Market işçileri için ‘denetim’ sözü
Öğlen saat 12’den gece saat 11’e kadar çalışan bir market işçisini yazmıştım.
11 saat ve asgari ücret!
7 gün, 7 gece!
***
Market işçilerinin yaşadığı bu sömürüyü anlatan yazım beklediğimden de fazla ilgi gördü, geri dönüş oldu, yorumlandı, paylaşıldı.
Peki, sonuç ne oldu?
Şimdilik hiç!
***
Çalışma Bakanı Hasan Taçoy’u aradım, yazmak kadar bunun takibi de son derece önemlidir.
“Senin yazından sonra gelecek hafta denetim yapma kararı aldık. Denetim zaten yapılıyordu ama özellikle marketler üzerine yoğunlaşacağız.” dedi.
“Neyin denetimi” dedim.
“İşçilerin çalışma saatleri, çalışma koşulları, tümü…”
***
“Marketlerin açılış ve kapanış saatlerine yönelik bir düzenleme düşünülüyor mu?” diye de sordum.
“Şu anda bu yönde yeni bir karar yok. Geçmişte rahmetli Sonay Adem’in Çalışma Bakanlığı döneminde bir deneme olmuş, ardından geri alınmıştı. Şimdi de marketlerin kendi çalışması var, marketlerin çoğu saat 21.00’de kapatma yönünde bir uzlaşı arıyor. Buna karşı çıkanlar var. Bu yönde görüşmeler sürdürülüyor.”
***
Kim, kendi çocuğunun gece saat 11’e kadar çalışmasını ister.
Bar değil, cafe değil, otel değil…
Market bu!
Ayrıca büyük marketler eğer akşamları kapanırsa, o durumda küçük bakkal ya da off licence tarzı yerler de iş yapacak, kazanacak.
Haksız rekabet önlenecek…
Umarım günde sekiz saatten fazla çalıştırılmaz kimse!
Denetimler de sözde kalmaz.
Diğerkâm
Günün en güzel paylaşımlarından biri, Tufan Erhürman’dan…
“Nefret değil sevgi, kibir değil tevazu, ben değil biz, monolog değil diyalog, bencillik ve egoistlik değil diğerkamlık...
O kadar da zor değil... Ya da belki kimine göre çok zor! Ama en önemlisi şu ki, mesele gerçekten bu ülke, bu halksa, başka yol yok!..”
***
Burada en özel sözcük ‘Diğerkâm’ sanırım.
(Ya da kimi kullanımlarda diğergam.)
Çok bilinen, yaygın kullanılan ya da dilimize yerleşen bir kelime değil…
Oysa anlamı tam da ihtiyacımız olan değerleri çağırıyor.
İnsanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmayı anlatıyor, başkalarının yararını da kendi yararın kadar gözetmeyi, fedakârlığı, kişisel menfaat beklemeden başkaları için faydalı olmayı…
Çok ihtiyacımız var çok…
Tek tipleştirme
Şair - siyasetçi Halil Karapaşaoğlu altına imzamı attığım şu saptamayı yapıyor.
"Kültür sürekli olarak değişim ve dönüşüm halindedir. Bunda hiçbir sorun yoktur. Ancak bir toplumun diğer bir toplumu kendine benzetmeye çalışması ve bir toplumun diğer toplumu tek tipleştirmeye çalıştırması kabul edilemez. Kıbrıs’taki çeşitlilik yok edilip arı bir kültür anlayışı bizlere dayatılmak isteniyor."
Kıbrıs'ın kuzeyinde yaşayanların - en az - yarısı bence böyle düşünüyor.
Sessiz düşünüyor çoğu ve söyleyemiyor.
Ya korkuyor, ya işine gelmiyor.
Seçimlerin yansıması da bunu gösteriyor aslında…
***
Halil bir süredir Kıbrıs'ın kuzeyine dair yaşananları "kolonyalizm" yani "sömürgecilik" daha eski deyimle müstemlekecilik üzerinden yorumluyor.
"Sömürgecilik"in tam anlamı şudur.
"Bir devletin, kendi ülkesinin sınırları dışında, başka ulusları, devletleri, toplulukları siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması..."
Ada yarısında yakın geçmişte yaşadıklarımız bu tanıma uyuyor.
“Adanın kuzeyinde Kıbrıslı olan ne varsa, Kıbrıs’a ait olan ne varsa yok edilmeye çalışılıyor” diyor Halil…
Haksız mı?
Kanal Sim’in Turksat uydusu dışında kalmasını anlattığı yazısında çok daha geniş bir çerçeveden kendi düşüncelerini ortaya koyuyor.
Kimine katılıyorum, kimini fazla radikal buluyorum.
Çünkü…
Kıbrıs’taki yığınları fazlaca aklıyoruz, günahların tümünü salt denizin ötesine yüklediğimiz zaman…
Buradaki “düzen seviciliği” de görmek gerekiyor kanımca…
Elbette ülkede artan gerici tarikat ve cemaatleri, hele de cihat pankartlarını falan görünce iyice ürküyor insan...
***
Kıbrıs bir başka ülkedir ve o zaman anlamlıdır.
Kıbrıs ne Türktür, ne Yunan…
Bunu anlatmak gerekiyor bıkmadan, usanmadan…