Mali Protokol’ün Bir Adım Önünde: İşte Hendek, İşte Deve!
Mali Protokol’ün Bir Adım Önünde: İşte Hendek, İşte Deve!
Bilge Azgın
Seçimlerin yapılacağı Temmuz ayına girer girmez, Türkiye ile imzalanan 2013-2015 Mali İşbirliği Protokolü’nun içeriği yeniden tartışma konusu oldu. İlk önce Ömer Kalyoncu seçimden sonra CTP hükümete gelirse bu protokolün revize edilmesi için çaba sarf edeceklerini söyledi. Protokol’da tekelleşme tehlikesinden bahsederken, Ercan Havaalanı’nın özelleştirilmesinin yeni bir tekel olmasına ve bunun sonucunda bilet fiyatlarının artmasına anlam veremediklerini ve bu noktada itirazları olduğunu söyledi. CTP’nin genel duruşu özelleştirme yerine özerkleştirmeden yana olmasıdır. Ardından Serdar Denktaş da seçim vizyonunu “Anavatan Türkiye ile imzalanmış bulunan Ekonomik İşbirliği Protokolü mutlaka gözden geçirilecektir” şiarı üzerine kurguladı. Kısacası, UBP dışındaki tüm partiler, Protokol’ün bir şekilde revize edilmesi yönünde beyanda bulunmuşlardır.
Hatırlayacağımız gibi, kemer sıkma politikalarını cisimleştiren protokoller “Biz Kıbrıs’ın İMF’siyiz” söylemiyle başlamıştı. Kuzey Kıbrıs’ı taviz vermeden denetleyen İMF modeli örnek alınıyorsa, İMF’nin 2013 yılı itibariyle Yunanistan Krizi başarısızlığından dolayı kurumsal bünyesi içerisinde kendisine çıkardığı birtakım dersleri de göz önünde bulundurmamız gereklidir. Sayın Akça gibi ekonomi masteri yapan bir kişiye ekonomi anlatma gibi bir iddiamız olmasa da, İMF’nin kendi bünyesinde ve kamusal alanda kabul ettiği birtakım hatalara kısaca değinmek ve şu anda uygulanmakta olan Mali Protokol ile ilişkilendirmekte fayda vardır.
Malumunuz İMF, Yunanistan’daki krize uygulanan acı reçetenin, Yunanistan ekonomisini daha iyi seviyeye taşıma şiarında çok kötü çuvallamıştır. İMF, 2012 yılı itibariyle işsizliğin %15 oranında olacağını öngörmüştü. Fakat işsizlik %27 oranına çıkmıştır. İMF acı reçeteyi uygularken Yunanistan’ın üç sene boyunca 5.5% ekonomik küçülmenin ardından büyümeye geçeceğini öngörmüştü. Bunun aksine, Yunanistan ekonomisi bu süreçte %17 oranından küçülmüştür ve küçülmeye de devam etmektedir.
İMF, Yunanistan’daki krize uygulanan reçetenin öngörüldüğünden daha kötü sonuçlarla karşı karşıya kalmasının nedenlerini saptamaya çalışırken üç temel noktada kendi bünyesinde özeleştiri yapmak zorunda kalmıştır:
1- Vergi toplama kapasitesini artırmak birinci öncelik haline getirilmediği için, dolaylı vergileri yükselterek gelir artırımını sağlamak ön plana geçmiştir. Vergi toplama kapasitesinin yeterli hızda ve seviyede teknik altyapı desteği sağlanmadığı gibi kurumsal yapısının güçlendirilmesinde oldukça sınırlı bir ilerleme sağlanmıştır.
2- Yunanistan’ın borç sürdürülebilirlik analizinde ileriye dönük ihracat hacmi ve kapasitesinde aşırı derecede iyimser projeksiyonlarda bulunmuştur.
3- Kamu maliyesi çarpanının (fiscal multiplier) ekonomik küçülme ve işsizliğe olan negatif etkisi geleneksel neo-liberal öğretinin varsaydığı orandan çok daha fazla olmuştur.
Yukarıda bahsi geçen her üç noktayı da KKTC’de uygulanan Mali Protokol’a uyarlayıp, protokolün yerel koşullara uygulanışındaki eksikliklerle ilişkilendirmek mümkündür. Bu yazı; hem yer, hem de önem açısından sadece vergi toplama kapasitesinin artırılması hususuna değinmekle sınırlı kalacaktır.
Mali disiplinin ve bütçe konsolidasyonunun sağlanmasını hedefleyen herhangi bir programın en önemli unsurlarından bir tanesi vergi toplama kapasitesinin ve gelir artırıcı önlemlerin adaletli şekilde uygulanmasından geçtiği aşikârdır. İMF’nin, 5 Haziran 2013 tarihli yayımladığı Yunanistan: İstisnai Erişim Sağlayan 2010 Stand-By Düzenlemesinin Ardıl Değerlendirilmesi başlıklı raporda, son üç yıl içinde vergi gelirlerinin toplanması kapasitesini artırmada İMF’nin Yunanistan’a yeterli hızda ve seviyede altyapı desteği sağlanmadığının özeleştirisinde bulunmuştur. 5 Haziran 2013 tarihli değerlendirme raporu; 2010 yılında uygulanmaya konan kemer sıkma politikalarının ardından üç yıl geçse de, Yunanistan’ın vergi dairesinin denetleme ve vergi toplama birimlerinde halen ciddi boyutta eleman açığı bulunduğuna işaret etmiştir. Raporda genel olarak, İMF’nin Yunanistan’ın gelir kapasitesinin artırılmasını temin edecek temel idari ve operasyonal aksaklıkların ne denli kronik ve yapısal olduğunu yeterince kavrayamadığı vurgulanmıştır.
Bu hususta, Yunanistan ile Kuzey Kıbrıs arasında çarpıcı benzerlikler göze çarpmaktadır. Yunanistan gibi Kuzey Kıbrıs ekonomisinin yaklaşık yüzde 40-50’lik bölümü kayıt dışıdır. Yunanistan veya Kuzey Kıbrıs gibi uçuk seviyede bütçe açığı verip kronik borç batağı içine düşen ülkelerde, kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almak ve vergi toplama kapasitesini artırmak hayat mebat meselesidir. Lâkin, gerek Kuzey Kıbrıs, gerekse de Yunanistan yetkilileri, kayıt dışı ekonomiyi zapturapt altına almak yerine dolaylı vergilere zam yaparak gelirleri artırmak kolaycılığına kaçmışlardır.
Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’nin uygulattığı kemer sıkma politikası 2010 Kasım’ında KKTC Meclis’inde kabul edilen meşhur ‘Göç Yasası’ (Kamu Çalışanlarının Aylık Maaş, Ücret ve Diğer Ödeneklerinin Düzenlenmesi Yasası) ile başladığı söylenebilir. Ancak Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a uygulattığı Mali Protokol’ün ilerleyiş şekline bakıldığında, İMF’nin Yunanistan örneğinde olduğu gibi, vergi gelirlerinin toplanması kapasitesini yeterli hızda ve seviyede altyapı desteği sağlanmadığı gözlemlenmektedir. Gerek “Kamunun Etkinliğini ve Özel Sektörün Rekabet Gücünün Artırılması Programı (2010-2012)”, gerekse de “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı (2013-2015)” etkin ve adaletli vergilendirme kapasitesinin her açıdan (yasal, denetimsel, idari, fiziki, teknolojik vs) ilerleteceği hedeflerini detaylı bir biçimde ele almış olsa da, bu alanlardaki uygulamalarda oldukça yavaş ve sınırlı ilerlemeler kaydedildiği gözlemlenmektedir.
Örneğin, TC Yardım Heyeti’nin 2010 İzleme Raporu (sayfa 5), kredi kartlarıyla yapılan işlemlere erişim sağlandığı halde “bu bilgileri işleyecek yeterli insan kapasitesi bulunmamaktadır. 3 yıllık dönem içerisinde denetim ve vergilendirilme hizmetlerinde kullanılmak üzere kalifiye eleman alınması gerekmektedir” saptamasında bulunmuştur. Bu saptamanın ardından bir sene sonra yazılan TC Yardım Heyeti’nin 2011 İzleme Raporu (sayfa 6) “Vergi Dairesi inşası dışında fiziki ve teknik altyapının tamamlanması ve uzman personel istihdamı ve yetiştirilmesine yönelik konularda ilerleme sağlanamamıştır” tespitinde bulunmuştur.
TC Yardım Heyeti’nin 2012 İzleme Raporu (sayfa 9) “Vergi denetiminin arttırılması konusunda belli ölçüde bir artış kaydedilmiş olup, denetim elemanı eksikliği daha etkin denetimi engellemektedir” saptamasını yinelemiştir. 2012 İzleme Raporu ayrıca, “Vergi dairelerinde istihdam edilmek üzere 16 lisans ve 18 lise mezunu geçici personel temin edilmiştir. Ancak personellerin geçici statüde çalıştırılması, bu kişilerin sorumluluk gerektiren görevlerde çalıştırılamaması ve sahip oldukları niteliklerin bu alanda çalışmaya yeterli olmaması nedeniyle uzman personel istihdamı ve yetiştirilmesine yönelik konularda yeterli ilerleme sağlanamamıştır” diye yazmaktadır. Buna ilâveten, sert kamu kesintileri 2010 yılında başlamasına rağmen, Lefkoşa Vergi Dairesi’nin inşasına ilişkin ihale Nisan 2011 ayında yapılmış ve bu proje 2013 yılında halen tamamlanamamıştır.
TC Yardım Heyeti İzleme Raporları’nın bu hususta yaptığı saptamalar, KKTC’de uygulanan Mali Protokol’ün (İMF’nin Yunanistan örneğinde olduğu gibi) vergi denetimi ve toplama kapasitesinin artırılması noktasındaki birtakım başarısızlıkları gözler önüne sermektedir. Bu noktada yaşanan eksiklikleri, KKTC yetkilileri KDV ve fonları artırarak (yani hayatı pahalılaştırarak) telâfi etme yolunu tutmuşlardır. Dolaylı vergilerin yükseltilmesinden ortaya çıkan hayat pahalılığı en fazla dar ve orta gelirli vatandaşın canını yakarken, özel sektörün gelişmesine önemli ölçüde köstek olmaktadır. Mali Protokollerin genel hedefi kamu sektörüne yapılan harcamaları kısıtlarken, kaynakların daha çok özel sektöre aktarılıp onun büyümesini sağlamak olsa da, bu uygulamalar yüzünden hem kamu sektörü hem de özel sektör cendereye sokulmuştur.
Uzun lâfın kısası, gelir vergilerinin toplanma kapasitesinin veya denetiminin etkinleştirilmesi noktasında yaşanan başarısızlıklardan dolayı, Kıbrıslı Türkler 2008’den itibaren ağırlığı her yıl daha fazla artan bedeller ödemektedir. Ancak, bu başarısızlıkların esas nedenini kendi siyasi yapımızda ve yetkililerimizde aramak daha doğru olur. Yunanistan’ın ardıl değerlendirmesinde bulunan İMF raporu, iğneyi İMF’ye, çuvaldızı ise Yunanistan’ın siyasi yetkililerine batırmıştı. Bizim de iğneyi Elçiliğe, çuvaldızı ise kendimize batırmamız gerekmektedir.
Her yıl Kuzey Kıbrıs’ın savunma ve altyapı harcamalarına milyonlarca dolar hibe eden Türkiye’yi, vergi dairesindeki personel açığını ivedilikle kapatma noktasında harekete geçiremiyorsak, kendi siyasi yetkililerimizin bu noktada üzerlerine düşen hata payının altını çizmek zorundayız. Yüzde 40-50 civarı kayıt dışı ekonomi sorunu, vergi denetimi ve toplama kapasitesinin artırılması noktasındaki fiziki ve teknik altyapının tamamlanmasında yaşanan aksaklıkların yanında, sosyo-ekonomik ve siyasi yapının kronik çarpıklıklarından da kaynaklanmaktadır.
Örneğin, 2009 yılı itibariyle vergi gelirlerin yüzde 70 gibi çok yüksek bir oranı dolaylı, yüzde 30 oranı ise dolaysız vergilerden elde edilmekteydi. Ardı arkası kesilmeyen bütçe açığını kontrol altına almak için dört senedir kemer sıkma politikası uygulayan devletimiz için bugün halen aynı durum geçerlidir. Hatta, dolaysız vergilerin oranı yükseleceğine düşmektedir. Buna ilâveten, 2013 yılında toplanan kurumlar vergisi gibi direk vergiler, 2012 yılına göre düşüş göstermektedir.
Vergi sisteminde sosyal adaleti sağlamak yönünde de birçok adım atılması ve reform yapılması gerekmektedir. Bu hayati önem taşıyan mesele başka bir yazının konusu olsa da; vergi toplayamayan, denetleyemeyen ve kayıt dışılığı önleyemeyen bir yapının, vergi sisteminde sosyal adaleti ve yeniden paylaşımı sağlayacak uygulamalara geçmesinin oldukça zor olduğunu da peşinen vurgulamak gerekir.
28 Temmuz Seçimleri sonucunda hükümete gelecek olan siyasilerimizim önünde iki seçenek vardır. Ya kayıt dışı ekonomiyi çok yönlü reform ve denetim mekanizmalarıyla kayıt altına alıp devlet gelirlerini artırılacak ve Protokol’ün hedeflediği gibi bütçe açığı 315 milyon TL’ye indirmede başarılı olacak; ya da dolaylı vergiler üzerinden hayatı pahalılaştırmaya devam ederken birçok kurumunu Yeltsin-Rusya tipi özelleştirme yoluyla satıp Protokol’ün hedeflediği gibi bütçe açığı 315 milyon TL’ye indirilecektir. Sendikalar’dan Ticaret Odası’na uzanan geniş yelpazede yer alan uzman yetkililerinin hepsi de kayıt dışı ekonominin kayıt altına alındığı takdirde denk bütçe sağlamanın mümkün olacağını gerek raporlarla gerek ise rakamlarla açıklayıp dile getirmektedirler.
Bu yazının üzerinde durduğu vergi denetimi ve toplama kapasitesinin artırılması noktasındaki aksaklıkların ivedilikle üzerine gidilmesi, Mali Protokol’ün revize edilmesi anlamına gelmez. Ancak, Mali Protokol’ün özelleştirmeler konusunda revize edilebilmesinin yollarından bir tanesi de, bu tür aksaklıkların bir an önce giderilmesinden geçer. Her iki durumda da, 28 Temmuz Seçimleri sonucunda oluşacak siyasi iradenin bunları başarması için Mali Protokol’ün bir adım önünde olması elzemdir. İşte hendek, İşte deve!