Mamma en yüce değermiş!
Bugüne kadar çok şey konuşulan ancak az şey yapılan okul sporlarını yani gerçek altyapılarımızı gündeme almak istedim. 1950’li yıllardan 1980’li yılların başına kadar okul sporları en fazla ilgi duyulan alandı. Başta atletizm olmak üzere voleybol, basketbol ve futbolun rekor derecede izleyicisi vardı. Voleybol ve basketbol açık hahavada, futbol takımları toz duman içerisinde, atletizm elle çizilen kireçli çizgilerle tam bir olimpiyat havasında geçerdi. 19 Mayıs yarışmalarını eskiler halen heycanla anlatır. Şu anda Türkiye’de kulüpler iç işlerini, futbolu ve altyapıları yönetmesi için CEO atayıp tonlarca para verirkenen, bizler bu yapıları 1950’lerde kurmuştuk.
Peki, o günden bugüne ne değişti? Tabi ki, çok şey.
Bu serüveni, 1983 öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmak en gerçekci yaklaşımdır.
1983 öncesi spor sistemi çok farklıydı. Uluslararası arena bizler için açıktı. Takımlarımız bir çok uluslararası organizasyona katılabiliyordu. Motivasyon üst derecelere ulaşıyordu. Alt yapıdaki her gencin bir hayali vardı. Okul sporları tatlı rekabetin başladığı ve kulüplere sporcu yetiştiren yerlerdi.
1983 sonrası tam bir rezalet yaşandı. Birkere tüm uluslararası hakklarımızı kaybettik. Motivasyonumuzu yitirdik... O günden sonra deyim yerindeyse memleketin “dingili koptu”. Bir çok belirsiz insan spor piyasasından para yemeye başladı. Çıkar hayatımızın en önemli parçası oldu. Sporcu üretimi durma noktasına geldi. Ne denetim ne de bir düzen kaldı. Herkes kendi cumhuriyetini kurarak “Bana tokunmayan yılan bin yaşasın” demeye başladı. Siyasi çözümsüzlük, ekonomik şartların da gerilemesi ile menfaatçılık liderlik koltuğuna oturdu. Siyasiler hükümette kalma uğruna bir çok önemli konuyu görmezlikten geldi. Kamu görevlileri birden fazla işle meşgul olurken, memleketi neredeyse parsellediler. Okul öğretmenliğinin cazibesi yalnızca maaş oldu. Dışarda takım çalıştırmanın getirisi arttı. Böylelikle bireysel başarı okul menfaatlerin önüne geçti. Çok sesli medyanın da hayatımıza girmesiyle, gündemdeki isimler popüler oldu. Böylelikle ülkemizde kağıt üzerinde var olan alt yapılar, hakikatta batırıldı.
Bugün KKTC genelinde son 10 yılda hep ayni okulların başarılı olduğunu görürüz. Peki diğer okulların ne yaptığını sorgulayan var mı? Hayır yok.
Sorgulansa bile, ya malzeme, ya salon, ya da saha mazeret olarak öne sürülür. Ödül ve ceza sistemi olmadığından, çalışan da çalışmayan da eşit hakka sahip. Dünyada böyle bir düzen artık yok. Olanların tümü batmış. Örneğin Güney Kıbrıs, Yünanistan, İspanya, İtalya, Portekiz’in iflas sebepleri hemen hemen hep ayni. Cumhuriyet içerisinde küçük cumhuriyetçikleri savunup çıkar dünyası kurmak.
Şu anda bu sistemi değiştirmek neredeyse imkansız. Öğretmenler için eleştiri geldiğinde, doktorlar, doktorları işaret ettiğinizde, polisler gündeme gelir. Polislerden sonra da mesailer söylenir. Kısacası sistemi tam bir KAOS ortamına çevirmişler. Hal böyle olunca da, Türkiye’den birileri gelir ve kafamıza vura vura sistemi değiştirir. Nasıl ki, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs’ın kafasına vurduğu gibi. Unutmayın! Parayı veren her zaman haklıdır ve düdüğü çalar. İşte 1983 sonrası toplum uğradığı trauma ve sporun geldiği nokta.
Peki sporu denetleyen makamlara ne demeli? İşleri ne diye hiç sordunuz mu? Yalakalıktan soru sormayı bile unuttuk. Esasında biz kimleriz bilirmisiniz? Cumhurbaşkanı’na plaket vererek çok büyük bir iş yapmışız havasına giren, Pro- lisans açmakla kendimizi Mourinho veya Alex Fergunson ayarında gören, 19 Mayıs’ta Londra’ya neredeyse Kıbrıs nüfusunun yarısıyla gitmesi planlayan “zavalı mahluklarız”. Ne de olsa “mamma en yüce değerdir”.
Not: Süper Lig’e yükselen Y. Boğaziçi, Yalova ve Mormenekşe takımlarını kutlarım