Maraş: Bitmeyen Utancın Güncesi
Kapalı Maraş bölgesi, Kıbrıs'ta Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin siyasi tutkularındaki çaresizliğinin önemli bir dışavurumunu temsil eder.
Mertkan Hamit
[email protected]
Kapalı Maraş bölgesi, Kıbrıs'ta Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin siyasi tutkularındaki çaresizliğinin önemli bir dışavurumunu temsil eder.
1974 yılında gerçekleşen askerî müdahalenin ardından, adanın en değerli bölgesinin yok edilmesi üzerine geliştirilen sistematik politikanın, derin bir politik hesabı mı yoksa psikolojik bir hınç yansımasını mı temsil ettiğini bugün bile anlamak güçtür.
Askerî operasyonla Maraş'ın talan edilip telle çevrilmesinden önce Baf'ta, Mesarya'da kerpiç evlerde yaşayan yoksul ve yoksun Kıbrıslı Türklerin aksine Maraş'ta adete bir cennette yaşadığını ifade eden yabancıların ve Kıbrıslı Rum toplumunun deneyimledikleri bu kopuş halinin bugüne gelen durumunu aklımızı kaybetmeden anlayabilmek gerçekten zorlu bir meseledir.
Yıllarca tellerin ardındaki evlerini ve onun ötesinde kaybettikleri hayatı özlemle anan insanların politik bilinçlerinde Mağusa'nın yeri ve anlamı oldukça farklıdır. Bugün bile büyük bir bölümünün yapılan onca aşağılamaya, hakarete, siyasi manipülasyona rağmen kararlı bir biçimde yeniden yakınlaşma tavrını devam ettirmeyi tercih etmesi de önemli bir durumdur. Kıbrıslı Türklerin gündelik hayatında çok varlıklı kişi referansının "Lordosun oğlu muyum?" diye hayat bulması toplumlararası ilişkilerin ve sınıfsal mesafenin de farklı biçimlerde tezahürünü temsil etmektedir. O açıdan Maraş sadece Maraş’ın coğrafi sınırına hapsolmuş bir sorun değildir. Tel yanındaki okulda eğitim gören gençten, Limasol’a göç etmiş Maraş sakininin evladına kadar yayılmış, adanın geneline dokunan bir meseledir.
Gel gelelim adanın tümüne sirayet edecek olan bu Kapalı Maraş meselesi, Kıbrıslı Türklerde Lordos'un oğlu olmadığının bilinciyle olsa gerek, Lordos'un mallarını talan etmekten çekinmeyen ahalinin bugün yarattığı ganimet düzeninin fiziksel anlamda tüketilememiş son alanınını temsil ediyordu.
BM kararları ile korunmuş, AİHM kararları ile Türkiye'nin suçlu olduğu ortaya konulmuş, Taşınmaz Mal Komisyonu tarafından görmezden gelinmiş bu alanda; son yıllarda başlatılan gerginlik siyaseti ise bölgeye dair yeni utançlara gebe...
Konunun tarihsel gelişiminin çoğu kişi tarafından bilindiğini kabul edip, Türk tarafının yeni Maraş politikasına yeniden baktığımızda bugüne kadar tutsak olan kent üzerinde şimdi egemenlik iddiasının bir oldu bitti ile sunulması söz konusu.
Türk tarafının anlayışına göre Maraş, KKTC sınırları içinde yer alan bir bölgedir. Bu bölge, askerî bölge olarak görülüp bugüne kadar kimseye ait değilmişçesine muamele görmüş, bir pazarlık unsuru olarak sunulmuştur. Gelmiş geçmiş tüm planlardaki toprakla ilgili ayarlamalarda da Maraş’ın, oluşacak bir federal devlet düzeninde Kıbrıslı Rum parça devletine iade edileceği kabul edilmiştir. BM 550 numaralı karar ise, bu bölgenin Birleşmiş Milletler yönetimine verilmesi çağrısı yapar. Ancak, Türk tarafı, tartışmalı 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarını yeni bir milat olarak kabul ederek, iki devletli çözüm paradigması içinde Maraş'ın KKTC kontrolünde açılarak Taşınmaz Mal Komisyonu aracılığıyla yapılacak başvurularda, mülk sahiplerine iadeye olanak verileceğini, böylelikle toprak üzerinde egemenliğin sağlanarak, mülkiyet iadesinin bir uzlaşı olarak sunulacağını hesaplamaktadır. Dahası, bu durumda Maraş bölgesine yerleşecek mülk sahiplerinin KKTC'de hangi statüde yaşayacaklarına dair bir yaklaşım da ortaya koymaz. Altyapı, sağlık, eğitim gibi ihtiyaçların burada yaşayanların anadilinde nasıl sağlanacağı, ibadet ve ifade özgürlüklerinin nasıl korunacağına dair bir yaklaşım da ortaya konulmamaktadır. Maronitlere ve adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Rum nüfusun haklarına yönelik kısıtlayıcı uygulamalar sözkonusu iken durum daha kaygı verici bir boyuta ulaşmaktadır. İnsan faktörünü görmezden gelerek, Maraş'ın sadece bir turizm cennetiymişçesine Las Vegaslaştırılması hayalinin vuku bulduğu bu yaklaşımın yarattığı tahribat ise oldukça yüksektir.
Kapalı Maraş bölgesi içinde yer alan ve şu sıralar "Millet Parkı" olarak düzenlenen bölgedeki okulun tabellasındaki Helence yazıların bile kapatıldığı, Helen kolonlarını gizlemek istermişçesine Türk ve KKTC bayraklarının asıldığı bu hilkat garibesini "karanlık turizm" varlığı olarak pazarlıyor olmak ise "turizm a la kakatece" denilecek niteliktedir. Yerleşik Helen kültürünün ortadan kaldırılmasına dayalı bu kapsayıcı politikanın arkasındaki faşizan yansımaları görmezden gelmek mümkün değildir.
Her ne kadar, Türk tarafının bu umursuz tavrına herhangi bir baskı yapılmıyor gibi bir his olsa da aslında Türk tarafı uluslararası alanda hızla uyumsuzluğun sebebi olarak zemin kaybediyor. Maraş, sadece Kıbrıslıtürk liderliğinin kadük hallerini ortaya koymuyor, aynı zamanda TC’nin dış politikasında da can sıkıcı bir nokta olarak daha belirgin bir hale geliyor.
Öyle ki, son gelişmeler 13 Aralık 2021 tarihinde yaşandı. AB Dış İlişkiler Konseyi toplantısı ardından gündeme taşınan Maraş meselesi üzerinden yeni diplomatik girişimler de haber veriliyor. AB Dış Politika Şefi Josep Borrell, "tek yanlı adımlara yönelik sorumluluğu bulunanları hedef alan bir dizi yaptırımdan" söz ederken, bu konunun ısınmakta olduğu ve AB Daimi Temsilciler Komitesi'nde (Coreper) de konunun görüşüleceğini ifade etti.
AB Dış İlişkiler Konseyi’nin uhdesinde bir seçenekler belgesinin oluşturulduğu ve Güven Yaratıcı Önlemler kapsamında Maraş konusunda bir seçenek yaratılması niyetinin ifade edildiğini bildiğimiz son gelişmeleri, yeni atanan BM Genel Sekreteri Özel Temsilcisi Colin Stewart'ın nasıl idare edeceği ise merak konusu.
Nihayetinde, Stewart henüz Kıbrıs diplomatlar mezarlığının son ziyaretçisi ve bir taraftan ekonomik kriz sarmalında boğuşan Türkiye'nin bölgede yaratacağı yeni oldu bittilere hazırlıklı olurken, bir taraftan da kolonyal bir tarihin içinde Kıbrıs sorununu öğrenebilmesi pek kolay olmayacak gibi...
Kıbrıs Türk tarafına baktığımızda ise, Maraş konusu diplomatik olarak tüketilmiş ve buzluğa konulmuş bir konu olarak görülüyor. Bir süre boyunca çıkarılan gürültünün alıcısı olmaması, iki devletliliğe dayalı egemen eşitlik iddiası ile kurulan paradigmanın, diğer fantastik paradigmalarla beraber tarihin çöplüğündeki yerini bulacağı aşikâr. Soru, bunun ne zaman gelişeceği.
Gün geçtikçe Türk dış politikası, içinden çıkılmaz bir yalnızlığa ilerlerken, Türk ekonomisi derin bir kriz deneyimlerken, seçim kaygısı Erdoğan'ın içini kemirirken, iç ve dış düşmanlara dayalı paranoyak bir düzenin bir süre daha sinirlerimizi zorlayacağı aşikâr. Ancak, karamsar olmaya gerek yok. Her ne kadar, politikacılar ve diplomatlar adanın geleceğine dair verecekleri mesajlarda sıklıkla "son şans" ifadesine yer verse de, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış adanın sahil kenti Maraş'a dair resmî, hukuki ve siyasi yaklaşımlarda bir değişiklik olmadı. Ancak, yıllardır Maraş'ın BM yönetimine aktarılmasına dönük BMGK kararları olmasına rağmen, bu konuda BM, uygulamadan sorumlu bir komisyoner de atamış değil. Bu konunun gündeme gelmesi yeni temsilci Stewart’ın tatile gelip gelmediğini gösterecek. Ancak çok kolay da olmayacak. Bu, ağırlıkla Kıbrıs sorununa dönük kapsamlı çözüm yaklaşımına aykırı sonuçlar yaratacağına dair paranoyanın bir yansıması olduğu fikrinin BM içinde de ağırlıklı görüş olarak ezberlenmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak, Annan Planı’ndan sonra gerçekleşen onlarca toplantı ve zirvenin bize öğrettiği en önemli ders: her konuda anlaşana kadar hiçbir konuda anlaşılmaz paradigmasının sürer durumu katmerlemekten başka bir işe yaramıyor olmasıdır.
Bu durumda, AB'nin Güven Yaratıcı Önlemler’e dönük "seçenekler belgesinin" ve yeni BMGS Temsilicisi Stewart’ın, alternatif arayışlara uygun olarak, Kıbrıs sorununun Mağusalılaştırılarak parça parça ele alınması ve kapsamlı çözüme giden yolda büyük patlama etkisi yapacak bir sosyal, ekonomik ve siyasi işbirliği mekanizması oluşturacak diyalog ortamına uygun iklimi yaratmayı becerip becerememesi son derece önemli olacak. Üstelik bahsi geçen diyalog mekanizmasından kastedilenin sadece liderlere bırakılmayacak kadar ciddi olduğunun altını çizmekte yarar var.
Bu yüzden kapalı kentin önceki sakinlerinin, Mağusa’da hâlâ ikamet eden yurttaşların, kadınların, gençlerin, iş insanlarının, yüksek öğretim kurumlarının, emekçilerin, göçmenlerin, sivil toplumun, siyasi partilerin dahil olacağı, Maraş'a dair gelecek tahayyülünü kuracak bir “alan”, ufuk açıcı olacaktır.
Maraş'ta provokatif hamleleri durdurmak için elimizde olan en sağlıklı seçenek “Barış İçinde Yaşayacağımız bir Maraş”ı inşa edecek hayal gücü, irade ve kararlılıktır.