1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. MEDYA ve KİŞİLİK HAKKI İHLALLERİ
MEDYA ve  KİŞİLİK HAKKI İHLALLERİ

MEDYA ve KİŞİLİK HAKKI İHLALLERİ

Can Azer: Demokratik, özgürlükçü ve insan haklarına dayalı sistemlerde medyalar, halkın olaylardan haberdar olmasını sağlayacak en önemli araçlardır.

A+A-

 

 

 

Can Azer[i]

[email protected]

 

 

Demokratik, özgürlükçü ve insan haklarına dayalı sistemlerde medyalar, halkın olaylardan haberdar olmasını sağlayacak en önemli araçlardır. Toplumsal alandaki anlayış ve değerlerin zamanla değişmesinin yanında medyanın kurumsallaşması ve medya sahiplerinin iş hayatının değişik alanlarında faaliyet göstermesi bir kısım tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bunların başında da medyanın kişilik haklarına gereken özeni gösterip göstermediği gelmektedir. Bu yazıda kısaca, kişilik hakları çerçevesinde medyanın olaylara ve konulara yaklaşımı irdelenecektir.

Kişilik hakkı kavramının gelişimi, insan haklarının gelişimine paralel bir seyir izlemiştir. 20. yüzyılın ilk yarısının sonlarında, totaliter rejimlerin bireyin karşısına devleti koymasının ardından ortaya çıkan sorunlar üzerine insan haklarına verilen önem artmıştır. Ancak, bu önemin ve bu yönde yapılan düzenlemelerin tek amacı, bireyi devlete karşı korumak değildir[ii]. Özellikle teknolojinin hızla gelişmesi, kişiliğin ve dolayısıyla kişilik haklarının kamu hukuku yanında özel hukukta da korunmasının gerekliliğini ortaya koymuştur[iii]. Bunun için de özellikle ceza kanunlarındaki düzenlemelerle korunan bireyin varlığının, özel hukukta da korunabilmesi için “kişilik hakkı” kavramı geliştirilmiştir.

“Kişilik hakkı”nı, kişinin, toplum içerisindeki saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini temin eden öğelerin tümü üzerindeki hakları olarak tanımlamak mümkündür[iv]. Bu açıdan, kişinin onur ve saygınlığını yitirmesine neden olacak tüm saldırıları, kişilik hakkına saldırı olarak kabul etmek gerekecektir. Kişiyi kişi yapan değerlere karşı yapılabilecek saldırıların tümünün, bu çerçeve içerisinde düşünülmesi gerekmektedir. Kişilik hakkı tek ve bütün bir çerçeve hak olup, kişiye ilişkin haklar, değerler ve varlıklar bu bütünü oluşturur.

Özel yaşam ve özel yaşamın gizliliği de, çerçeve hak olan kişilik haklarının içerisinde yer almaktadır[v]. Kişikendisini ilgilendiren bir olayın ya da bilginin başkası tarafından bilinmesini istemeyebilir. Bu nedenle, kişinin hayatının özelliğine ve gizliliğine müdahale, kural olarak hukuka aykırıdır. Özel yaşam, kişinin gizli tutmakta çıkarı bulunan hususlardır. Özel yaşamın gizliliğinin ihlali ise, kişinin belirtilen nitelikteki yaşamının gizlilik niteliğinin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.

Anayasa Mahkemesi de özel hayatın korunmasının her şeyden önce başkalarının gözleri önüne serilmemesi olduğunu, orada cereyan edenlerin yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini izin verdiği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkının, kişinin temel haklarından birisi olduğunu, insanın mutluluğu için büyük önemi olan özel hayata saygı gösterilmesi hakkının, onun kişiliği için temel bir hak olup, yeteri kadar korunmadığı takdirde kişilerin ve dolayısıyla toplumun kendini huzurlu hissedip güven içinde yaşamasının mümkün olmadığını belirtmektedir.

Kişinin özel yaşamı, kamuya açık alan, özel alan ve gizlilik alanı olmak üzere üç bölüme ayrılır. Bu üçlü ayrımda yer alan, özel ve gizli hayat, kişiliğin bir yansıması olarak kişilik hakkına dahildir ve bu sebeple korunmaya layık bir nitelik taşımaktadır. Özel yaşamın koruma alanları, koruma araçları ve ilkeleri, ayrıca sınırlama ve yaptırımlar, bu özgürlüğün çok yönlülüğünü ve karmaşıklığını gösteren öğelerdir.

Önemli olan özel yaşamın ve kapsamının ne olduğu, ikincisi de özel yaşam ile bilgi edinme hakkından hangisinin duruma göre “üstün değer” taşıdığının tespitidir. Yani, haber verme hakkının özel yaşamın gizliliği karşısında “üstün bir değer” taşıyıp taşımadığı burada üzerinde durulması gereken konuların başında gelmektedir. Genelde haber verme hakkı özelde de habercinin bilgiye ulaşma hakkı ile özel yaşamın gizliliği arasındaki çatışmanın kaynağı, bireylerin bilgi edinme hakkının mı (ya da kamuoyunu aydınlatma görevinin mi), yoksa özel yaşamın gizliliğinin mi hukuksal korunmaya değer olduğu sorusudur. Daha açık olması bakımından bu çatışma şu şekilde açıklanabilir: Kişinin özel yaşamına ilişkin bilgilerin, bilgi edinme hakkı aracılığıyla kamuoyuna servis edilmesi ve bu yolla bilgilerin kitle iletişim araçlarıyla kamuoyuna duyurulması, kişilik haklarına aykırı olacaktır. Buna karşılık, bilgi, kişinin özel yaşamını ilgilendirdiği için, bilgi talebi reddedilen kişinin, habere ulaşma hakkı engellenmiş olacaktır. Görüldüğü üzere, bu haklardan birinin kullanılması, diğerinin ihlal edilebilmesi gibi bir sonuç doğurabilecektir.

Netice itibarıyla hukuk düzeni bir taraftan bireyin maddi ve manevi kişisel değerlerini tanıyıp koruma altına alırken, diğer yandan da düşünce ve ifade özgürlüğü ve bunun uzantısı olan basın özgürlüğüne (Anayasa md. 24, 26) de yer vermektedir.

Bu bağlamda, basın özgürlüğü kamuoyunu aydınlatmanın ötesine geçer ve kullanılan araç da amaca uygun olmazsa, kişinin şeref ve haysiyetinin korunması değeri basın özgürlüğünden üstün tutulacaktır.

Haber verme hakkı basın özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Nitekim Anayasanın 26/2. maddesi  de “Devlet, basın, yayın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” demekle kişilerin haber alma ve haber verme hürriyetlerini korumuştur. Haber verme hakkı kullanılırken kişilerin bir takım bilgileri (görüntü, ses v.b) kamuoyuna sunulacağından habere konu olan kişilerin bir takım haklarının ihlal edilmesi olasılığı da mevcuttur. Bundan ötürü haber verme hakkını kullananların fiilleri kamu yararı gibi bir hukuka uygunluk sebebine dayandırılmaz ise, birtakım sorumluluklarının gündeme geleceği muhakkaktır. Ancak haber verme hakkının bir hukuka uygunluk sebebi olarak kullanılması pek tabi sınırsız bir hak değildir. Belirtmek gerekir ki, medya aracılığıyla yapılan kişilik hakkı ihlallerinde en sık rastlanılanı mahkeme kararından önce bir kişinin suçlu ilan edilmesidir. Yargılama sürecinde, ceza kesinleşinceye kadar suçsuzluk esastır. ‘Masumiyet karinesi’ denilen bu kural, genel bir hukuk kuralıdır. Mahkemeler dışında, hangi kurum olursa olsun bir başka kurum tarafından insanların suçlu -gibi- yansıtılması da ‘masumiyet karinesi’ ilkesine aykırıdır.Medya organlarının, adli haberleri veriş şekilleri bazı durumlarda masumiyet karinesine aykırılık teşkil edebilmektedir. ‘Adil yargılama’ yükümlülüğü, yargılamanın basın yargılamasına dönüşmesine engel olmak durumundadır. Aksi takdirde yargısız infaz yapılarak, suç şüphesi altında bulunan kişiler suçlu nitelendirilmektedir[vi]. Medyanınkamuoyunu ilgilendiren olay ve davalara ilgi göstermesi işin doğasında mündemiçtir. Ancak olaylar ve yargıya intikal etmiş davaların medyada veriliş biçimleri noktasında objektiflik kriterine uygun davranılmalıdır. Bu durumda kişilik hakkı üstün nitelikteki kamusal yararın önüne geçmiş olmaktadır. Özellikle gündemde yer almak adına mahkeme kararından önce hukuken yasak olmasına karşın konuyla ilgili yayınlar yapılmakta, insanların özel yaşamlarına haksız müdahaleler söz konusu olmaktadır. Böyle bir durumda hukuka uygunluk sebebinden bahsetmek söz konusu olamayacaktır.

Habere konu olan kişinin toplum içindeki statüsü de haber verme hakkının üstün değer olarak kişilik hakkı ihlallerinde hukuka uygunluk sebebi olması ile yakından ilişkilidir. Buradan hareketle kişileri statülerine göre, anonim kişiler ve kamuya mal olmuş kişiler şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Kamuya mal olmuş kişiler, içinde bulundukları statü ve konum gereği kamuoyunun dikkatini çeken kişilerdir. Bu bağlamda söz konusu kişiler statü ve konumları gereği daha şiddetli eleştirilere karşı açık ve hoşgörülü olmalıdırlar. Ancak bu kişilerin konu edildiği haberlerin, hukuka uygun kabul edilebilmesi için söz konusu haberlerin anılan kişilerin görev alanlarıyla doğrudan veya dolaylı olarak ilgisi olması gerektiği de gözden kaçırılmamalıdır.

Bunların yanı sıra servis edilen haberlerin gerçeğe uygun olması, haber niteliği taşıması gibi birçok etken yine medya ve kişilik hakları bağlamında önem taşıyan ve tartışılması gereken konuların başında gelmektedir. Ancak yukarıda belirtilen konuların hiçbiri basın özgürlüğünün kısıtlanması ya da işlevsiz hale gelmesi sonucunu doğurabilecek işlem ve eylemlerin gerekçesi olmamalıdır. Netice itibarıyla her iki özgürlüğünde diğer hak ve özgürlüklerde olduğu gibi korunmaya ve geliştirilmeye ihtiyacı vardır. 

 

 

     

 

 

 

 

 

 



[i] DAÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi.

[ii] Sibel, ÖZEL, Uluslararası Alanda Medya ve İnternette Kişilik Haklarının Korunması, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004, s. 26.

[iii] Erkan, KÜÇÜKGÜNGÖR, “Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşamın Medya Araçlarıyla İhlali Halinde Hükmedilen Manevi Tazminat Miktarlarının Değerlendirilmesi”, ABD, Y. 55, 1998/2, s. 67.

[iv] Gürsel, ÖNGÖREN, Televizyon ve Radyoda Kişilik Haklarına Saldırılara Karşı Hukuki Başvuru Yolları, Der Yayınları, İstanbul, 1996, s. 17; Erhan, GÜNAY, Yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı ve Basında Sorumluluk, Seçkin, Ankara, 1999, s. 22-23.

[v] Jonathan, COPER, “Özel ve Ailevi Yaşama Saygı”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İdari Yargı, Türkiye Barolar Birliği Sempozyum, Yayın no:97, Ankara, 2003, s. 118.

[vi] http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/belge/03_03_2010_medya_raporu.pdf.

Bu haber toplam 1802 defa okunmuştur