralp-mahmut-islamoglu-ile-eski-bayramlarimiz-2-31-03-2024-tel-kadayif.jpg

Bu yazı toplam 1592 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar