1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Maria Hadjipavlou ile (Savaş Suçu olarak) Tecavüz Üzerine...
Maria Hadjipavlou ile (Savaş Suçu olarak) Tecavüz Üzerine...

Maria Hadjipavlou ile (Savaş Suçu olarak) Tecavüz Üzerine...

Maria Hadjipavlou ile (Savaş Suçu olarak) Tecavüz Üzerine...

A+A-


Rebecca Bryant
[email protected]

Pembe Behçetoğulları
[email protected]

Rebecca’nın fikriydi bu röportaj. Doğuş Derya’nın Meclis’teki ‘her iki toplum da acı çekti. 74’te Kıbrıslı Rum kadınların tecavüze uğradığını da biliyoruz; o kadar ki kürtaj serbest bırakılmıştı’ anlamına gelen sözlerinden sonra Rebecca, Maria Hadjipavlou ile bir randevu ayarladı. Röportajı birlikte yaptık –söyleştik. Sonra röportajı basmayı özel bir ‘geçmişle yüzleşme’ sayısı için birkaç hafta ertelemeye karar verdik; ancak Özgecan’ın tecavüz edilip öldürülmesiyle birlikte, tartışmaya bu anlamda katkı koyacağını düşündüğümüz için röportajın ilk kısmını yayınlamaya karar verdik.
Başlıkta ‘savaş suçu’nu paranteze aldık; bu hem röportaj boyunca yapılan vurgulara dikkat çekmek için yapıldı, çünkü tecavüz olup bittikten sonra, aşağıda da okuyacağınız üzere, toplumların onunla ilgili algı ve davranışları da tecavüz düşüncesiyle uyum içinde; hem de tecavüzün savaşlarla sınırlandırılamayacağına her gün yeniden yeniden tanıklık ettiğimiz için!

RB: Tecavüzü başka tür zulümlerden, başka tür suçlardan nasıl ayırt edersiniz?
MH: Çatışma ve savaş zamanlarında ve özellikle son zamanlarda, özellikle Bosna’dan başlayarak Rwanda, Kongo ve Somali’de devam ederek, tecavüzün savaş suçu olarak kabul edilmesiyle birlikte tecavüz olayı daha konuşulur bir hale gelmeye başladı. Bir de tecavüzün savaş suçu olduğunu ve faillerin yargılanması gerektiğini söyleyen BM Güvenlik Konseyi kararları, özellikle –savaş zamanlarındaki tecavüzden tecavüz yapanı sorumlu tutan ve bu konuda adaleti sağlamak için mekanizmalar yaratmaya çalışan- 1325, bu konuda çok yardımcı oldu.
Tecavüz başka suçlardan niçin farklıdır? Bedensel bütünlüğün ihlalidir [violation of bodily integrity], başka bedensel suçlardan bence daha fazla etki bırakır. İşkence tabii ki çok zordur, tecavüz mağdurları da işkence görür. Ayrıca kadınlar istemeden düşmandan hamile de kalabilirler, toplumun gözünde namusları kirlenmiştir artık. Artık birer utanç objesi haline getirilirler. Bazı toplumlarda kürtaj iyi karşılanmadığından, bu korkunç olay kadın ve ailesi için taşıyamayacakları bir yük haline gelebilir.
Savaş zamanlarında kadınların vücutlarının bir çeşit ganimet olarak kullanılması da trajedinin başka bir boyutudur. Tecavüz savaş alanlarında bir silah olarak da kullanılabilir ayrıca. Çünkü kadın tecavüze uğradığında, diğer tarafın erkekleri ‘kadınlarını koruyacak kadar cesur ve güçlü olmayan erkekler’ durumuna sokulurlar. Yine bu tip hareketlerin arka planında düşmanın erkeklerinin yeteri kadar ‘erkek’ olmadıkları gerekçesiyle onları aşağılama düşüncesi ve oyunu yatar. Bu tip düşünce yapısı öteki erkeğin koruması gereken kadınlara ve çocuklara şiddet kullanılmasını teşvik eder. Tecavüzün, suç olarak bu kadar katmanlı olması, onu bu kadar zor anlaşılan ve yüzleşilen bir suç kılıyor.
Son olarak tecavüzün, kadınlar üzerinde bıraktığı uzun vadeli psikolojik travma çok önemlidir. Geçen gün Bosna’da tecavüz yaşamış kadınların hikâyelerini okurken beni en çok etkileyen şey, devletin bu suçu ve bu kadınların çektiklerini tanımamasıydı. Bu tecavüzlerden birçok çocuk dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla bunun psikolojik tarafı bugün bile devam etmektedir.
Kıbrıs’a gelince, 1974’ten sonra yazılan raporlardan okuduğum ve 1976-1979 arasında, özellikle Larnaka ve Limasol’da bulunan göçmen kamplarında PIO çalışanı olarak mülakatlar yaparken edindiğim bilgilere göre bu kamplarda tecavüze uğramış birçok kadın vardı. Kuzey’deki düzenden farklı olarak 20-30 farklı köyden göçmenler aynı kamplara yerleştiriliyordu. Böyle bir düzende bu kadınların durumları öğrenilince toplumun şiddetiyle karşı karşıya geldiler. İstenmediler. Toplum tarafından ahlaksız kadınlar olarak görülüyorlardı -sanki başka kadınların kocalarıyla birlikte olabilirler gibi. Toplum onları fahişe olarak görmeye başlamıştı. Ve bu durumla baş edilmesini kolaylaştırmak üzere hiç bir sosyal hizmet kurumu ve görevlisi ortada yoktu.

PB: Herkes bu kadınların yaşadıklarını biliyor muydu?
MH: Herkes bilmezdi fakat mahallelerde bilinirdi. Şahit olduğum bir olay vardı ki, onu kaydedip daha sonra sosyal hizmetlere bildirdim. 1975’te, Larnaka’nın bir göçmen kampında bir kız vardı, herhalde en fazla 18 yaşında. O zaman daha prefabrik evler yoktu, çadırlar vardı ve kız deli gibi çadırdan çadıra koşturuyordu. Ben de, ‘Ne oluyor? Bu kız hasta mı?’ diye sorduğumda yaşlı bir kadın bana, ‘Bu kız istenmiyor, buradan atılınca delirdi’ diye cevap verdi. ‘Neden istenmiyor?’ diye sorduğumda ise, ‘Çünkü tecavüz edilen kızlardan’ cevabını aldım. Bu 1975’te oldu, 1977’de AİHM’ye raporumuzu sunduğumuzda bunun gibi çok olaylar vardı raporda.
Bu örnekleri neden veriyorum? O zamanlar Kıbrıs Rum toplumunun çok geleneksel olduğunu ve bu kadınlarla empati kuramadıklarını söylemek için. Toplum tecavüz mağdurlarını savaş mağduru veya yasadışı bir faaliyetin (savaş suçlarının) (unlawful act) mağduru olarak görmedi. Onun yerine onları yargıladılar. Toplumun gözünde onlar fahişe olabilecek ve onların erkekleriyle birlikte olabilecek durumdaydılar. Aforoz edildiler. Birkaç sene sonra bir oyun yazarı, Maria Kassara, bu konuyla ilgili Teatro Ena’da sahnelenmek üzere bir oyun yazdı. Maria’nın bu oyunu tecavüzden sonra kocaları tarafından terk edilmiş kadınların hikâyelerine ses getirdi.

RB: Son zamanlarda, Doğuş’un açtığı tartışmayla birlikte ve özellikle sen konuşurken, bu tartışmanın çok sınırlı olduğunu düşünmeye başladım. Şimdiye kadarki tartışma, bir savaş suçu olarak tecavüzün, mağdurları ve failleri, bununla yüzleşmenin suçun ortaya çıkması anlamına geleceği ve kaç tane mağdur ve failin olduğuyla sınırlı olarak devam etti. Halbuki bana öyle geliyor ki, başka suçlardan farklı olarak burada toplumlar da bu suçun bir parçası(ydı) ve dolayısıyla mağdurların mağduriyeti suç işlendikten sonra da devam etti. Suç sadece bir olayla sınırlı kalmadı; suç, bu olayı mümkün kılan namus kültürüyle de ilişkili olmaya devam etti.

MH: Kesinlikle. Birkaç yıl önce Kıbrıs Üniversitesi’nin bir konferansında tecavüzün sessizleştirilmesiyle ilgili bir sunuş yaptım. Sunuş bittikten sonra göçmen mahallelerinde yaşayan bir öğrenci, tecavüze uğramış iki tane kadını tanıdığını söyledi. Benim toplumsal cinsiyet dersimi aldığı için final ödevini bunun üzerine yapabileceğini konuştuk bu öğrenciyle. Gitmiş, kadınlar da bunu kabul etmiş. Fakat bir daha gittiğinde, ‘Hayır, fikirimizi değiştirdik. Çok acı veriyor diye bunu konuşmak istemiyoruz’ demişler.

PB: Rum toplumu genel olarak Doğuş’un söylediklerini nasıl karşıladı?
MH: İlk olarak, Doğuş’u kendi yaşadıklarını tanıyan cesur bir Kıbrıslı Türk kadını olarak gördüler. İkinci tepkide ise, evet, bizim tarafımızdan da tecavüze uğrayan Kıbrıslı Türk kadınlar var yönünde bir tartışma başladı, özellikle Politis’te. Fakat bu tartışma bir-iki gün sürdükten sonra kayboldu. Facebook ve sosyal medya’da daha fazla tartışma vardı.

PB: Yüzleşmeyle ilgili bir tartışma açıldı mı?
MH: Açıldı fakat hızlı bir şekilde, ‘evet, biz de Kıbrıslı Türklere kötü şeyler yaptık fakat onların bize yaptığı çoğunlukla başka bir devlet, başka bir ordudan geldi’ gibi bir şeye dönüştü. Yani toplumların mağduriyetleri ve suçları arasında bir ayrım yaptılar.

PB: Yani Kıbrıslı Türkler sorumlu değiller?
MH: Evet, Türk askerinin bize (Rum toplumuna) yaptığı, birbirimize yapılanlarla karşılaştırılamayacak kadar büyük bir suç anlamına geliyordu.

PB: Yani, tartışma yine kapandı.
MH: Geçmişi konuşmamız lazım diyenler de vardı. Yüzleşemezsek uzlaşma süreci olamayacak diyenler de vardı. Önemli olan sadece ötekinin mağduriyetini tanımak değil, aynı zamanda kendi sorumluluklarımızı tanımak diyenler de vardı. Kendi yaptığımız kötülüklerle yüzleşmek, sadece kendi mağduriyetinin değil, kendi mağduriyetinin oluşumunda oynadığın rolü de tanımak.

RB: Burada başka bir sorun görüyorum. Tabii ki Türk ordusu tarafından öldürülenler vardı, fakat aynı zamanda Kıbrıslı Türkler tarafından öldürülenler de vardı. Kıbrıslı Rumlar genelde Türk ordusuna odaklanırken son zamanlarda, benim gördüğüm, Kıbrıslı Türklerin de rölü olduğunu tanımaya başladılar. Ama burada yine de odakları Türk ordusu oldu.
MH: Bence Kıbrıslı Rumlar kendi suçlarının ağırlığını azaltmak amacıyla Türk ordusuna odaklanıyorlar. Dışardan biri durumu karşılaştıracak olursa, Kıbrıslı Rumlar, Türk ordusunun daha fazla suç yaptığı, tevacüzlerin çoğunun Türk ordusu tarafından yapıldığı ve bu iddiaları ispat eden kanıtların olduğu argümanını kullanırlar. İki toplumun oturup birbirine gerçekçi ve samimi bir şekilde bakmalarına daha yolumuz var bence.

PB: Bunu Niyazi (Kızılyürek) anlatmıştı; Güneyde Hüseyin Akansoy’un katıldığı bir televizyon programında birçok Kıbrıslı Rum arayıp Kıbrıslı Türklerin de kayıpları olduğunu ve öldürüldüğünü bilmediklerini şaşkınlıkla ifade etmişler. Öyle anlaşılıyor ki, inkâr etmeyi tercih etmişler yıllarca. Ve bütün bu son 5-10 yıl boyunca tartıştıklarımıza bakınca, sanki paradigma yine aynı kalıyor: ‘Tamam, biz de yaptık ama onların yaptığı...’ diye giden cümleler bize bunu söylüyor. Başka birileri de yaptı diye bizim sorumluluğumuz yokmuş gibi oluyor ve yine tartışma kapanıyor.
MH: Bu yüzden hep sorguluyorum —acaba daha fazla zaman mı, yoksa Doğuş gibi bu söylemleri sorgulayan cesur insanlara mı ihtiyaç var. Tabii Kıbrıslı Rumların Türk ordusundan söz etmesi de var —ve bu da bir gerçektir. Hepimiz onların birçok suça iştirak ettiğini, işkence yaptıklarını, vs. biliyoruz. Birleşmiş Milletlerin kararları var, vs. Fakat tartışma hep hukuki seviyede kalırsa insani seviye, sorumululuk alma seviyesi bu defa gölgede kalacak. Tartışmayı hep bu seviyede tutmak toplumsal sorumluluk almamızı engelleyecek ve o zaman bu tip mağduriyetleri iki toplumun arasında hasıl olması muhtemel hakiki dialogun açılmasını engellemek için (bir ‘sermaye’ gibi) kullanmış oluyoruz.

PB: 18 yaşında olan genç kız örneğini kullandın—
MH: Ondan sonraki sene onu bulmaya gittiğimde orada değildi ve kimse nereye gittiğini bilmiyordu.

PB: Belki tartışmayı daha fazla açmamız lazım. Tecavüzü belki sadece Kıbrıslı Türk ve Türk ordusunun erkekleri tarafından işlenen bir savaş suçu olarak değil, aynı zamanda düşman olarak görmediğimiz toplumun ideolojisi ve tavrı tarafından devam ettirilen bir faaliyet olarak da gördüğümüz zaman bazı şeyleri dönüştürmek ve tartışmayı açmak daha mı mümkün?
RB: Evet, bunu daha önce söylemeye çalışıyordum. Tecavüzü sadece mağdur, fail ve bir olay olarak görmek yerine, bunu mümkün kılan ve mağdurun mağduriyetini devam ettiren kültürel normlara da bakmalıyız.
MH: Tecavüze uğramış kadınların tamamen sessizleştirilmesi bunu da gösteriyor. Çünkü sadece mağdur ve fail olsaydı, bunu bir suç olarak daha kolay halledebilirdik. Fakat aslında bizim toplumlarımız öyle toplumlar ki, kendi kendine bakıp, bu kadınlara ne oldu, bizim sorumluluğumuz neydi, onların iyileştirilmesi için ne yaptık, onları destekledik mi diye soran yok. Hayır, onun yerine olay örtüldü, sessizleştirildi ve bugüne kadar, bu kadınları hatırlamamız gerektiğini, onların da aramızda yaşadıklarını söyleyen bir kadın örgütü dahi çıkmadı.

PB: Bu olayların medyadaki temsiliyetine nasıl bakıyorsun? Yani tanıklar tarafından bu olayların anlatılmasına örneğin? Bu tip anlatılar problemi çözmede yardımcı mı oluyor yoksa problemin bir parçası mı oluyorlar olayları melodrama gibi anlatarak?
MH: Bu kadınlarının hikâyelerini bir daha anlatmanın, yani onları yeniden mağdur duruma sokmanın bir faydası olacağına inanmıyorum. Bence daha sağlıklı bir tartışma tecavüzü daha büyük bir sosyal ve kültürel bir bağlam içinde ve bu kadınlara yardım edecek olan kurumların eksikliğini göstererek yapılabilir. Böyle bir tartışma, hepimizin sorumluluğu olduğunu hatırlatır bize. Çünkü tecavüz bireysel bir sorun değil, toplumsal ve siyasal bir sorundur. Daha büyük bir çerçevenin içinden bakmazsak, diyelim ki Sofia hikâyesini anlattığında ben ağlamaktan başka bir şey yapmış olmayacağım. Bu yüzden bu olaylara sadece bireysel travmalar olarak değil, ‘toplumun başarısızlığı’ olarak da bakmamız gerektiğine inanıyorum. Bireysel travma kollektif sorumluluğun parçasıdır.
Burada BM Kararı 1325 bize yardımcı olabilir. Bence Kıbrıs’ta farklı seslerin ve siyasi arenada kadınların katılımının teşvik edilmesine ihtiyaç vardır. Doğuş’un ne yaptığına baktığımızda, çok önemli meselemizle ilgili görüşünü seslendirdiğini görüyoruz; ‘nasıl bir Kıbrıs hayal ediyoruz ve bu hayale bakarken hangi süreçlerden geçiyoruz?’ Bu yüzden tecavüzün daha geniş sosyakültürel ve siyasi tartışmanın bir parçası olması gerektiğine inanıyorum.

RB: Geçiş Dönemi Adaleti (Transitional Justice) literatüründe ‘sosyal adaletsizlik sürdüğü sürece Geçiş Dönemi Adaletinin ne kadar olumlu etkisi olabilir’ diye bir tartışma var. Geçen gün ara bölgede bir konferansta bir konuşmanın tartışmacısı rolündeydim. Sunumun sonunda birisi bir hikâye anlattı. İki toplumun arasında bir savaş çıkıyor. Bir toplum savaşı kazandıktan sonra su kaynaklarına el koyup öteki grubu çölde bırakıyor. Savaşı kazanan grup barış isterken, çölde kalan grup su istiyor. Dolayısıyla Geçiş Dönemi Adaleti literatüründe, bu suçları mümkün kılan sosyal adaletsizlikler devam ederken yüzleşmenin mümkün olup olmayacağıyla ilgili bir tartışma vardır.

MH: Esirler olarak alınan ve Adana’ya götürülen askerler Kıbrıs’a döndüklerinde kahraman olarak karşılandılar. Evet, çok çektiler, ülkeleri için fedakârlık yaptılar vs. Fakat tecavüze uğramış kadınları düşünelim, onlar nasıl karşılandı? Utanç ve sessizlik ile. Fahişe olarak görüldüler. Toplumsal cinsiyet boyutu burada devreye giriyor işte –yani kahraman erkek prototipiyle beraber. Erkekler de savaşlarda tabii ki çektiler, fakat kahraman olarak döndüler ve toplumları onları onurlandırdı. Tecavüz yaşamış kadınların çektiklerini ise onurlandırmıyoruz; bu çoğunlukla gizlenen birşey.

RB: Bunun tam tersi de doğru. Her iki taraf birbirlerine karşı suç işlediklerini itiraf edebilse dahi, kimse kendi tarafının tecavüz yaptığını itiraf etmek istemiyor. ‘Biz tecavüzcü değiliz!’ Sanki tecavüzcü olmak katil olmaktan daha korkunç bir şeymiş gibi. Daha alçak birşey... Katil olmak cesaret ister sanki ama tecavüzcü olmak..?! Tecavüz, düşmanın erkeklerini aşağılamak, düşmanın mahremini ihlal etmek gibi bir şey. Yapıldıktan sonra ise kimse kendi tarafının tecavüz yaptığını itiraf etmek istemez.

PB: Çünkü öldürmek burada saygı duyulacak bir şeydir. Ülkeni kurtarıyorsun, kadınlarını dahil. Yani saygı ve statü getiriyor.
RB: Bu yüzden her iki türünde de inkâr vardır. Kendi mağdurlarını konuşmak istemiyorsun—fakat gördüğüm kadarıyla Kıbrıslı Rum toplumunda Türkiye tarafından işlenmiş bir suç olarak daha fazla konuşuluyor. Tecavüze uğramış kadınlar konuşulmazken, insanlar genel olarak ‘Türk ordusu geldi ve bizim kadınlara tecavüz etti’ diyebiliyorlar. Türk ordusunun “barbarlığını” göstermek için kullanılan bir şey. Kayıpların, gazilerin ve şehitlerin isimleri varken, listelenirken, tecavüz söz konusu olduğunda olay daha fazla genellemeye tutularak konuşuluyor -çok fazla tecavüzler olmuş anlamında. Bu genel formül dışında—yani ‘74’te Türk ordusu tarafından işlenen çok tecavüz vardı’— bu konu gerçekte fazla konuşulmuyor. Fakat bu cümle daha çok onlar için siyasi anlamda önem kazanıyor, kadınların mağduriyetini görmek ve anlamak açısından değil.

Bu haber toplam 4460 defa okunmuştur
Gaile 306. Sayısı

Gaile 306. Sayısı