1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Mahmut İslamoğlu… ve… arkadaşlarından, Yepyeni konu ve kitaplar…
Mahmut İslamoğlu… ve… arkadaşlarından, Yepyeni konu ve kitaplar…

Mahmut İslamoğlu… ve… arkadaşlarından, Yepyeni konu ve kitaplar…

Mahmut İslamoğlu… ve… arkadaşlarından, Yepyeni konu ve kitaplar…

A+A-



Neriman Cahit


Toplumumuzda bir kaskatılık… Her geçen günle daha bir yılgınlık… Ve, bazılarımızın yavaş yavaş yaşamın dışına düşmesi… İnsanın umudunu tam karartmıyorsa da…
Uzun süredir “Umut gördüğüm” her arkadaşın adeta yakasına yapışarak, “yazmalısın… geçmişine, ülkene, tanıklıklarına dair…” diye…

Ve… Mahmut İslâmoğlu…
Buna gerek kalmadan sürekli yazan saygı duyulası, eli öpülesi birkaç yazarımız var: Mahmut İslâmoğlu ise bunlardan biri – en başta gelenidir… Onun bir özelliği de, “Ada Kültürünü” – çoğu kez – bir bütün olarak araştırıp yazması. (Bunu bazen tek başına bazen de, diğer üç arkadaşıyla – Altay Burağan, Eralp Adanır ve Şevket Öznur’la birlikte yapması…)
İşte, her ikisine de örnek olacak yepyeni iki kitap sunuyorlar bize…

“Geleneksel Kıbrıs Türk Mutfağı…”
Gökada Yayınlarında çıkan kitap, sanırım bugüne dek çıkanların en mükemmeli. Mahmut İslâmoğlu imzasını taşıyan (216) sayfalık, o eski günlerdeki güzelim yemek kültürümüzü öylesine işlemiş ki, bir oya gibi… İnsanı mutlu eden bir başka yönü de, kitaptaki “başlık ve tariflerin çoğunun ‘yerli ağız özellikleriyle’ verilmiş olması…
Buna ek: Yemek Kültürü ve alışkanlıklarımızda da söz edilmesi…
Her eve + evlenecek her çifte verilebilecek çok değerli bir armağan bu kitap…
Bu güzel armağan için teşekkürler, sevgili İslâmoğlu…

İzler Silinmeden -2-
Mahmut İslâmoğlu, Altay Burağan, Eralp Adanır ve Şevket Öznur’un bize “Güney Kıbrıs’ta kalan kültürümüzle ilgili” armağan ettikleri ‘ikinci eser’ bu. Yanında, bir de DVD” var; belgesel olarak.
“Bu çalışmamızı yaparken amacımız, bugün sınırlarımız dışında – Güney Kıbrıs’ta – kalan ve bizlerce son derece önemli olan maddi ve manevi varlıklarımızı tamamen yok olmadan kayıt altına almak” önsözüyle verdikleri bu değerli eserde…
• Lefkoşa’dan: Dizdarköy, Koççat, Matyat.
• Baf’tan: Ayvarvara, Ayyorgi, Aynikola, Dimi, Evretu, Fasula,Kukla, Mandriya, Melandra, Sarama, Tera, Vretça, Yalya.
• Larnaka’dan: Aytotoro, Kalavason, Vuda, Yukarı Lefkara.
• Limasol: Armenehor, Gilan, Kandu, Monyat, Siligu.
***
Bu köylerimiz ve kültürleri konusunda öylesine bilgi, resim ve kuruluş, gelişim ve değişimler yer alıyor ki… Okuyan için inanılmaz bir aydınlık penceresi açıyor…
Uzun uzun düşündürüyor sonra okuyanı:
“İnsan, doğdu yere mi… Yoksa, yaşadığı yere mi benzer?”
Ne olur alın okuyun bu kitapları…
Yüreğinizi de katarak…

////////////////////////////////////////

YALNIZDILAR…
“Eğer onlara vakit ayırabilirsem çok mutlu olacaklarını söyleyen – tanışınca çok sevdiğim – iki güzelim insandılar. Sonuçta boş bir zamanı denk getirip tanıştık… Kendilerini dinlememi ve yazmamı istediler… Sıkışıktım ama onları da reddedemezdim… Bir tanesi (S.M) annesiyle ilgili konuşup rahatlamak istediğini söyledi:
- Birçok yaşlı gibi annem de yaşlanınca son günlerini genelde evinde ama ‘yalnız’ geçirdi. Ona elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım; ama, ‘yalnızlığın çaresi yok…’ En son onu, tuvalete götürdüm. Yoruldu, geceliğini giydirdim – yatağına yatırdım. Belki susarsa diye başucuna bir bardak su koydum… Herkesin evine döndüğü saatlerde, “O, yapayalnızdı!” Evet… Yapayalnız… El ayak çekildikten sonra ne telefon çalar ne de kapısı…
Ve o, çok çaresiz. Hiçbir yere çıkamaz…

***
Hep korkarım, kendi yaşlılığımdan – sanki bilirim, benim de böyle yapayalnız çaresiz kalacağımı! Ölümü istiyor ama bir gece, uykusunda… ansızın…
Rüyada gibi artık… Kuş misali…

YALNIZDILAR… YALITILMIŞTILAR…
Göğün sanki delinip dolu dolu yağmura dönüştüğü bir günde, iki hüzünlü, sabırsız ve yaşam tarafından kıstırılmış çocuk, farklı farklı yerlerde ama sanki aynı kaderi paylaşıyorlardı…
Yalnızdılar… yalıtılmıştılar…
Yalnızlık ve korkularını hafifletmek için sesleri titreyerek şarkılar söyleseler dahi… Duydukları tek şey, hiç değişmeyen, yalnızlığın sesiydi.
Evren ordaydı…
Başka diyarlarda başka insanlar yoktu, zaman sadece orada işliyordu…
Herkes, onlar gibiydi, herkes hüzün dolu
Ve, yalnızdı…
Herkesin kimsesi yoktu ve herkes bunun farkındaydı…
Hep bekliyorlardı, neyi beklediklerini bilmeden, bilemeden…
Belki de bundandır,  çıldırmıyorlardı!

***
Sımsıkı sarılmak istiyorlardı toprağa…
Ama toprakta su yoktu…
Uzamak istiyorlardı serin yerlerdeki kavaklar gibi ama toprak susuzdu…
!O zaman su olalım…’ dediler… Ama, çaresizlik de pusu olmuştu…
Büyüklerinin hiç dikkat etmeden onlara aşıladığı bir “korku” hep izlerdi onları gölgeleri gibi…
Uyusalar, sınıfta ya da bahçede,oynasalar, yemek yerken bile…
Küçük olan daha çok korkuyor, hayatını daha da zindana çeviriyordu… Ama,
Daha da ötesi: Korkusunu bile sahiplenecek, onu sevecek kadar yaşamı (tam yorumlayamasa da) çok seviyordu… Sevmek istiyordu… Ama…

***
Büyüyünce öğrenecekti: “İnsana yabancı olmayan hiçbir şeyin… KENDİNE… yabancı olmayacağını…

***
Ve bir şiirle…
Haydar Ergülen’in bir şiiriyle bitireyim:

“ Mektup yaz, denize at
Nasılsa bir gün her mektup
Suların aynasında boy gösterir
Kimi boğulur kimi kaybolur kelimelerin…

Yaralı kelimelere rastlarsınız sahilde
Bilin ki, ölümden önce son arzuları
Denize bir şiir halinde geri dönmektir.

Bu haber toplam 1632 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 97. Sayısı

Adres Kıbrıs 97. Sayısı