1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Mandarin ve ekşi leymonaddaları, Almanya’dan hediye bir bebek…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Mandarin ve ekşi leymonaddaları, Almanya’dan hediye bir bebek…

A+A-

12 tane şeker portokalı, 10 tane Klementin mandarin ve 10 tane de turunç alıyorum – turunçlar bahçemizdeki turunç ağacının turunçları – bunları sıcak suyla iyice yıkıyorum. Sonra ikiye ayırıyorum, rahmetlik annemin eski ama asla eskimeyen portokal sıkacağıyla sıkıyorum… Bu nefis narenciye suyuyla fırında tavuk yapacağım ve bu yemek muhteşem olacak…

Portokalları ve mandarinleri sıkarken, aklımda anneciğim var çünkü bu portokal sıkacağı ona aitti… Mutfağında her tür “gayıdı” tamamdı, hiçbir şey eksik değildi, bunları ona babam alırdı… “Gayıtın tamam olacak” derdi hep anneciğim ve mutfakta her birinin bir yeri vardı… “O zaman, gözün kapalı bulun, nere goyduğunu bilirsan” derdi…

Bu portokal sıkacağı mutfakta önemli bir aletti. Nedeni da bununla bahçemizdeki mandarinleri ve ekşileri sıkarak leymonadda yapmamızdı… Ekşi suyundan çok, mandarinlerimizle leymonadda yapardık… Babam bu portokal sıkacağını 1940’lı veya 50’li yıllarda almış olmalı – o zaman bu alet, en az 70-80 yaşında olmalı diye düşünüyorum… Çok eski ama neredeyse ilk günkü gibi pırıl pırıl…

 

LEYMONADDA YAPIMI

Bu portokal sıkacağıyla rahmetlik anneciğim Türkan Uludağ, bahçemizden topladığı Kıbrıs mandarinlerinden leymonadda yapardı. Bazan bahçemizdeki yediveren ekşi ağacından ekşi toplar, bunları da sıkar ve mandarin suyuna karıştırıp öyle yapardık leymonaddayı…

Kıbrıs mandarinleri sıkıldığında bazan mandarinlere şeker karıştırma görevi bana verilirdi… Leymonadda yapmak için şekeri mandarin suyunda eritmek gerekirdi… Bu benim için çok zordu çünkü uzun süre ve sürekli karıştırmak gerekirdi, o zaman kollarıma sızılar girerdi… Ancak sonrasında harika leymonaddalarımız olurdu, şişeler dolusu…

Leymonaddalar hazır olur olmaz, annemle birlikte birer gadef içerdik, birbirimize gülümserdik…

Bu adamızın tadıydı – doğanın bize sunduğu harika, sulu Kıbrıs mandarinlerinin kendine özgü bir kokusu vardır… Kıbrıs’ta her zaman anlatılan bir şey vardır – asla Kıbrıs mandarini çalamaz kimsecikler çünkü mandarini kestikleri anda, kokusu yedi mahalleyi dutar ve mandarin hırsızı derhal yakalanır!   Doğrudur bu! Mandarinlere dokunduğunuz anda, kokularını salıverirler ve tüm mahallenin burnunun direği gırılır bu güzel kokuyla!

Leymonadda hazır olunca, bunları cam şişelere doldururduk… Bunları dizerdik ve akrabalarımız ya da misafirlerimiz bizi ziyarete geldiğinde, onlara Kıbrıs leymonaddası dökerek bu güzel leymonaddayla onları ağırlardık… Bayıla bayıla içerlerdi… Leymonaddayı yaz ayları için yapardık çünkü en çok leymonadda içilen mevsim, yaz mevsimiydi…

 

EKŞİ LEYMONADDASI…

Rahmetlik Şerife Zaim deyzem (biz ona hep Şerif Deyze derdik), ekşi leymonaddası yapardı – bu leymonaddayı da çok severdim. Ekşi leymonaddası yaptığında mutlaka bir şişe verirdi bize, bunu eve getirip içerdik. Her ikindin Şerif Deyze’yi Köşklüçiftlik’teki sarı daştan yapılmış ferah, bahçe içindeki evinde ziyarete giderdik, sıcak yaz aylarında, ikindin vakti bize gendi bahçesinden topladığı ekşilerle yaptığı bu ekşi leymonaddalarından dökerdi. Şerif Deyze’nin buzluğunda sıra sıra leymonaddalar dururdu, bunu da hatırlarım. Lanitis’in eski cam şişelerinde, Sumada be gül şurubu şişelerinde olurdu deyzemin leymonaddaları…

Eskiden cam şişeleri asla atmazdık, bu şişeleri yıkayıp tekrar tekrar gullanırdık. Bazan bu şişeleri bakkala geri götürüp birkaç guruş alırdık ve bu guruşcukları da ya sakıza, ya da şekerlere yatırırdık derhal…

 

ANNEMİN YAPTIĞI OYUNCAKLAR…

O günlerde pek az çeşit şeker ve sakız vardı… Garasakız vardı, çiğnedikçe sanki da ağzınızda büyür, çoğalırdı… Bir da “Dandy” marka, çok güzel kokulu sakızlar vardı ama bunlar hem bahalıydı, hem da bir süre çiğneyinca, bütün dadı gaçar, lastik gibi olurdu… Bir da pembe sakızlar vardı ki bunları çiğnerken ağzımızla üfürüp şişirmek, baloncuk yapıp patlatmak, o günlerde en büyük eğlencelerimizden biriydi!

Annem garasakızı alır ve düzgün biçimde, tam ortadan kırdığı ceviz gabuklarının içine bu sakızdan goyar, kibrit çöpünden bir gemi direciğini sakızla bu sandalcığa duttururdu. Böylece bir sandalcığımız olurdu – gerçekten de bunu suda yüzdürür ve eğlenirdik…

Parlak renkli, foili andıran parıldak sarı ya da gümüş rengi sigara paketi içindeki kağıtları alarak bunlardan bana gadefler yapardı – böylece bebeklerim için verdiğim doğumgünü partisinde bu gadeflerden bebeciklere leymonadda ya da çay veya gahve ikram edebilirdim… Büyük bir bebek kolleksiyonum vardı ama bu bebekler genelde hep hediyeydi. Gidip de benim için bir bebek satın aldığımızı hiç hatırlamam…

 

ALMANYA’DAN BİR BEBEK…

Şerif Deyze’min oğlu Ahmet Zaim, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Almanya Büyükelçisi olarak Bonn’a atandığı zaman, bana bir bebek almıştı. Çok güzel bir bebekti bu, gözleri gerçek gibi dururdu, bal rengi gözleri vardı, çok sert bir tür plastikten yapılmıştı ve elma yanakları vardı… Bu benim favori bebeğim olacaktı, adını “Levent” goyduydum… Ahmet Zaim’in bana Almanya’dan bu bebeği aldığı günlerde 2 veya 3 yaşlarında olmalıydım…

Ahmet Zaim bana bir bebek daha getirmişti ki, bu da çok büyüleyici birşeydi… Bir dikiş makinasının önünde oturan, uzun zarı saçlı bir bebekti bu. Batariyayla çalışıyordu ve dikiş makinasına batariyaları dakıp “On” düğmesine (“Çalıştır” düğmesi) bastığınızda bu bebek dikiş dikmeye başlıyor, dikiş makinasından kırmızılı mavili renkler ve desenler yayılıyor, bebecik da ayaklarını dikiş makinasının basamağında ileri geri oynatıyodu… Sanki dikiş dikermiş gibi yapıyordu. O günlerde Kıbrıs’ta görülmemiş tarzda bir oyuncaktı bu ve bu dikiş diken bebek beni büyülüyordu…

Ahmet Zaim, sonraları Rauf Denktaş’la çok büyük bir çatışmaya girecek ve kendi toplumundan izole edilmeye çalışılarak çeşitli yöntemlerle “cezalandırılacak”tı…

Rahmetlik annem, Ahmet Zaim’le çok yakındı, Ahmet Zaim’in deyzesiydi anneciğim – gızgardaşının oğlu, onun gucağında büyümüştü… Anneciğim 2005 yılında öldükten sonra, eşyalarını tertiplerken çok sayıda siyah-beyaz fotoğraf bulduydum, Ahmet Zaim ona sürekli yazıyor, fotoğraf gönderiyordu. Bu fotoğraflar gerek İngiliz Okulu’nda gezilerden veya yurtdışında okumaya gittiği zaman çektiği fotoğraflardı…

Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde okuyan abimi ziyarete gittiğimizde, mutlaka gidip Ahmet Zaim’i de görürdük. Onu ziyaretlerimizi hatırlarım… Çok neşeli, güleryüzlü, kırmızı yanaklı, iri yarı, yakışıklı bir insandı Ahmet Zaim. Sürekli herkesle şakalaşırdı…

Onun Kıbrıs’taki son dönemlerini de hatırlarım – kötü günler yaşamaktaydı – masum olduğu halde onun payına da “cezalandırılmak” düşmüştü, pek çok Kıbrıslıtürk’e, sırf görüşleri farklıdır diye verdikleri cezalar gibi tıpkı… Onu bir hastanede yatakta yatırken da hatırlarım… Nur içinde yatsın…

Almanya’dan benim için satın aldığı favori bebeğim “Levent”i, garajdaki oyuncaklar arasından bulup çıkaracağım… Bunu torunuma vereceğim… Büyüdüğü zaman da bu bebeği bana hediye eden Ahmet Zaim’in kim olduğunu ona anlatacağım, böylece ailemizin belleğinden silinip gitmeyecek…

 

AHMET ZAİM KİMDİ…

Ahmet Zaim, 1927 yılında Lefkoşa’da dünyaya geldi, İngiliz Okulu’nu bitirdi. Burslu olarak İngiltere’de hukuk okudu… 1947 senesinde adaya dönerek 1947-1955 yıllarında Mağusa’da avukatlık yaptı. Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilinceye kadar, Türkiye, Londra ve New York’ta, Birleşmiş Milletler’de çeşitli delegasyonlarla Kıbrıslıtürkler’i temsil etti.

17 Ekim 1955’te Ahmet Zaim, İngiliz sömürge yönetiminin Lefkoşa ve Girne Komiseri olan Bay Clements’in asistanlığına atandı. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı, Kıbrıslıtürk toplumuna verilince ve Osman Örek Savunma Bakanı olunca, Ahmet Zaim de Savunma Bakanlığı Müsteşarı görevine getirildi. 25 Kasım 1960 tarihinde Bonn Büyükelçiliği’ne Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak atandı.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ankara’daki Büyükelçisi’nin adı siyasi anlamda bir “skandal”a karışınca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuş ve işliyor olmasına karşın, Türkiye’de genç insanların askeri eğitim almasını sağladığı gerekçesiyle görevinden alındı ve 1964 yılının sonlarına doğru Ahmet Zaim, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi olarak atandı.

31 Ekim 1964 tarihinde Ankara’da Kıbrıs’ın yeni Büyükelçisi olarak göreve başladı ve Türkiye bu durumu resmi olarak kabul etti. 1976 yılına kadar bu görevde kaldı…

 

ONUNLA İLGİLİ HATIRALAR…

HAVADİS gazetesinde 27 Ocak 2013 tarihli “Poli” dergisinde yayımlanan Dr. Turhan Korun’un onunla ilgili hatıralarında, Ahmet Zaim’le ilgili özetle şöyle yazıyor:

“…Makarios Hükümeti yaşanan Zir köy skandalından sonra Ankara’ya yeni Büyükelçi olsun diye Ahmet Zaim için akreman istediği görülür. İstenilen bu akreman Türk Hükümeti tarafından olumlu karşılanır. 30 Ekim 1964’te Bonn Büyükelçisi Ahmet Zaim merkezden Ankara’ya Büyükelçi olarak gönderilir. 31 Ekim 1964’te Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e Çankaya’da itimatnamesini Cumhurbaşkanı Makarios adına “sana iyi bir şekilde hizmet edebilecek bir sefirimiz olan Ahmet Zaim’i gönderiyorum. Onun size namıma söyleyeceklerini benim kendimin söylemiş olduğu gibi telakki etmenizi rica ederim” diyen mektubunu sunar. Bu resmi kabul töreninden sonra Ahmet Zaim Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ankara nezdindeki yeni büyükelçisi olarak resmen göreve başlar.

8 Ağustos 1964’te Erenköy savaşları yaşanmıştır. Türkiye Erenköy bölgesini bombalamış, biz öğrencilerin ve bölge halkının hayatını kurtarmıştır. Ama 31 Ekim 1964’de Kıbrıs’ın yeni Ankara Büyükelçisi’nin itimatnamesini de kabul etmiştir. Ahmet Zaim Ankara’ya Elçi olarak atanırken Ankara Elçilik Müsteşarı Vedat Çelik, Elçilik mensupları Ekrem Yeşilada ve diğer görevlilerin bazılarının da görevlerine son verildiği görülür… Ahmet Zaim Bonn Büyükelçiliği’nden alınıp Ankara Büyükelçisi olarak atanmadan önce, o sıralar Ankara’da yaşamakta olan Denktaş’ın çağrısı üzerine Lefkoşa’ya dönmeden Ankara’ya geldiği ve Denktaş ile birlikte yaşanan bu Elçilik krizini Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüştükleri görülmektedir. Türkiye’nin bu konudaki olumlu yaklaşımını öğrenmişlerdir. Türkiye Ahmet Zaim’in Ankara’ya Elçi olarak atanmasını kabul etmiştir.

1976 yılına kadar Ahmet Zaim Ankara’da Elçilik görevine devam etmiştir. Ancak bu süre zarfında Ahmet Zaim’in Kıbrıs’ın Ankara Büyükelçisi olarak görev yapmasını Ankara’da resmi makamların onaylamalarına ve bu durumu bizzat Denktaş’a söylemelerine rağmen, gerek Ankara’da ve gerekse Kıbrıs’ta Ahmet Zaim’in aleyhine kampanyalar yürütülmüştü. Ona “hain papazın adamıdır” ithamlarında bulunulduğu görülmektedir. Topluma bu şekilde takdim edilen Zaim, çeşitli zamanlarda Türk Dışişlerine müracaat ederek “artık ben bu işi yürütemem. Ayrılacağım” arzusunu ilettiği bilinmektedir.

Ben Ankara’ya yaptığım bir ziyarette Büyükelçi Zaim ile bir görüşmede bana “İhsan beye gittim (İhsan Sabri Çağlayangil-dönemin Dışişleri Bakanı) Elçilik’i bırakmak istediğimi söyledim. Bana ‘biz istediğimiz zamana kadar burada elçi olarak göreve devam edeceksin. Kim ne söylerse söylesin. Aldırma. Nasıl ve ne zaman ayrılacağına biz karar vereceğiz’” dediğini aktarmıştır.

Bütün bu olayların perde gerisini bilenlerin maksatlı olarak Ahmet Zaim’in üzerine gitmeleri bir vicdansızlık örneği değil midir?

Kıbrıs Türk Federe Devleti 1975 yılında kurulduğunda Ahmet Zaim Elçilik’i kapatmak için tekrardan Dışişlerine müracaat ettiğini, bu müracaatının kabul edildiğini ama sabah alınan bu kararın bir gün sonra açıklanması kararı alındığı halde ayni günün gecesi geç saatlerde Ahmet Zaim’in Dışişlerine davet edildiği ve alınan kararın Dışişleri tarafından iptal edildiği bildirilmişti.

Ahmet Zaim 1976 Martında aleyhine yapılan kampanyalara dayanamayıp, büyük ihtimalle Türkiye Hükümeti’nin de onayı ile Ankara’daki Büyükelçiliğini kapattığı görülmektedir. Elçiliğin bütün müştemilatı ve evraklarını Kıbrıs Türk Federe Devleti temsilciliğine devreden Zaim, 22 Ekim 1976’da bu defa Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından görevden alındığı görülmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti temsilciliklerinde görev alanların çıkarılan bir yasa ile Kıbrıs Türk Federe Devleti kadrolarına atanmalarına rağmen Türk yönetimi ayrımcılık yapmış, Ahmet Zaim devlet kadrosuna alınmamıştır. Ahmet Zaim gibi Kahire elçilik müsteşarlığından Ankara Elçilik Müsteşarlığı’na atanan Doğan Erozan’a Kıbrıs’ta savcılık görevi verilirken, 1976-82 yılları arasında bütün uğraşına rağmen Ahmet Zaim kadrolanmamıştır. Yine ayni şekilde Ankara elçilik müsteşarlığından tard edilen Vedat Çelik kadrolanmış politikaya atılmış, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı görevlerinde bulunma imkanını bulmuştur…

Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa Genel Kurmayı Fransız askerlerini Fransızların beyaz, mavi ve kırmızı renkli üniformaları ve bezden başlıklarla cepheye sürmesi ve ordunun telef olmasına neden olması gibi, Seferberlik Tetkik Kurulu sorumlularının 9 Londralı arkadaşımızı balkabağı gibi uçakla Kıbrıs’a gönderme akılları hem Mehmet Ertuğruloğlu’nun hem de Ahmet Zaim’in yaşamlarını alt üst etmiştir. Yıllardan sonra merhum Denktaş, Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra Ahmet Zaim dramı hakkında İkinci Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat’a yazdığı mektup “hata yaptık, yanlış oldu” kelimeleri ile kalmıştır.

Ahmet Zaim emeklilik hakkını alamadan başta Kıbrıs Türk yetkililerinin ve Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin vefasızlıklarının kurbanı olarak 5 Ocak 1982’de Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nde vefat etmiştir. Vefatından bir gün önce meslektaşım, abim Dr. Merhum Vedat Keus ile kendisini hasta yatağında ziyaret ettiğimizde “İşte Vedat geldik gidiyoruz” demişti.

Bir dönemin yöneticilerinin aslında bildiği fakat nedense bir türlü itiraf edemedikleri bu vicdansızlık ve vefasızlığı tarihe not olsun diye yazmak istedim. Geç da kalsak Ahmet Zaim gibi insanlarımıza itibarlarını iade etmek, ailelerine huzur kazandırmak bu toplumun vefa borcu sayılmalıdır.”

sayfa-16-ahmet-zaim.jpg

Ahmet Zaim...

sayfa-17-ahmet-zaim-solda-donemin-icisleri-bakani-yorgacis-ile.jpg

Ahmet Zaim solda, dönemin İçişleri Bakanı Yorgacis ile...

Bu yazı toplam 957 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar