“Maraş’taki ustam Andreas ve kalfam Yorgos, çok iyi insanlardı...”
Mağusa’dan değerli arkadaşımız Hasan Arıburun, Maraş’tan ustası Andreas ve kalfası Yorgos’un çok iyi insanlar olduğunu, iki yıl kadar onlarla birlikte makinist garajında çalışırken, kendisine çok iyi davrandıklarını hatırlıyor...
Hasan Arıburun, sosyal medya paylaşımında şöyle yazıyor:
“Maraş'tan açılmışken....
Yıl 1973, Maraş'ta çalışırdım.
Andreya'ydı ustamın adı...Vadililiydi...
2 yıl kadar çalışmıştım... Makinist garajı ve yedek parça satardık....
"Türk"lüğümden ötürü, asla ne bir ayrım, ne de kötü bir söz, işitmedim...
Tam tersine...
Haftalığım 4 Kıbrıs lirasıydı. Kurban ve Şeker Bayramları’nda, hem izin verirdi, hem de, haftalığım kadar bayramlık... (Bunu günümüzde, hangi Türk, çalıştırdığı Türk işçisine yapar?)
Bir de kalfamız vardı. O da Vadilili... Yorgo'ydu adı... Onu da hiç unutmam. Dondurmacı ve ya tatlıcı geçerdi çoğu zaman. Asla yalnız yemezdi. Hep sorardı bana, "Hasan'i mu, na fayis ğlicistika"... Utanırdım... “Ohi” derdim ama, o yine de bana da alır, yalnız yemezdi...
74 geldi çattı.... Bir pazartesi sabahı, yine bisikletime atlayıp işime gittim... Şu anki vergi dairesi darmadağındı ve uzaktan silah sesleri geliyordu.
(Ustamın makinist garajı şimdi Kooperatif’in kullandığı bir buzhane var, onun karşısında. Ermeni’nin fırını da vardı karşımızda. Mağusa limanına çok yakın. Şu an Vergi Dairesi olan binanın arka sokağı gibi. Gladstonos Sokağı...)
O gün Ustam Andreya yanıma geldi, elini omuzuma koydu ve, "Hasan, sen git oğlum” dedi... “Bizimkiler birbirine girdi, sana bir şey olmasın. Durumlar düzelince yine gelirsin" dedi.
Maraş deyince aklıma geldi işte... İnsanlık böyle bir şey.”
Ustam Andreya'ya ve kalfam Yorgo'ya, yaşıyorlarsa, sağlıklı ömürler dilerim...
Yok eğer bu dünyadan ayrıldılarsa, onları saygı ve sevgi ile anarım...
Diyeceğim o ki, Maraş deyince, kiminin aklına ırkçklık, milliyetçilik ve yağma gelir; benim de bunlar...”
ANDREA USTA VEFAT ETMİŞ...
Hasan Arıburun arkadaşımızın bu yazdıklarını okuyunca, biz de ustası Andrea ve kalfası Yorgos’u arayıp bulmaya çalıştık ki Arıburun’la bir araya gelebilsinler, eğer hayattaysalar...
“Vadili Cosmos” yani “Vadili Dünyası” adlı sosyal medya grubunun yöneticisine başvurduk. O da araştırma yaptıktan sonra bize bu makinist garaji sahibinin yani Hasan Arıburun’un ustasının adının Andreas Pastellas olduğunu, iki sene önce vefat etmiş olduğunu yazdı. Ve bize Andreas Pastellas’ın bir de fotoğrafını gönderdi... “Vadili Kozmos” grubu yöneticisine çok teşekkür ediyoruz... Andreas Pastellas, Eylül 2020’de vefat etmiş ve Lefkoşa’nın Eylence bölgesinde bir mezarlığa defnedilmiş... Facebook’ta yaptığımız araştırmaya göre, eğer yanılmıyorsak, Andreas Pastellas’ın yine araba yedek parçası satışı yapan bir dükkanı, Lefkoşa’nın güneyinde Kaymaklı bölgesinde bulunmaktaydı...
“Vadili Cosmos” grubu yöneticisinin bize göndermiş olduğu resmi ve bu bilgileri Hasan Arıburun arkadaşımızla paylaştık, ustasının vefat etmiş olmasından ötürü çok üzüldü...
Vadilililer’le temasta bulunan başka Kıbrıslırum arkadaşlarımıza da yazdık ve onlardan da Vadilili kalfa Yorgos’u bulmalarını rica ettik, tabii eğer hayattaysa... Umarız hayattadır ve en azından kalfa Yorgos’u bulup Hasan Arıburun’la kendilerini bir araya getirebiliriz...
Andreas Pastellas. Fotoğraf, Vadili Dünyası facebook grubu yöneticisi tarafından bize gönderildi...
Andreas Usta'nın 1974 öncesi makinist garajının bulunduğu yer...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA NE GİBİ KİTAPLAR YAYIMLANIYOR?
“Aras Yayınları ve geçmişle yüzleşmeye ilişkin kitaplar...”
Gökhan Akçura
Aras Yayınları’yla gerçek anlamda tanışmam oldukça geç oldu. İlk olarak Takuhi Tovmasyan’ın Ermeni mutfağı (ve onun çevresindeki yaşam öykülerini) anlattığı muhteşem kitabı Sofranız Şen Olsun’u almıştım tesadüfen. Çamaşır günleri pişirilen fasulyenin öyküsünü okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Oturup oradaki tariflerden hareket ederek yemekler yapmadım, ama okuduklarım ve onları samimiyetle anlatan yazarı Takuhi hanım beni çok etkiledi. Onunla ve yayınevi ile böylece tanışmış oldum. O zamandan beri Aras Yayınları’nı dikkatle izliyorum. Karakin Deveciyan’ın 1915’de basılan ve yıllardır bir efsane haline gelmiş Türkiye’de Balık ve Balıkçılık adlı kitabını da onlar yayımladılar. Charles Aznavour’un anılarını (Geçmiş Zaman Olur Ki) bastılar.
Daha sonra bastıkları kitaplar arasında Agop Arslanyan’ın yazdığı Adım Agop Memleketim Tokat bence çok önemli. Bana ait bir öyküsü bile var. Seksenli yılların başında askerliğimi Tokat’ta yapmıştım. Hafta sonları izne çıktığımda, eskici dükkanlarının tıka basa ermeni damgalı gümüş ve bakır eşyalarla dolu olduğunu görürdüm. Ama Tokat tarihi adına yazılan kitaplarda, kentin Ermeni nüfusu hakkında doğru dürüst bir bilgi bulamamıştım. Arslanyan, bu kentin tarihinin Ermenilerden söz etmeden yazılamayacağını kanıtlıyor. Yine geçtiğimiz yıl içinde çıkan Ermeni Kültürü ve Modernleşme, Türkiye tarihinde Ermenilerin batılaşma sürecindeki çok önemli rollerini açıkça ortaya koyuyor. Aynı tezi destekleyen bir diğer yapıt da, Osmanlı dönemindeki feminist kadın yazarları bize tanıtan Bir Adalet Feryadı başlıklı kitap. Açıkça görülüyor ki, feministlerimiz tarihlerine genellikle Türk/İslam bir pencereden baktıklarından, bu öncü isimleri bugüne kadar es geçmişler sanırım.
Aras Yayınları’nda yayınlanan İzi Kalır Hatıraların ise bir röportajlar kitabı. Mayda Saris’in Agos gazetesinde yaptığı röportajların geniş halleri yer alıyor bu kitapta. Tahmin edileceği gibi, kitapta röportajları yer alanların büyük çoğunluğu Ermeni. Türkiyeli Ermeniler, genel geçer tarihçiliğimizin ve gazeteciliğimizin dışanda kalan bir alan olduğu için, kitapta başka yerde bulamayacağınız bir çok ilginç bilgi var. İzi Kalır Hatıraların’da otuz kişiyle yapılmış söyleşiler var. Bunlardan sanırım pek azının adını duydunuz. Nuri İyem, Sarkis, Raffi Portakal ve Ara Güler dışında, belki tiyatroyla ilişkiniz varsa Agop Ayvaz (adının doğru yazılışı da Hagop’muş aslında) adını duymuş olabirlisiniz. Ama Ermeni değilseniz diğer isimlere pek aşina olduğunuzu sanmam. Bu uzaklık önce bir zaaf gibi geliyorsa da, sayfaları çevirdikçe aslında bilmediğiniz ne kadar çok şey olduğunu anlıyor ve kitabı gitgide önemsemeye başlıyorsunuz. Zaaf sandığınız şey bir üstünlük haline geliyor. Yeni bilgiler edinmenin keyfini yaşıyorsunuz.
Herkes kendine göre ilginç bölümler bulacak bu kitapta. Kimi yıllar sonra Ermeni olduğunu öğrenip hatıralarının izine düşen insanların öykülerine merak duyacak. Kimi de Sakıp Sabancı ile Raffi Portakal’ın yollarının nerede, nasıl kesiştiğini öğrenmekten hoşlanacak. Ben ise, kitabı okurken küçük ayrıntıların peşindeydim her zaman olduğu gibi. Yüzlerce ayrıntıdan sadece ikisini aktarabileceğim burada...
Birincisi rakı tarihiyle ilgili. Bir ara Türkiye’deki rakıların tarihi üstüne uzunca bir makale yazmıştım. Tekelden önceki dönemde sayısı ellilere uzanan rakı markası çıkmıştı karşıma. Bunlar arasında öne çıkan birkaç isimden biri de Bilecik Rakısı’ydı. Mayda Saris’in kitabında Bercuhi Berberyan’la yaptığı röportajda bu rakıyla karşışıverdim birdenbire... Bercuhi Berburyan’ın kayınbederi Stepan Berberyan kurmuş bu rakıyı. 1928’de Fransa’da düzenlenen yarışmada dünyanın en iyi içkisi seçilmiş ve şeref diplomasıyla ödüllendirilmiş. Ne yazık ki bugün ellerinde bir tek şişesi bile yokmuş.
İkinci ayrıntı ise caz tarihiyle ilgili. 102 yaşında aramızdan ayrılan Hermine Kalfayan Sayınar, eski günleri hatırlarken eşini de anlatıyor. 1968’de ölen Eduard Krikoryan Sayınar, 1930’lu yılların ünlü bir caz bateristi ve dans hocasıymış. Kitapta bu konuyla ilgili çok ilginç fotoğraflar var.
Kitabın bu türden ilginç bilgiler aktarması, milliyetçilik damarlarımız kabardıkça neler kaybettiğimizi daha açık gösterdi bana. Ermenilerin Türkiye tarihindeki yerleri ve toplumsal yaşama katkıları o denli güçlü ki, onları görmezden gelmek kendi tarihini de inkar etmek anlamına geliyor. Tarihi tüm genişliğiyle anlamak için, bu genişliği oluşturan tüm unsurları dikkate almamız gerekiyor. Sanırım, hatıraların izi ancak böyle kalıcı olabilecek...
(YÜZLEŞME ATÖLYESİ – Gökhan AKÇURA – 7.10.2022)
*** BİR KİTAP...
“Amida’nın Sofrası...”
Amida’nın Sofrası adlı kitap, Silva Özyerli tarafından kaleme alınmış. Kitabın tanıtım yazısında şöyle deniliyor:
“Ermenicede Amida ya da Dikranagerd, Kürtçede Amed diye anılan Diyarbakır şehrinin sofra kültürü, asırlardır bu yörede yaşayan halkların birlikte var ettiği ortak bir değerdir. Diyarbakır’da doğup büyüyen, bugün artık İstanbul’da yaşasa da memleketini daima içinde taşıyan Silva Özyerli, Diyarbakır yemekleri hakkında uzun yıllara dayanan araştırma, keşif, deneme ve üretimlerinin meyvesi olan Amida’nın Sofrası’nda, tüm birikimini alanının en özgün kitaplarından birini ortaya koyarak sunuyor dikkatimize. Özyerli, kendi yaşamından, aile geçmişinden, eski kuşak Diyarbakırlılarla yaptığı görüşmelerden, yazılı kaynaklardan yaptığı araştırmalardan yararlanarak, bugün bazıları yaygın olarak bilinse de önemli kısmı yok olmaya yüz tutmuş veya değişip dönüşmüş, bir kısmı ise tamamen unutulmuş yemekleri eskiden pişirildikleri halleriyle gün yüzüne çıkarıyor. Yazarın aile tarihinde iz bırakmış acı tatlı olaylarla harmanlayarak geliştirdiği anlatım tarzı, Amida’nın Sofrası’nı pek çok yerde öyküye, edebiyata yaklaştırıyor ve damakta doyumsuz bir tat bırakıyor. Özyerli’nin ilmek ilmek ördüğü anlatı, Diyarbakır ve çevresinin son yüz küsur yıllık tarihine alternatif bir bakışın taşıdığı imkânlara da işaret ediyor ve bu yönüyle “Yemekli Diyarbakır Tarihi” üst başlığını da sonuna kadar hak ediyor. Erkin Ön’ün fotoğraflarıyla zenginleşen Amida’nın Sofrası, bir kültür hazinesi.”