Maneviyat Arayışının İstismarı
Spiritüel materyalizm, ego gelişiminin manevi ilerleyişe aykırı olduğu fikrine dayanır
Mustafa Yaşın
[email protected]
Spiritüel Materyalizm
İnanılması zor olan, bir hız ve tüketim toplumu içerisinde yaşıyoruz. Bu eğilim içerisine spiritüel veya manevi diyebileceğimiz çalışmaların da girmiş olması üzücü bir durum. Gün geçmiyor ki farklı bir yoga veya meditasyon yöntemi, sertifikalı öğretmenler, popüler ve pahalı kurslar, dünya çapında en iyi satan kişisel gelişim, mutluluk ve esenlik vadeden kitaplar çıkmasın.
Aşırı tüketim, konfor, bireysellik ve kapitalizm ile maneviyat arayışından uzaklaşan bireyler kendini büyük bir boşlukta hissetmeye başladı. Bu büyük boşluk da maneviyat açlığına dönüşmüş durumda. Ancak burada çok dikkatli ve uyanık olmak zorundayız. Bu yazıda spiritüelliğin ego tarafından nasıl kendi çıkarı için kullanılabileceğini, bundan ancak doğru bir tutumla özgürleşmenin mümkün olunabileceğini tartışmak istiyorum.
Spiritüel Materyalizm literatüre ilk kez 1973 yılında Tibetli Budist Chögyam Thrungpa tarafından kazandırılmıştır. Maneviyat arayışını bir ego (aşırı bireysellik) inşasına ve kafa karışıklığı yaratan çabalara dönüştürüp yapılan hataları tanımlamak için bu terim kullanılır. Bilge bir insan olmak adına, manevi çalışma ile birlikte, bireyselliğimiz güçleniyorsa bu çok tehlikeli ve yıkıcı bir çalışmadır der Thrungpa. Spiritüel materyalizm, ego gelişiminin manevi ilerleyişe aykırı olduğu fikrine dayanır. Bu terim geleneksel olarak manevi narsisizm (sertifikalı esenlik vadeden öğretmenler) ve manevi çalışmalarda kapitalist eğilimleri (pahalı kurslar) açıklamak için de kullanılır.
Bu yazıyı daha anlaşılır bir şekilde okumak adına, yukarıda olduğu gibi yazının ilerleyen bölümlerinde de bahsedilecek olan ego fenomenini iyi anlamak gerekir. Bu fenomeni Gautama Buda’nın öğretisine bakarak açıklayabiliriz. Bazı inançlara göre her bireyin farklı ruhu veya benliği vardır. Bu ruh veya benlik, düşünceleri düşünür, hisleri hisseder ve yaptığı eylemlere istinaden ödül ve cezaları kabul eder. Bu anlayış da kişide kendisinin diğer insan ve canlılardan farklı bir benliğe sahip olduğu inancını oluşturur. Gautama Buda bu anlayışın insanlar tarafından yaratılmış hayali bir anlayış olduğunu söyler. Ona göre, bu anlayış ile ortaya çıkan ‘’ben’’ veya ‘’benim’’ gibi söylemlere dayanan bencil davranışlar, acının ve dünyadaki kötülüğün kaynağıdır. Bu öğretiye göre; insanlarda kökleri derinlerde olan iki tane psikolojik eğilim vardır. Birincisi kendini güvenliğe alma (onu koruyan bir tanrı yaratarak), ikincisi de kendini daim kılma (ruhun sonsuzluğu) isteğidir, (Rahula, 1959). Bu yazıda ego ile bahsedilen, bu güvenlik ve daim kılma isteğinden doğan; bencil, cahil ve diğer varlıklardan ilişkisini kopartan tarafımızdır. Bu tutumla birlikte, Tanrı ve Ruh bir hakikat olarak keşfedilmekten çıkıp egonun yarattığı kavramlara dönüşür.
Egonun üç işlevi
Spiritüel materyalizmi daha iyi açıklamak için egonun işlevlerini anlamak gerekir. Egonun işlevleri üç kategori ile açıklanmaktadır ve bunlar; şekil, söylev ve zihindir. Şekilsel olarak kastedilen egonun nevrotik bir tutum içerisinde fiziksel konfor, güvenlik ve keyfi kovalamasıdır. Son derece organize ve teknolojik toplumumuz ne kadar manipülatif bir ortamda bulunduğumuzun bir yansımasıdır. Bu ortamın amacı egonun fiziksel ihtiyaçlarını karşılayıp bizleri hayatın haksızlığından, zorluğundan ve belirsizliğinden korumasıdır. Egonun şekiller yaratmaya çalışması uysal, güvenilir, tahmin edilebilen ve keyif alınabilen bir dünya yaratmak içindir, (Trungpa, 1973). Hepimizin hayatında sığındığı şekiller vardır ancak spiritüel pratik eğer bir şeklin içerisine giriyorsa, bu onun ego tarafından kendi amaçları için kullanıldığının bir göstergesidir. Egonun şekiller oluşturmasının amacını okurken, bunun iyi bir şey olabileceği yanılgısına düşebiliriz. Hangimiz uysal, güvenilir, tahmin edilebilen ve keyif alınabilen bir dünya istemeyiz ki? Ancak bu temelleri sağlam olmayan yapay ortam bize kalıcı bir huzur verebilir mi? Ya da hayatın temel zorluklarını çözmeye yardımcı olabilir mi?
Spiritüel çalışma bir kaçış veya oyalanma haline geldiği zaman bir şeklin içine girip egonun avantajına olur. Örneğin, günümüzde bu çalışmalar (meditasyon ve yoga) insanlar tarafından genellikle rahatlamak için yapılır. Ancak, bu çalışmaların temel amacı rahatlama değildir. Yan fayda olarak rahatlama sağlayabilir fakat temel amaç rahatlama veya günün sonunda iyi hissetme olursa bu egomuzu besleyen bir “şekle” girer. Karanlık ve karmaşık iç dünyasına ilk ışıkları yakarken, Buda’nın rahat bir zihni yoktu aksine egosu tarafından sürekli bir şekilde dürtülmekteydi. O ilk ışıkları yakarken, dürtülerinin kaynak ve köklerine dikkatli, hareketsiz ve sakin bir şekilde bakarak onların akıp geçmesini sağladı ve böylece uzun zorluklar ve çabadan sonra esenliğe kavuştu, (BBC, 2015). Bir öfke içerisinde bulunuyorsak bu öfkeyi çözmek adına, egomuza ‘’şu anda iyi hissetmeliyim’’ veya ‘’öfkeli olmamalıyım’’ telkinleri vermemeliyiz. Birçok sözde manevi çalışma bu tür geçici rahatlık veren telkinleri pratik yapanlara öneriyor. Bunlar bizi rahatlatsa da öfkenin nereden ve neden geldiğini anlamazsak, gerçek anlamda öfkemizden özgürleşmemiz mümkün olur mu?
Egonun ikinci işlevi, “söylev”den kastedilen, egonun zihin gücünü kullanarak evrene dair olanı açıklamasıdır. Bu açıklamaları yaparken kategoriler, ideolojiler ve düşünce sistemleri oluştururuz. Ruhani çalışma ve onun felsefesi dahil olmak üzere tüm düşünce sistemleri bize bir kimlik, olayların nasıl ve neden olduğuna dair kurallar ve açıklamalar getirir. Söylev bizleri rahatsız ve tedirgin eden konuları etkisizleştirmek için kullanıldığı zaman egonun güdümü altına girer, (Trungpa, 1973). Örneğin, Kıbrıslı, kadın, erkek, sağcı, solcu, feminist, yogi, hippi veya Budist olmak toplumumuz içerisinde rahatsız edici olabilecek olaylara karşı kendimizi korumak için kullanabileceğimiz bir kalkan olabilir. Rahatsız edici olaylar yaşandığı zaman olayı yapanların ırkına, siyasi görüşüne, yaşam felsefesine ve/veya cinsiyetine bakarak kendimizi olaylardan dışlayabiliriz. İngiltere’de yaşayan bir Kıbrıslı öğrenci İngiliz toplumunda yaşanan olumsuz bir olaya karşı Kıbrıslı kimliğini kullanıp kendini koruyabilir. Ya da Kıbrıs’ta yaşanan bir cinayet karşısında eğer kurban bir Kıbrıslı değil de göçmense, olaya Kıbrıslı kimliğimiz vasıtasıyla mesafe koyarak yaşanan olayın sorumluğundan kaçınmamız gibi. Bu tutum rahatsız edici olaylar karşısında zihne geçici bir huzur verir fakat insanlığın içerisinde yaşanan ve var olan kötü ve çirkin diyebileceğimiz, bizlere acı veren olayların çözümünde son derece yetersiz kalır. Eğer manevi çalışmamız da toplumun ve bu toplumun bir parçası olan kendimizin çirkin taraflarına karşı yapay bir kalkan olmuşsa, bu spiritüel materyalist bir tutuma işaret eder.
Son olarak egonun üçüncü işlevi olan “zihin” olgusuna bakalım. Burada kastedilen bilincin zihin gücünü kullanarak, diğer varlıklardan ayrı gibi gördüğü kendi varlığını ve farkındalığını sürdürmesi için ortaya koyduğu çabadır. Ancak D.T. Suzuki (1959) der ki; bu çaba yanılgılar yaratır çünkü vücut (fani) ve ruh (sonsuz) veya ben ve ilahi güç arasında bir ayırım ortaya çıkarır. Eğer pratiğimizde kendi benliğimizi koruyup, ona sarılıyorsak bu yanlış bir tutumdur. Bu tutumla, spiritüellik kendi yaşamımızdaki somut, canlı gerçeklerimizden doğan bir yaşam değil de taklit ettiğimiz, cevaplarını ve hilelerini öğrendiğimiz ‘’bir maneviyat oyuna’’ dönüşür. Eğer sözde spiritüel çalışmalarımız kendi egomuzu korumakta başarılı bir teknik olmaya başlamışsa samimi bir gelişme ve esenlik sağlamak pek mümkün değildir, (Trungpa, 1973).
Bu bölümün sonucu olarak, egonun üç işlevini tartıştık. Bu üç işlev Trungpa tarafından birbirinden bağımsız olarak açıklanmasına ve kategorize edilmesine rağmen aslında iç içe olan konulardır. Örneğin, manevi bir çalışma yaparken, belli bir zihin durumunu yakalayıp kendi benliğimizi korumak için belli başlı egomuzu rahatlatacak söylevler (pozitif) ve fiziksel şekiller (konfor) geliştiriyor olabiliriz. Unutmamalıyız ki ego, manevi çalışmalar dahil her şeyi kendi çıkarı için kullanabilme kapasitesine sahiptir.
Teslimiyet ve Doğru Tutum
Konunun sonunda şu soruya geldiğini düşünüyorum. Ruhani çalışmalar egonun güdümü altına girmek zorunda mı? Ya da egoyu bertaraf etmek mümkün mü? Bizim burada amacımız egoya savaş açmak değildir. Thrungpa’nın (1973) da anlattığı gibi manevi çalışmada teslimiyet, bireyin kendini tamamen açarak, düşünceleri ve beklentileri rahat bırakıp onların akıp geçmesini izleyebilmektir.
Hikâyeye göre meditasyon eğitimi almak isteyen ünlü bir müzisyen Buda’ya sorar; ‘’düşüncelerimi kontrol etmeli miyim yoksa tamamen bırakmalı mıyım?’’ Buda cevap verir; ‘’harika bir müzisyen olarak enstrümanının tellerini nasıl ayarlasın?’’ Müzisyen; ‘’onları ne çok sıkı ne de gevşek yapmazdım.’’ ‘’Aynı şekilde’’ der Buda, ‘’meditasyon pratiğinizde zihninize çok kuvvetli bir şey empoze etmemelisiniz, ya da başı boş dolaşmasına izin vermemelisiniz,’’ (BBC, 2015). Bu hikâyeden şu an anlaşılıyor ki; doğru tutumla yapılan bir çalışmada düşünceleri kışkırtmak (güzel ve mutluluk veren) ya da onları bastırmak (kötü ve hüzün veren) için bir heves olmamalıdır. Burayı biraz daha açacak olursak, doğru tutum, manevi yolumuza karşı hissettiğimiz aşırı yüceltme ve beklentilerin ötesine geçmeye çalışmak demektir. Aşırı yüceltme ve beklentiler nelerdir? Egomuz belli başlı inanç sistemleri (pozitif düşünce) veya bazı duygusal zihinsel durumlar (güzel enerji) aracılığıyla esenlik ve mutluluğa ulaşabileceğini bekler ve bu durumlara karşı gereksiz yüceltme eğilimi içine girer. Ancak usta Thrungpa’nın (1974) Naropa Üniversitesi’nde bir söyleşide dediği gibi, bu tutum son derece ucuz ve mantıksız, insanlık onurunu baltalayan bir durumdur.
Gautama Buda’nın Sosyal Devrimi
Manevi çalışma kitap bilgisine değil, kişisel deneyimin gerçeklerine hitap etmelidir, (Suzuki, 1959). Bence doğru tutumla yapılan manevi çalışmanın temelde yıkıcı bir özelliği vardır. Ancak bu yıkıcılık yeni şeylerin yaratılmaya başlamasının tohumudur. Egonun kalıplarının yıkılması gerçek esenlik için atılan en anlamlı adımdır. Doğru bir manevi çalışmanın özünde, halkçı ve devrimci bir tarafın var olduğuna inanıyorum çünkü egonun kalıplarının yıkılmaya başlaması içsel ve kişisel devrimin bir başlangıcıdır. İçsel devrimini gerçekleştirmemiş bir kişi toplumsal devrime katkı koymayı bırak kendi egosuyla onun önünde bir engel bile olabilir. Gautama Buda’nın 2500 yıldır var olan ve bize ışık tutan öğretisinin bu günlere gelebilmesinin altında yatan, onun bu içsel devrimini tam anlamıyla gerçekleştirmiş olması ve evrenselliğe ulaşmasıdır. O dönemde var olan kast sisteminde, sadece belli bir zümrenin pratik edebildiği ritüel çalışmaları cinsiyet ayrımı yapmadan halkın temeline yayan tutumu ve felsefesi, onun kendi egosunu bertaraf edip ne kadar devrimci ve halkçı olduğunun bir göstergesidir.
Eğer spiritüel çalışmamız yukarıda belirtilen egonun işlevleri tarafından kendi çıkarına kullanılıyorsa maalesef spiritüel materyalizm’in kurbanlarıyız. Yaptığımız çalışma her ne olursa olsun, onları doğru bir zemine oturtmak istiyorsak, sürekli bir şekilde dikkatli ve uyanık olmalıyız. Başlangıçta bizi korumak için yarattığımız ego artık esenliğimizin ve özgürlüğümüzün önündeki en büyük engele dönüşebilir. Amaç egoya savaş açmak değil, onun varlığını ve kalıplarını acı da verse dikkatli ve özverili bir şekilde fark etmektir.
Usta Thrungpa’nın (1973) dediği gibi; unutmamalıyız ki egonun işlevleri düşünce, duygu ve kavramları kullanarak bizleri ve çalışmalarımızı belli bir kalıp içerisine sokmaya çalışacaktır. Doğru tutum ile yapılan manevi çalışmalar kavramları saydamlaştırır. Saydamlaşan kavramlarla birlikte düşünce ve duyguları iyi veya kötü etiketlemeyi bırakırız. Böylece onları saydam olarak görebilme fırsatımız olur. Saydamlaşan kavramlar ile birlikte benlik ve yarattığımız dünya imajı da saydamlaşır. Burada unutulmaması gereken konu bu saydam anlayışın hepimizce gerçekleştirilebilecek bir şey olmasıdır. Bu gerçekleştirmenin önünde engel olan egomuza ve benlik kavramımıza karşı farkında, dikkatli ve özverili bir çalışma şarttır.
Kaynakça:
- BBC History Documentary (2015). Story Of The Buddha's Life.
- Rahula, W. (1959). What the Buddha Taught, Grove Press.
- Suzuki D.T. (1959). Zen Buddhism: Selected Writings of D.T. Suzuki, Three Leaves Press/Doubleday.
- Thrungpa, C. (1973). Cutting Through Spiritual Materialism, Shambhala.