“Maraş’ta ruhum dondu... Yıkıldım, kalbim kırıldı, çok üzüldüm...”
Çok değerli arkadaşımız Rena Hoplaru bir öğretmen, bir öğretmen eğitimcisi, eğitim materyalleri yazarı ve bölünmüş adamızda bir barış atkivisti olarak geçtiğimiz hafta Maraş’ı ziyaret etmişti ve ruhunu donduran, kalbini kıran görüntüler karşısında oturup bir yazı kaleme aldı... İki toplumlu Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği AHDR’ın önde gelen üyelerinden olan Rena Hoplaru, aynı zamanda “Dayanışma Evi”nin kuruluşunda da rol aldı... DİSİ’de iki toplumlu komitenin başkanı olarak Kıbrıs sorununa ilişkin halka açık pek çok toplantı ve tartışma ile barış festivallerinin düzenlenmesinde öncülük etti, tarihi yürüyüş turları gibi aktiviteleri organize derek binlerce kişinin özellikle bölünmüş başkent Lefkoşa’da bir araya getirilmesi için uğraş verdi.
Rena Hoplaru arkadaşımız, İngilizce olarak kaleme aldığı ve bazı İngilizce internet sitelerinde yer alan yazısını ricamız üzerine bize de gönderdi... Biz de Rena Hoplaru’nun yazısını okurlarımız için Türkçeleştirdik. Rena Hoplaru, şöyle yazdı:
*** Geçtiğimiz hafta Maraş’ı çok değerli aile dostumuz, Maraşlı Yorgos Yerodiagonu ile birlikte ziyaret ettik... Bu öylesine bir seyahatti ki zamanın donmuş olduğu bir kente doğru bir yolculuktu ve bu da çok üzücü bir deneyim oldu... Ruhumun donduğunu hissettim. Yıkıldım, kalbim kırıldı ve çok üzüldüm... Dünyada buna benzer başka bir şey var mıdır, bilmiyorum: koskoca bir şehir 47 yıldır terkedilmiş orada yaşayanlar tarafından, 1974’teki Türk işgali nedeniyle... Ve kent terkedilmiş vaziyette...
*** Gözlerimizin önünde kendi özgün kozmopolit kültürüyle koskoca bir Rum toplumunun tümüyle eritilmiş olduğunu görmek, yaralayıcıydı... Her yanı otların bürüdüğü bahçelerde, yarı yarıya yıkılmış binalar vardı, kimileri tümüyle yıkıntılar içindeydi – çok iyi seyahat etmiş olan insanların, çok dilli tüccarların, tüm Avrupa ve Ortadoğu çapında bağlantıları ve ilişkileri olan ustaları gösteren işaretler duruyordu... Burada bir zamanlar yaşayanların ruhu, bir hayalete dönüşmüştü...
*** İşte burası tarihsel dönemlerin birbirleriyle uyum içerisinde bağlandığı, uygarlıkların böylesine özgün bir Akdeniz kentini ortaya çıkarmaktaki önemli rolünü görebileceğiniz bir yerdi... Leonidas ve Evagoru gibi sokaklar, Kennedy Caddesi’yle kesişiyordu ve bu da sizi Viyana Köşesi’ne götürüyordu – antik dönemlerle modern dünyalar, Avrupa ve Ortadoğu bu sarışın ve geniş sahil şeridinde içiçe geçmekteydi...
*** 1974 yılında Maraş’ta 55 otel vardı... Henüz 1969 yılında kente kanalizasyon bağlanmıştı... Bugün dahi Lefkoşa’da göremeyeceğiniz genişlikte kaldırımlara sahipti Maraş... Kennedy Caddesi’nde çok katlı oteller bulunmaktaydı, King George Oteli, Asterias Oteli, Grecian Oteli, Florida Oteli ve Argo Oteli vardı aralarında ki bu sonuncusu, Elizabeth Taylor’ün favorisi idi... Yani buraya Kıbrıs’ın Rivierası diye isim verilmesi, tesadüf değildi...
*** Yorgos Yerodiagonu’nun babası Londra’nın merkezindeki ünlü Savile Row terzisini kente getirmişti... Süslü bir el yazısıyla yazılmış sarı renkli tabelası hala orada duruyor... Demokrasi Caddesi’nde bir Kıbrıs Havayolları tabelasında dünya çapında kolaylıkla ve hızla ulaşılabilecek yerler reklam edilmekteydi ki bunlar arasında İstanbul ve Ankara da vardı...
*** Hemen bitişikteki Olimpik Havayolları binası ise hala çok iyi durumda duruyor ve 2009’da bu şirketin aslında özelleştirilmiş olduğundan bihaberdir...
*** Sonsuza dek yok olmuş mağazalar arasında Galides ayakkabı mağazası, Toyota temsilcileri, Kiriaku kitabevi bulunuyor ki bu sonuncusu şimdilerde Leymosun’dadır – tıpkı eski bir Kıbrıs’a ait düzinelerce diğer küçüklü büyüklü aile işletmeleri gibi...
*** Maraş’tan bir göçmen olan arkadaşımız Tulla Yakovu, “Herşeye iyice bak” demişti bana telefonda, bizler Maraş’a giderken çünkü buraları yavaş yavaş artık var olmayacak... “İyi değiliz... Hastayız...” diyordu...
*** İnsan absürdlüğü nasıl tarif edebilir ki? İnsan Maraşlı arkadaşlarının dükkanları ve evleri önünde durup da çaresizce ve teselli edilemeyecek biçimde ağladıkları hakkında nasıl sözcükler bulup yazı yazabilir? Hiçbir metafor, onların üzüntülerini tarif edemez. Buna karşın, yine de bu mücadeleye ses vermek için doğru sözcükleri bulmalıyız... Sessizlik ve apati, Maraş’ı ikinci bir ölüme terketmek demektir çünkü...
*** Maraş için siyasi bir savaş yürütmeye istekli ve bunu yapabilecek birileri var mıdır yoksa bundan tümüyle vaz mı geçtik? Türkler’in yerleşmemiş olduğu tek kent budur... 1978 yılında geri verilebilecek tek kent de buydu, Amerikalılar’ın Türkiye’ye yönelik silah ambargosu henüz kalkmadığı bir dönemdi bu... Göçmenler bakımından en büyük geri dönüşün yaşanabileceği bir yerdi çünkü yerinden edinilmiş ailelerin dörtte biri, evlerine geri dönebilirdi... Bu da adanın en dışa dönük, Yunan beşiğini maksimalizm ve kadercilik sunağında kayıp bir vatana dönüştüyor...
*** Maraş kayıp gidiyor, göçmenlerin geriye dönüş umutlarının kayıp gitmesi gibi, tıpkı yurdumuz için farklı bir yarın, burada tüm yaşayanlar için barışçıl bir yarın umudunun kayıp gitmesi gibi...
*** Çözümsüz geçen her bir yıl, işgalin çıkarlarına yaramıştır. Göçmenler yaşlanmışlar ve birbiri ardına vefat etmişlerdir veya beklemekten yorulmuşlardır ve yaşamlarına başka yerlerde devam etmişlerdir, yerlerinden sökülmüş olmanın yaralarını kalplerinin derinliklerine gömerek...
*** Çözüme karşı çıkan tüm Kıbrıslırum politikacıların, aşağılayıcı bir şekilde Maraş’tan söz etmeleri tesadüf değildir. Şimdiki zaman ve gelecek için özgün kanıt da şudur ki bu uzun vadeli, müzakere edilemeyecek bir kavganın sonucudur. Kent, tek başına öylece yapayalnız durmaya terkedilmiştir – ne kadar süreyle? Erdoğan’ın ve onun takipçisi Tatar’ın insafına kalmıştır bu... Akıncı’yı istememiştik ancak o doğrudan doğruya Maraş’a kendi sakinleri dışında başka birilerinin yerleştirilmemesi gerektiğini söylemişti...
*** Bizler o kadar pasif miyiz ki bizim taraf hiçbir zaman müzakere masasına Maraş’la ilgili dinamik bir öneri getirememiştir? Birlikte barış içinde yaşanabilecek modern bir kenti global ölçekte model olabilecek bir öneriden söz etmekteyim... Kıbrıs sorununun bütünlüklü çözümünü belirleyebilecek bir kent yani...
(Rena Hoplaru’nun yazısını İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).