1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. MAVİ ROMAN KAHRAMANLARIM
MAVİ ROMAN KAHRAMANLARIM

MAVİ ROMAN KAHRAMANLARIM

Sırayla terk etti beni ve sokağımızı; kahramanlarım. Suskunluklarıyla. Anlattıklarıyla ve anlatamadıklarıyla. Güncel bir sessizlik içinde. Kimisine şaşırdık, kimisini beklediğimizi söyledik…

A+A-

Hüseyin Bahca

 

Bu şehir arkandan gelecektir / Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.

–Kostantinos Kavafis

Bilinçaltımın ucunda; beyaz bir roman, ya da ‘diskleksi’ isimli bir şiir kitabı var. Çaresizim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Sokağımız arkamdan geliyor. Sokağımızın derinliklerinde kayboluyorum. Tanıdığım/tanımadığım yüzler selam veriyor bana; akşamüstünün renk dilimlerinde ve hiç büyüyemediğim rüyalarımda…

Zıpır bir çocuktum: Ne ele sığardım, ne de avuca. Okul bitti mi; soluğu Hatice Aba’nın evinde alırdım, tüm mahallenin çocuklarıyla birlikte… Hatice Aba’dan sonra; Raygan Aba’ya, sonra da çocuk parkına; akşamüstü maçlarına… İki parkımız vardı; birine ‘Büyük Park’, diğerine ‘Küçük Park’ derdik. Bu isimlendirme elbette toprak genişliğinden değil; parkların yaşına olan hürmetimizdendi… Büyük Park, İngiliz Dönemi’nde yapılmış. Annem anlatırdı; Büyük Park’ın kırmızı güllerini ve o güllerin kız-saçlarını saran el-değmemiş kokusunu… Küçük Park, Sosyal Konutlar’la birlikte yapıldı. Sosyal Konutlar’ın yapılmasıyla genişledi ve büyüdü çocuksu sınırlarımız…

Sosyal Konutlar yapılmadan evvel; bir sokaktı mahalle diye bilinen, öğretilen… Adı: Silahlı Kuvvetler Caddesi. Sokağımızın ismini kime sorsam; hiç kimse bir cevap veremezdi, ne elektrikler kesildiği zaman anlatılan savaş anılarında, ne de savaş sonrası mahalleye yerleşme hikayelerinin kıyısında, bucağında… Çok güzel insanları vardı mahallemizin. Onlara mavi roman kahramanlarım diyorum. Mavi roman kahramanlarım…

Hayatın bir gerçeğidir ölüm. Nasıl ki doğumdan öncesini bilmiyoruz, ölümden sonrasını da bilmeyerek yaşayacağız bu evreye kadar. Fakat yaşarken; yaşadıklarımızı bir yerlere not etmenin zihni diri veya dinç tutan bir yanı var. Mavi roman kahramanlarım: Pembe Aba, Mahan Godo, Ülviye Aba, Mehmet Behlül, Neriman Aba, Kemal Godo, Arif Dayı, Berber Kemal, Raygan Aba, Hasan Uzun, Halil İbrahım’dan oluşmaktadır. Her biriyle bir anım olmasa da; olanları anmak; bu yazının ibadetidir.

Pembe Aba’yı hayal-meyal hatırlıyorum. Yemenisini takar; torunlarına yemek yedirme veya söz geçirme derdine düşerdi. Mutfağı; talaş, tahta, naftalin, nane ve limonata tüterdi. Ben bu kokuya Kıbrıslılık kokusu diyorum. Artık hiçbir evde yok… Ülviye Aba, sessiz sakin bir insandı. Sabah kahvelerinde on cümleden fazla kurmazdı. Yavaş yavaş içerdi kahvesini. Karakteri gibi uysal ve sessizdi; kahve içişi... Mehmet Behlül, her gün akşamüstü evimizin önünden geçer ve; “hey çorç versene borç” derdi; “olmaz maykıl bende de yok” cümlesini duymadan; arabasını sürüp evine gitmezdi... Neriman Aba, Neriman Aba, Mehmet Behlül’ün eşiydi. Molehiya ayıklama toplantılarında ondan başkası konuşmazdı, konuşamazdı. Sokağımızın sonundan duyulurdu; kulaklarımı bir türlü terk etmeyen o çatallı ve keskin sesi… Arif Dayı, noterdi. Ciddiydi. Gözlerinin altında yüzyıllık bir suskunluk vardı. Elinden düşmeyen sigarasını çekerken; sanki dünyanın bütün gücü sağ bileğinde ve siyah deri-ceketinin altında toplanırdı. Dürüst, açık-sözlü, mert bir insandı… Berber Kemal, kemanistti. Gün içinde kurulmuş saat gibiydi. Sabah avlusundaki havuzun etrafına dizdiği bidonlara su doldurur; öğle vakti saç keser, akşamüstü keman çalardı. Mahallemizin kahve kokusuyla birleşirdi kemanının ezgileri, oradan atmosfere yayılır; lirik bir örgütlenme doğardı yeryüzünden uzaya doğru… Raygan Aba, Nenem gibiydi. İçlerinde beni en çok sevendi. Şairdi. Hececi şiirler yazardı. Her öğlen şiir hastalığı nüksederdi. Karakaplı defterine karabüyülü parmaklarındaki kelimeleri aktarırdı. Aktardıktan sonra da; siestasını yapardı… Halil İbrahım, ‘Talaş Adam’ derdik ona. Dülgerdi. Hep işlerdi. “Sosyalizm ve ülkemizdeki proleter değerler” üzerine bir master/doktora tezi yazacak olsam; Halil İbrahım’dan yola çıkarım…

Sırayla terk etti beni ve sokağımızı; kahramanlarım. Suskunluklarıyla. Anlattıklarıyla ve anlatamadıklarıyla. Güncel bir sessizlik içinde. Kimisine şaşırdık, kimisini beklediğimizi söyledik… İlk; Pembe Aba gitti, sonra; Mahan Godo, Ülviye Aba, Mehmet Behlül, Neriman Aba, Kemal Godo, Arif Dayı, Nehibe Aba, Berber Kemal, Raygan Aba, Hasan Uzun ve Halil İbrahım… Ne akşamüstüleri onlara yaptığım telefon şakaları çıktı aklımdan, ne de molehiya ayıklama partilerinde yaptığım çeşitli çeşitli eşek şakaları… O günler Kıbrıs da, sokağımız da başka bir yerdi sanki. Şimdi başka: Daha kozmopolit ve insanların kendi içine kapandığı… Bazen herkese ve kendimize yabancılaştığımız, bazen de ben-merkezliliğimizden dolayı manevi değerleri unuttuğumuz, yitirdiğimiz… Yeni komşularımızı tanımadığımız... Selam alışverişlerinde; “kim bu insanlar, beni/bizi nereden tanıyorlar, nereden çıkıp geldiler, hikayeleri ne?” sorularıyla kalakaldığımız… Biliyorum; eskiye asla dönemeyiz dönmesine de; ya tükenen, azalan bizler, mahalle bilinci olmadan, çocuklarımıza maneviyatı ve insan merkezli yaşamayı nasıl öğreteceğiz? Selam alışverişlerinde kalakaldığımız insanların çocuklarına nasıl bakarak olacağız veya onlar bizim çocuklarımıza nasıl bakarak olacaklar?

Tüm bu sorulara ve sosyolojik açıdan değişen Kıbrıs’a rağmen; ben yine de bir gün doğacak olan çocuğumun; büyüdüğüm sokaklarda; Nijeryalı, Pakistanlı, Vietnamlı, Türkmen, Rum, Ermeni, Yahudi, İranlı veya nereli olursa olsun; çocuklarla oyunlar oynayıp, çok-dilli şarkılarla badem ağaçlarına can katmasını istiyorum! Değişiyoruz. Değişirken kibirli olmaya gerek yok. Artık Kıbrıs böyle bir yer, kabullenmeliyiz. Şimdi daha çok hümanist olmanın ve Kıbrıs’ın kaderini değiştirmenin, barış için ömür törpülemenin zamanı…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2129 defa okunmuştur
Etiketler :
Adres Kıbrıs 343 Sayısı

Adres Kıbrıs 343 Sayısı