MAKÛS TALİHİ YENMEK
Kelime yorgunuyum bu günler. Sayısız cümleler çınlıyor kafamda. Başkalarının cümlelerine cevap veriyor içimdeki kelimeler. Sonra kayboluyorum çoğalan, tırmalayan anlamlarda. Hayatın tıslaması bu… Gelmekte olan karanlığa dair bir iç ürpertisi… Bir kayboluş hali…
Oysa bir başka açıdan bakınca her şey çok yalın… Gerçekle korkusuz yüzleşince. Ne kadar iç acıtıcı, ne kadar incitici, onur kırıcı olursa olsun; ne kadar kabul edilemez, hazmedilemez olursa olsun gerçeği kabul edip adını koyunca her şey daha bir netleşiyor. Diğer yandan ise “gerçek” dediğin şeyin adını koyunca ona mahkûm oluyorsun. Ona bir açıdan bakmış, karmaşık görüntüsünü basitleştirmiş, onu sabitlemiş, adını vererek kategorize etmiş, içindeki farklı olanakları yok etmiş oluyorsun. Gerçek dediğin ne kadar gerçek; bundan nasıl emin olabilirsin ki.
Yalnızlığımdan çıkmaya çalışıp gönül koalisyonları kurmaya çalıştığım zamanlarda başkalarının tam da bilemediğim iç dünyalarında, kendilerini anlatmaya çalıştıkları cümlelerin kifayetsizliğinde kayboluyorum. Bir başka insanın hayatı başlıyor içimde. Onun hikâyesi kendi hikâyeme ulanıyor. Kendi günümü yaşarken onun aynı zaman dilimindeki yaşantısı da bir biçimde sürüyor tahayyülüm içinde. Biraz aşk halleri gibi bu… Sonuçta bir nevi kendine bir başkasını alma arzusu.
Birisiyle yaptığım bir konuşmanın ardından artık ona söylememin mümkün olmadığı başka cümleler kurmaya başlıyorum içimde. Gerçeğin ele geçirilmezliğinin hüznü olmalı bunun izahı… Geriye dönüp “keşke bunu da söyleseydim, keşke bunu söylemeseydim ya da keşke bunu başka türlü söyleseydim” diyebiliyorum. Ne kadar yorucu… Belki de yürüyüp geçebilmeli insan, ruhu bu kadar da ağırlaştırmadan, kendini günün ve zamanın ritmine bırakıp hayata doğru akabilmeli…
Mesele şu ki iletişim kurduğumuz her kişi bir iz, bir gölge bırakıyor içimizde. Bazen gerçekleşmemiş bir arzu, bir iç sızısı, bir uğultu olarak kalıyor usumuzda. Bir başkasıyla bütünleşmenin imkânsızlığının kederi belki de bizi böyle sersemleten
Sonlanmış bir konuşma bitmemiş oluyor kimi zaman. Kendini eksik anlattığını, karşındakini eksik anladığını düşünüyorsun ve o geçmiş gitmiş anların boşlukları içinde kayboluyorsun.
Başkalarının bazı cümleleri hep uğulduyor kafamda. Hemen vardıkları yargılar, oluşturdukları kategoriler ve bunları gerçek kabul ederek üstüne kurdukları yeni cümleler ve analizler içimde “ama bu haksızlık, ama bu yanlış” ayaklanmasını başlatıyor.
Bütün bu yorgunluklardan sonra yine yalnızlık oluyor sığınak. Başkalarıyla kuracağın mesafede bulabiliyorsun huzuru. O da yürümüyor ama uzun süre. Kitaplarla, filmlerle, müzikle geçen zamanlar bir süre sonra iç dünyanı yabancılaştırıyor; kendi hikâyeni, kendi sesini, kendi ritmini aramaya başlıyorsun. Ruhun ve bedenin çağrısı ile sersemliyorsun.
Bazı şeylerin başka türlü de olabilme olasılığı insanın içini acıtan. Kırık kalplerle yürünen zamanların, ayazda kalmış bedenlerin hüzünlü müziği ile içlenirken başka bir yaşantının mümkün olduğu sezgisinin yarattığı iç burukluğu kahredici olan.
Yine de sürprizleri var hayatın… Kalbini açık tutup, işaretlere dikkat kesilirsen bu makûs talihi yenmen mümkün olabilir belki…
Yara bere içinde yoluna devam ediyor kalp. Her yeni gün, tanışılan her yeni insan bir umut demek çünkü… O uğultulu tünelde ilerliyorsun sonuçta. Yalnızsın ve kavuşmak istediğin kim ve ne; ondan emin değilsin. Kaybolmuşluğunu kim unutturabilir, bu sersemletici gönül fırtınalarını kim dindirebilir?
Hayatın körebe oyununda düşüp kanattığın dizlerin için oturup ağlayabiliyorsan kalbin hala katılaşmamış demektir. Bu da iyi bir şey mi tam bilemiyorum. Belli ki daha çok yaralanacak, daha çok ağlayacaksın.
Her şeye rağmen yola devam edebiliyorsan, yenilgiyi kabul etmemişsen hala bir şansın var demektir.