1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Masada sesimizi yitirdik!
Masada sesimizi yitirdik!

Masada sesimizi yitirdik!

YENİDÜZEN'e konuşan Dışişleri eski Bakanı, eski milletvekili ve eski müzakereci Özdil Nami, Denktaş döneminde bile müzakere masasına hiç oturmamanın görülmediğine dikkat çekti, “İlk kez bir Cumhurbaşkanı tek bir görüşme yapmadan görevini bitiriyor" dedi.

A+A-

Tünay MERTEKÇİ

Dışişleri eski Bakanı, eski milletvekili ve eski müzakereci Özdil Nami, ilk kez bir Cumhurbaşkanının, Rum muhatabı ile tek bir görüşme dahi yapamadan, görevini uzlaşmaz bir tavırla başlatıp bu şekilde bitirecek gibi görüldüğüne dikkat çekti. YENİDÜZEN’e konuşan Nami, özellikle Türk tarafının, Crans-Montana'dan sonra son derece sert ve uç bir siyasete döndüğünü vurguladı. “Rauf Raif Denktaş döneminde bile masaya oturmamak pek görülmezdi, kısa sürelerle olurdu. Ama bir Cumhurbaşkanının bütün dönemi boyunca masaya oturmayı reddetmesi, geçmişte pek rastlanmamış bir durum” diyen Nami, Rum liderin, Türk tarafının tanıdığı rahat alanda çok konforlu bir şekilde hareket ettiğinin de altını çizdi. Özdil Nami, Rum Lider Nikos Hristodulidis’in, statükodan beslenen ve statükonun devamını isteyen siyasi güçlerin desteğiyle “Cumhurbaşkanı” seçildiğine işaret etti.

 

“BM Genel Kurulunda yapılan konuşmaların gerçek hayata büyük bir etkisi yok”

Dışişleri eski Bakanı, eski milletvekili ve eski müzakereci Özdil Nami, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan konuşmaların, tarafların resmi görüşlerinin tekrarı olduğunu belirterek, "Bizim orada hitap etme imkanımız yok. Resmi görüşümüz, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ağzından dünyaya duyuruluyor. Orada yapılan konuşmaların gerçek hayatta büyük bir etkisi olduğunu bugüne kadar pek görmedik" dedi. Nami, siyasetin, perde gerisinde yürütülen pazarlıklar ve diplomasi yoluyla değişeceğini vurgulayarak, "Orada yapılan konuşmalar, herhangi bir ülkenin politikasını değiştirme kabiliyetine sahip değil. BM Genel Kurulu, dünya kamuoyuna mesaj vermek için kullanılan bir platform olarak görülmeli" diye konuştu. Kıbrıs konusuyla ilgili artık perde gerisinde değil, perdenin önüne çıkan bazı hareketlenmeler olduğunu kaydeden Nami, "Örneğin, uzun bir aradan sonra BM Genel Sekreteri'nin özel temsilci ataması bunun bir örneğidir. Bu atama, ilgili tüm tarafların onayıyla gerçekleşti. Belki şu ana kadar çok somut bir ilerleme olarak tarif edilebilecek olguya yol açmadı, ama bir vaka olarak duruyor" dedi.

brc-2705.jpg

“Tam bir durgunluk döneminde değiliz”

Diğer taraftan, Türkiye ile Yunanistan arasında buzların erimeye başladığını ifade eden Nami, "İki ülke, iş birliğini ilerletmek için somut adımlar atıyor. Ancak bu adımların en verimli sonuca ulaşabilmesi için Kıbrıs konusuna da mutlaka bir noktada değinmeleri gerekecek" dedi. Nami, "O yüzden, yakın geçmişte olduğu gibi tam bir durgunluk döneminde değiliz. Bazı hareketlenmeler var, ama bunları abartmamak lazım. Henüz ilk adımlar atıldı. Ancak arkası gelecek gibi görünüyor" diye konuştu. Nami, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde, Kıbrıs konusunun ilk etapta birinci öncelik olarak tanımlanmayacağını belirterek, "Çünkü resmi pozisyonlar tamamen zıt. Bu pozisyonları hemen değiştirmeleri mümkün değil. Her iki tarafın da bazı manevralar yapması gerekiyor. Bence Kıbrıs konusunu biraz yan tarafa alıp, daha alt seviyede bazı diyaloglar başlatacaklar. Türkiye-Yunanistan arasında Kıbrıs'ta bir kriz çıkmadan neler yapılabileceğine odaklanacaklar" dedi. Nami, olumlu giden Türk-Yunan ilişkilerinin Kıbrıs sorununda da bazı manevraları tetiklemesini umut ettiklerini belirtti.

 

“Bu kadar uç bir pozisyondan keskin bir dönüş beklememek lazım”

Nami, "Özellikle Türk tarafı, Crans-Montana'dan sonra son derece sert ve uç bir siyasete döndü. Denktaş döneminde bile masaya oturmamak pek görülmezdi, kısa sürelerle olurdu. Ama bir cumhurbaşkanının bütün dönemi boyunca masaya oturmayı reddetmesi, geçmişte pek rastlanmamış bir durum. İki devletli çözüm talebi, 1998’de Sayın Denktaş tarafından konfederasyon önerisiyle dile getirilmişti. 'Ayrı egemenliğimiz en azından bir günlüğüne tanınsın, sonra masaya oturalım. Masada eşitlik sağlansın ki masada da anlamlı olsun' denmişti. Bu süreç bir-iki yıl sürmüştü. Daha sonra ise dolaylı görüşmelere girilmişti. İlk kez bir cumhurbaşkanı, görevini uzlaşmaz bir tavırla başlatıp bu şekilde bitirecek gibi görünüyor, Rum muhatabı ile tek bir görüşme dahi yapamadan. Bu kadar uç bir pozisyondan keskin bir dönüş beklememek lazım. Kademeli bir dönüş olur ve bunu diplomatların çok iyi planlaması, koordine etmesi gerekir" ifadelerini kullandı.

 

“Rum toplumu statükodan büyük bir rahatsızlık duymuyor”

Nami, Rum liderin Türk tarafının tanıdığı rahat alanda çok konforlu bir şekilde hareket ettiğini ifade ederek, "Crans-Montana'da federal çözüm için yanıp tutuşan bir lider olmadığını zaten gördük. O, statükodan beslenen ve statükonun devamını isteyen siyasi güçlerin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçildi. O yüzden Kıbrıs sorunu için cesur adımlar atacak bir Rum lider beklememek lazım" dedi. Nami, Rum toplumunun statükodan büyük bir rahatsızlık duymadığını gözlemlediğini belirtti. Özdil Nami, "AB üyesi olmaları, kişi başına düşen milli gelirleri gayet iyi, medeni bir Avrupa ortamında yaşamaları da Rum liderde bir rahatlık yaratıyor. Bu nedenle çözümü zorlayan bir politika izlemeyeceğini net bir şekilde görebiliyoruz. Böyle bir liderin üzerine, adadaki statükonun iki devletli ya da federasyon şeklinde sona ermesi için dünyanın baskı kurması lazım" diye konuştu.

brc-2725.jpg

“Dünyanın destekleyebileceği yeni bir Kıbrıs politikası ortaya koymalıyız”

Nami, uluslararası toplumun desteğini almanın kolay olmayacağını, ama imkansız olmadığını da belirtti. "Türk tarafının bir kredibilite sorunu ortaya çıktı. Türkiye’nin dünyayla, ABD ve AB ile ilişkileri, 2015-2016 döneminden çok farklı. Büyük gerginlikler yaşandı. Geçmişte Türkiye ile ABD arasında böyle büyük fikir ayrılıklarının olduğu bir ortamı düşünemezdik bile. Türkiye'nin gidip de Rusya'dan füze alacağını veya ABD'nin Rum tarafına uyguladığı silah ambargosunu kaldıracağını tahmin edemezdik. Ancak ilişkiler o kadar kötüleşti ki bunlar gerçekleşti. Türkiye’nin AB müzakereleri başladığında, AB Parlamentosu'nda Türk bayrakları dalgalanırdı. Şimdi ise Türkiye’nin aday ülke statüsü bile sorgulanır hale geldi. Kim suçlu, kim haklı konusuna girmiyorum, ama bugün Türk tarafının işi çok daha zor" dedi.

Nami, "Bu yüzden, dünyanın anlayabileceği ve destekleyebileceği yeni bir Kıbrıs politikası ortaya koymamız gerekiyor. Bu politika, aslında şu anda CTP tarafından Sayın Tufan Erhürman aracılığıyla dile getiriliyor. Umarım Türkiye de güçlü bir destek verir ve dünyaya uyumlu, tek sesle hitap etmeye başlayabiliriz" ifadelerini kullandı.

 

“Süreç kurgusu olmadan içerik tartışması olmaz”

Nami, Crans-Montana’daki müzakere süreci çöktükten hemen sonra benzer ifadeleri kullanmaya başladığını hatırlatarak, "BM Genel Sekreteri'nin raporunda, pratikte çözümün masada olduğunu, ancak siyasi iradenin eksik olduğunu yazması çok önemliydi. Geçmiş tecrübelerime dayanarak 2018’den beri Kıbrıs sorununun içeriği ile ilgili bir sıkıntı olmadığını söyledim. Sorun, son kilometreyi nasıl aşacağımızın süreç kurgusu ile ilgilidir. Bu süreci doğru kurgularsak, Guterres belgesinde özetle belirtilen ana konuları hızla bitirip yeniden referanduma gidebiliriz. Yapılmaması gereken şey, bu süreç kurgusu oluşmadan içerik tartışmasına girmektir. Bu, son derece hatalı olur. Dünyadaki başarılı müzakerelere baktığımızda, süreç kurgusuna öncelik verildiğini, ardından zor içerik konularının halledildiğini görüyoruz. Güney Afrika ve İrlanda tecrübelerinde bu net bir şekilde görülüyor. Süreç kurgusuna öncelik verilmeli, içerik tartışmasına girmeden, siyasi eşitliğin tartışma konusu olmadığı açıkça belirtilmeli. Müzakereler kaldığı yerden, takvimli bir şekilde başlamalı ve o takvim süresi içinde mutlaka sona erdirilmeli. Eğer belirlenen tarihe kadar anlaşmaya varılamazsa, daha önce belirlenmiş bir hakem devreye girmeli ve son şekli o konulara vermeli. Ardından referanduma gidilmeli. Ancak bu defa, her iki tarafa da farklı sorular sorulmalı. Her iki tarafa da federasyon isteyip istemedikleri sorulmalı, ama Türk tarafına hayır derse ne bedeller ödeyeceği net bir şekilde ifade edilirken, Rum tarafına da federasyona hayır derse statükonun devam etmeyeceği ve hayır demenin bedelinin ne olduğu başından kayıt altına alınmalı ve BM tarafından onaylanıp söylenmeli" diye açıkladı.

 

“Cesur adımlar atılmalı”

Nami, "Artık 50 yılı aşkın müzakerelerden sonra ve çözümü oluşturup halka sunduktan sonra Rum halkı bu evliliğe tekrar hayır derse tek alternatif kadife boşanmadır. Yani Çekoslovakya modeli gibi. Kuzeyde ayrı egemen bir devletin tanınacağını Rum tarafının kabul etmesi gerekir. Rum tarafı referanduma giderken bunu bilmelidir" dedi. Sonuç olarak, Nami, Kıbrıs sorununun çözümü için cesur adımlar atılmasının ve uluslararası topluma bu konudaki kararlılığın iletilmesinin önemine vurgu yaptı. Kıbrıslı Türklerin bekleyecek 20 yılı daha olmadığının altını çizen Özdil Nami, Kıbrıs’ta kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için sürecin dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Bu haber toplam 2473 defa okunmuştur