Mare Nostrum
Doğu Akdeniz yangın yeri. Bu denli büyük bir kriz ile karşılaşmamış olan bölgenin, adım adım Ortadoğululaştığı, bölge halklarının iradesinden emperyalist ülkelerin bölüşüm kavgasına doğru kaydığı açık bir gerçektir. Bir yandan maceracı Mavi Vatan hayali, bir diğer yandan bölge ülkelerinin Türkiye karşıtı cephe açması işleri giderek çığrından çıkarmak üzere.
Dış politikayı, bir iç politika olarak kullanan çeşitli siyasi odakların, kendi iktidarını sağlamlaştırmak için, sürekli düşman aradığı veya yarattığı, milliyetçiliği olabildiğince yükselterek, rasyonel bir dış siyasetten maceracılığa kaydığını görüyoruz. Macera arayışı artık süreklilik arz ediyor. Bu durum yöntemsel bir tercihe döndü. Sürekli gerilim, sürekli çatışma hali ve düşmanla karşı karşıya kalındığı algısı üzerinden, iktidarların kendilerini saklama, sorgulatmama durumu yanında halka olağanüstülük halinin yansıtılması, bu bağlamda demokrasinin olabildiğince daraltılarak insan hak ve özgürlüklerinin zayıflatılması.
Düşününce, buna siyasetin sefaleti dersek, yeridir.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeler her an çatışmaya hazır bir noktaya doğru evrildi. Güç gösterisi, küçük bir kıvılcımı yangına dönüştürecek düzeyde. Rusya, ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Türkiye ve Yunanistan sahada.
Görülebildiği kadarıyla, kavga birkaç boyutta sürüyor…
ABD, Rusya ve Çin’in Doğu Akdeniz’deki konumlanışından rahatsız, onları bölgeden olabildiğince uzaklaştırmak için gereken her türlü hamleyi, işbirliğini yapıyor. Fransa, İngiltere’nin AB’den ayrılmasından sonra Avrupa’nın üstün askeri gücü olarak hem AB içerisinde hem bölgede etkinliğini canlı ve sürekli kılmak istiyor. Yunanistan, “Kıbrıs Cumhuriyet”inin egemenliğini, Avrupa Birliği ülkelerini de kullanarak Türkiye’ye dayatmak istiyor. Türkiye, bölgenin en büyük ülkesi olarak, dar alana sıkıştırılma olasılığına karşı, kendisi olmadan Doğu Akdeniz’in şekillendirilemeyeceğini vurguluyor ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” hariç herkesle masaya otururum diyor. AB ülkeleri kendi içlerinde bölünmüş olsalar da bütünlüklerini korumak adına uluslararası hukuk ekseninde Yunanistan ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden yana taraf oluyor.
Kıbrıs Rum Liderliği, AB ve bölge ülkeleri ile yaptığı ikili ve çoklu ekonomik, askeri anlaşmalar yanında “herkes uyurken” uluslararası hukuku gözeterek attığı adımlarla egemenliğini deniz yetki alanlarında konumlandırmış, şekillendirmiş durumda. Bunun kabülü için ne kadar “köpek balığı” varsa çevresine almaya çalışıyor, alıyor.
Rusya, uzaktan gelişmeleri keyifle izliyor. Asla geri adım atmayacağını, 8 Eylül’de Dışişleri Bakanları Lavrov’un Güney Kıbrıs’ı ziyaret etmesi ile bir kez daha göstermeye hazırlanıyor.
Bu kaotik ortamın, büyük bir çatışmaya gebe olduğunu yeniden yazmakta yarar var.
Kritik konu Kıbrıs sorunun çözümü. Kıbrıs sorununun adil bir şekilde çözülmesi, Kıbrıslı Türklerin de adanın kurucu ortağı olduğunun kabulü ile mümkündür. Bu noktada Kıbrıslıların BM parametrelerinde bir çözüme ulaşması ve adanın bir bütün olarak Avrupa Birliği üyeliği, var olan kaosu büyük ölçüde ortadan kaldırır.
Kıbrıslı Türklerin, BM parametreleri çerçevesinde siyasi eşitliğe dayalı, iki kurucu devletli bir modelin tarafı olması, klasik Türk Yunan dengesi üzerinden bölgeyi, adayı ve çözüm modelini okuyanlar için kabul edilmesi gereken temel gerçekliktir. Başka model arayışları, maceracı ve riskli konulardır. Kıbrıs tarihini yanlış okumanın yanlış reçeteleridir. Kıbrıslı Türklerin ilelebet statükoya teslim olmasına kapı açacak siyasi söylemlere ihtiyacımız yoktur. Macera aramamalıyız.
Bunun algılanması, yeni dönemde seçilecek Kıbrıs Türk Liderin etkili söylem ve çok yönlü diplomatik girişimlerine bağlıdır. Güven veren, samimi ve Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarlarından geri adım atmayan, ancak Kıbrıslı Rum toplumunun beklentilerini de mutlaka gözeten bir Liderlik. Özne olma fırsatımız vardır. Ve bu fırsat, sahada askeri hamleler yaparak değil, diyalog ve müzakere ile mümkündür.