1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3.  “Mazurlar kasabası…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

 “Mazurlar kasabası…”

A+A-

BAF’TAN HATIRALAR…

 

de-002.jpg

Ulus Irkad

Kasaba halkı birkaç günden beri ciddi bir söylentiyle çalkalanıyordu. Güya Türkiye'den bir Paşa gelmiş ve Kasaba erkinin de başı olmuştu. Kasaba'ya çeki düzen verecek, yolları temizleyip Kasaba'yı modern bir duruma getirecekmiş; öyle diyorlardı... "Paşa" söylentisinin yayılmasından birkaç gün sonra, Berber Seyfi'nin dükkanından çıkan, hafif esmerce, uzun boylu, ceketli, sivil kıyafetli fakat ayaklarında botları olan, arkasında iki sivil muhafızıyla yürüyüp ciddi ciddi bakan; yürürken hafifçe topallayan bu çatık ve kalın kaşlı adamı görmüştüm. "İşte", demişti mahallenin çocukları, "Paşa", bu!

1964  toplumlararası çatışmalar sonrasında darmadağın olan, Kasaba’daki sivil idareyi askeri disiplinle düzeltmeye çalışacaktı. Herkes, onu gördüğü anda esas duruşa geçiyor, eğer resmi giyimli ise, selam verip, askeri yürüyüşe geçiyorlardı. Gerçi Paşa'dan önce de Baf Kasabası’nın durumu pek iç açıcı değildi. Teşkilat mensupları, -ki iki başlı, iki gruptan müteşekkildiler- halka her türlü korku ve dehşet salmaktaydılar; hatta öyle ki, Kasaba'dan yaklaşık bir mil uzaklıktaki denize yüzmeye giden insanların önlerine çıkarak, onları "Rumcu" diye suçlamakta, ellerindeki deri çanta ve torbaları yoklamaya tabi tutmaktaydılar. Kasaba’da paranoya rejimi hakimdi. Kasaba’da yaşayıp  "Rumcu"luk damgası yiyen insanlar, bu iki karşıt milliyetçi (!) grup tarafından sıra dayağından geçirilir, sıra dayağından kaçabilenler ise, "Yeşil Hattı" geçip, bir daha geri gelmemek üzere Rum kesimine postu atarlardı.

Belediye ve polis kurumunun çalışmaması nedeniyle,  Kasaba halkına sözünü ve gücünü geçiren gruplar her türlü işlevi yerine getirmekteydiler. Paşa'nın Kasaba'ya gelmesiyle artık merkezi bir otorite kurulmaya başlandığı gözlemleniyordu... Askeri otorite içerisinde olsa bile, Baf Türk enklavında tertip, intizam, güzelleştirme, hatta çevre temizliğiyle ilgili çalışmalar başlatılmıştı. Paşa bizzat  minareye çıkıp  seyyar mikrofununan halka çevre temizliğine uyulması konusunda ültimatomlar vermekteydi... Herkes çevre temizliğine dikkat ediyordu. Anneler çocuklarına evlerinin önünde portokal veya elma yerlerken kabukları yere atmamalarını öğütleyip, Paşa'nın hiddetini üzerlerine çekmemeye çalışıyorlardı. Kasaba halkı hiddetli ve aşırı disiplinli olmasından ötürü Paşa'ya "Demir Adam" adını da takmıştı.

İlk ciddi icraat sokakta dolaşan köpeklerin belediyece toplanıp polis tarafından av tüfeği ile infaz edilmesiydi. Kasaba'daki salhane bölgesine götürülen köpekler,  iplere sıkıca bağlanıyor, birkaç metre uzakta, infaz seyreden meraklı çocukların şaşkın bakışları arasında vuruluyorlardı. Zavallı köpekler, 1963'ün Toplumlararası çatışmaları nedeniyle kazandıkları geçici özgürlüklerini yitiriyorlardı. Tabii bu duruma karşı çıkan köpek severler de mevcuttu. Hatta bazı infazlarda, saçını başını yolup, acı acı bağıran kadınlar da oluyordu. Ama yönetim askeri idareydi. Bir de köpek severler derneği daha kurulmamıştı Kıbrıs'ta.

"Demir Adam"ın gelmesiyle, Kasaba erkekleri askeri nizamnameye uydurulup bıyıkları kesilmeye başlanmıştı. O dönemde herkes asker sayıldığı için bıyıksız olmak şarttı. Bir süre sonra, çıkarılan bir emirle kediler de infaz edilmeye başlandı. Vurulan kedinin herhangi bir kulağını askeri karagaha götüren kişi, karşılık olarak beş şilin alıyordu. Bazı kişiler, Kıbrıslı kurnazlığından yararlanarak, vurulan kedinin iki kulağını da götürerek, beş şilin yerine on şilin kazanıyorlardı. Avaracı olup da, hava tüfeğini kapan yolda, sokakta, kedi avına çıkıyordu... Zavallı kedicikler, kazanacağı 5 şilini düşünen kişilerin kötü amaçlarından habersiz, anlamsız ve masum yüzlerle bakarlarken, iki kaşları arasına kurşunu yiyorlardı. Köpekler av tüfeği ile vurulurlarken, kediler, daha kolay ölür diye hava tüfekleri ile vuruluyorlardı.

Bu soykırımdan yalnızca bizim evin emektar kedisi "Lokum" kurtulmuştu. Bunun nedeni ise, sokaklarda pek dolaşmayıp, dam aralarında çiftleşmeyle meşgul olmasındandı. Bu arada Paşa, aynı kedinin iki kulağından da para kazanıldığını farkedince infazcılara kedilerin iki kulağını da getirmeleri emrini vermişti. Artık, iki kedi kulağı 5 şilin ediyordu. Buna rağmen bile, vurulan kedi sayısı artmış ama eksilmemişti.

Bıyıkların kesilmesi emrinin, kasabanın emir ve komuta merkezi olan "Beyaz Saray"dan çıktığı günlerde "Uğruna, bıyıktan da olduk yoluna Vikla" şiiri  yazılmıştı (H. Irkad, 1967).

İşte, kasabanın kalkınma ve bayındırlık hamleleri içerisinde olduğu günlerden biriydi. Çocukluğu Rum köylerinde geçmiş, Kasaba'nın da maskotlarından biri olan, doğuştan "Mazur" (Zeka engelli)  Zeki (Deli Zeki), yolda yürürken, yıllardır tekrarladığı birkaç Rumca kelimeyi mırıldanıyordu: "Vuni, vuni", "Cici, boppo!"... Zeki, bildiği bu iki-üç Rumca (Onu ben öyle sanırdım, belki de Kıbrıslıcaydı) kelimenin yanında, elinden hiç düşürmediği bastonunu birkaç defa havaya kaldırıp; ağzıyla tüfek sesi çıkartmakta ve  "Bum, buuum!" diye bağırmaktaydı. Elinde gerçek silah olsa, kuşları bile vurabilirdi belki de. Giydiği takım elbiseler, Baf'ta ölen insanların ailelerinin kendisine hediyesiydi. Fakat ölen bazı kimselerin cüsseli olması nedeniyle bazen giyisilerin içerisinde kaybolurdu. Fakat Zeki'nin hiç değişmeyen bir zevki vardı. O çelimsiz vücuduna ve üzerine bol gelen takım elbiselerine rağmen, kırmızı bir karanfil veya yasemin çiçeğini ceketinin yakasından hiç eksiltmezdi. Hani, "Vuni, vuni" sesini hiç çıkartmasa, Baf'a ilk kez gelen bir yabancı, Onu Baf Kasabası'nın aristokratlarından biri sanabilirdi.

Paşa veya diğer adıyla "Demir Adam", bir gün yanındaki muhafızlarıyla (Bunlardan birinin adı Afif, diğerinin Cahit Karamanli'ydi), Mutallo'daki alışveriş caddesinde dolaşıyordu ki ansızın karşısında Zeki'yi bulur. Zeki, onun komutan olduğunu anlar anlamaz, elindeki bastonuyla birlikte "esas duruş"a geçer.

"Demir Adam", tam Zeki'nin kim olduğunu soracaktı ki, Zeki, elinde tüfek diye tuttuğu bastonunu havaya kaldırarak, "Demir Adam"ın şerefine -ağzıyla ses çıkararak- havaya ateş etmeye başlar: "Bum, buum!"...

- Kim ulan bu?

-"Mazur"dur komutanım.

Kasaba halkının "Deli Zeki" diye tanıdığı Zeki, Paşa ile açılış ve ilk tanışma merasimini böyle yapmıştı.

Deli Ali ve Deli Hüseyin de, Kasaba'nın Zeki'den sonra bilinen, Kasaba'nın diğer "Mazur"larından ve maskotlarındandı. Onlara maskara veya soytarı da denirdi bazıları tarafından. Doğuştan "Mazur" olan Ali ve Hüseyin'in anneleri de "Mazur" (Deli Fatma)du. Bizim nesil görmemişti ama Deli Fatma,  Baf'ın "Mazur hocasının (Lakabı Deli Hoca) ikinci karısı olurmuş. Deli Hoca'nın Birinci karısından olma Kamil ve Halil kardeşler çok kurnaz ve terendaz olmalarına rağmen, Ali'yle Hüseyin çok geri zekalıydılar. Kamil ve Halil terendazlıklarının ve kurnazlıklarının kurbanı olup, Teşkilat tarafından pusuya düşürülmüşlerdi (1950'li yılların sonları). Kurulan pusu sonucunda, Kamil vurulup öldürülürken, Halil de kaçarak kurtulmuştu. Biz Halil'le Kamil'in anılarını bir kenara bırakalım da bizim "Mazur" Ali'yle Hüseyin'in hikayesine dönelim:

Ali'nin, Baf halkı tarafından bilinen en meşhur sözü (Konuşmasını bilmezdi ya!) "Omiçay, omiçay!" olurken (genelde bu sözü sevindiği zaman ellerini oğuşturarak söylerdi), Hüseyin'in en meşhur sözü ise (Ali'yle Cuma günleri öğle saatlerinde, namaz sonrası cami önünde toplanarak), "Bugün Cuma, guğuşumu (kuruşumu) isterim"di. Ali'nin acayip hareketlerinin dışında, Hüseyin genelde tüm Baflıları tanırdı.

d2-078.jpg

Deli Ali'yle Hüseyin, pejmürde dolaşmayı sevmelerinin yanında, deli Zeki'ye inat, Baf'ta ölen kişilerin takım elbiselerini de giyerlerdi... Ali, daha ziyade çıplak ayakla gezer, bazen yolda yürüyen herkese sataşırdı; Bu yüzden Kasaba'ya gelen yabancılardan dayak da yerdi.

Kasaba'nın tam merkezi yerinde, park inşaatı için çalışmalar başlatıldığı dönemde, iki kahvehaneye nazır, yokuş aşağı inen yerde, kimin tarafından atılmışsa atılmış, bir traktör tekerleği yolun tam orta yerinde durmakta ve trafiği engellemekteydi. Paşa, arkasında iki muhafızı ile yürürken, gözüne bu traktör tekerleği ilişir. Tam yokuşun üzerinde de Deli Ali ile Deli Hüseyin güle oynaya karşıdan gelmekteydiler. Paşa'yı gördükleri andan itibaren esas duruşa geçerler. Deli Ali Paşa'yı görünce, eliyle aynen mücahitler gibi kepsiz başıyla selam verir. "Demir Adam":

-Kaldırın ulan bu tekerleği meydanın ortasından! diye emreder.

- Başüstüne komutanım!

Ali'yle Hüseyin'in aklı ne kadar keserdi ki… Hemen traktör tekerleğini kaldırarak yokuşaşağı cirlemeye ve neşe içinde bağırmaya başlarlar. Koskoca traktör tekerleği, yolun dik  olması sebebiyle bir hızlanır, bir hızlanır ki sormayın. Hatta yön de değiştirerek "İsbaho"nun kahvehanesi'ne yönelir. O anda, haftasonu tatilinin keyfini çıkarmakta olan kahvedekiler, kontroldan çıkan koskoca traktör tekerleğini görür görmez çil yavrusu gibi kaçarlarken, tekerlek kahvehanenin geniş kapısından içeriye girip "Brefa" ve "Isbasıra" oynanan masaları birbirine katıp büyük bir zarar verir.

Olayı izlemekte olan "Demir Adam", pür-sinir bir vaziyette, bizim delilerin yanına giderken, bu esnada Hüseyin de kendi alnına vurarak: "Tüh goca deli"!, diye bağırır. "Demir Adam" hiddetlenerek:

- Muhafızlar neredesiniz!

- Emret komutanım.

- Tutuklayın bu adamları!

- Kimleri komutanım?

- Şu iki adamı.

- Fakat... Komutanım.

- Ne var?

- Komutanım, onlar "Mazur" dur da...

Bu durum üzerine çaresiz kalan "Demir Adam", "cık, cık, cık" çekerek, hiddetle oradan uzaklaşır.

Mücahitler, bilinen ismi "Çamlıca", eski ismi "Vikla" olan tepede, sözde toplum çalışması için taş temizlerken, BM askerlerinin ortada görülmediği zamanlarda, elleriyle el bombası atar gibi taşları atmakta, böylelikle hem bölge temizlemekte hem de el bombası atma talimi yapmaktaydılar... Tam bu sırada, Baf Kasabası'nın bir başka "Mazur"u olan deli Avni de, yakın bir tepenin üzerine çıkmış mücahitleri seyretmektedir.

Avni, ihtiyar annesiyle birlikte, Sosyal Yardım Dairesi’nin verdiği az bir parayla geçimlerini sağlamaktaydılar. Avni, "Mazur" olmanın yanında, dilsiz ve sağırdır da aynı zamanda. Bunun yanında, evlerinin hemen bitişiğinde yaşayan ablası da Avniler'e yardımcı olup kendilerine katkıda bulunmaktadır.  Avni güçlü kuvvetli olduğu için, arada sırada Baf'ta ağır taşımacılık isteyen işleri de yapmaktaydı. Bu durumdan birkaç kuruş kazanan Avni, ihtiyar annesini sevindirmekteydi. Son zamanlarına kadar yalınayak dolaşan Avni, bir gün aniden birkaç ay ortadan kaybolmuş; tekrar ortaya çıktığı zaman ise, ayağında yeni ayakkabılarıyla eve gelmişti. Söylentiye göre, Mağusa Limanı'nda epeyce malı olan bir Rum işadamı, Avni'yi Liman'a götürmüş, orada onu haftalarca çalıştırmış, işi bittikten sonra da tekrar Kasaba'ya geri getirmişti. Günlerce ağlayıp üzüntü çeken annesi Avni'yi karşısında görünce sevinçlere boğulur.

Eve geri dönen Avni, ömründe ilk defa giymiş olduğu ayakkabılarıyla etrafta dolaşmaya başlar.

Annesi Fatma Hanım'ın tüm dertleri yok olup gitmişti bir anda. İşte şimdi Çamlıca'da (Vikla) mücahitleri hiç kımıldamaksızın seyredip, büyük bir kaya parçasının üzerinde bir heykel gibi hareketsiz duran adam o Avni'ydi. Mücahitleri denetlemeye gelen "Demir Adam", grup grup çalışmakta veya taş atmakta olan mücahitleri kontrol ediyordu ki, ansızın Avni'yi farkeder. Avni, en dorukta ve bir komutan edasıyla "Demir Adam"ı ve mücahitleri  izlemekteydi. Demir Adam, bu kişiyi kendi emrindeki mücahitlerden sanarak, seslenir:

- Hey! Ne bakıyorsun öyle, sen de buraya gelsene!

- Sana söylüyorum ulan, aşağıya inip buraya gelsene?

-........!

Avni Sancaktar'ın bu seslenmesine karşı, fiyakasını hiç bozmayıp, hafifçe sırıtmaya başlar.

- Hey! Sana sesleniyorum, öyle hıyar gibi durup sırıtacağına gelsene buraya!

"Demir Adam"ın öfkeli hareketlerinden mana çıkartan Avni bir anda sinirlenir. Beklenmeyen bir tepkiyle arkasını dönüp, tek ayağıyla at misali birkaç çifte atar ve var gücüyle "Vik! Vik! Vik!",.. diye ses çıkartır...

Tüm mücahitlerde o an büyük bir sessizlik hakim olur. Herkes Avni'nin bu reaksiyonundan ötürü adeta apışıp kalmıştır. Bir anda bütün mücahitler gür bir şekilde kahkaha atmaya başlarlar.

Tam o sırada "Demir Adam"ın tok ve öfkeli sesi kahkahaları bastırır:

- Muhafızlar, derhal yakalayın bu adamı!

- ........!

Muhafızlar bir anda hareketsiz kalırlar. Bu durumdan "Demir Adam" bir şeyler sezer.

-Yoksa!..

- Evet... komutanım.

- Bu da mı "Mazur"?

- "Mazur" komutanım.

"Mazurlar" nedeniyle başına gelmedik olay kalmayan "Demir Adam" öfkelenir:

- Ulan, hiç mi akıllı adam yok bu Kasaba'da. Kime baksam, nereye baksam "Mazur"!.. Ha, söyleyin bana! Hiç mi akıllı adam yok!...

 

Bu yazı toplam 2533 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar