Mekanik değil organik, yerli ama evrensel, ekip ve birliktelik örneği, acıları ajite etmeyen, zamansız ve coğrafyasız bir “Sofra”
Yönetmen Uygar Erdim ile prömiyerini 14. ISFFC’da yapan ilk kurmaca kısa filmi “Sofra” üzerine sohbet ettik.
Murat OBENLER
Yönetmen Uygar Erdim ile prömiyerini 14. ISFFC’da yapan ilk kurmaca kısa filmi “Sofra” üzerine sohbet ettik. Keyifli sohbetimizde Erdim, belli bir yere ve zamana ait olmayan tam bir ekip işi olan filminin hazırlık aşamaları, çekim süreci ve seyirciyle buluşma hikayesini bizlerle paylaştı.
“Bana göre yazma eylemi iki türlü oluşuyor. İlk aklına yazarsın hikayeyi ve sonra oturup onu kâğıda yazarsın. Filmimizde herhangi bir zaman dilimi de kullanmıyoruz”
Film yaratım süreçlerinin en meşakkatli, zorlayıcı, zihinsel çalışma gerektiren ve yapıma ruhunu veren kısmının senaryo yazımı olduğunu düşünüyorum. Senin senaryo yaratım süreçlerin nasıl işliyor genelde ve bu filmin senaryosunu nasıl çalıştın? Fikirden kâğıda dökülmesi nasıl oldu? Değişikliğe uğradı mı?
Uygar Erdim: Filmin hikayesi kısa bir hikaye olarak aklıma gelmişti. Bana göre yazma eylemi iki türlü oluşuyor. İlk aklına yazarsın hikayeyi ve sonra oturup hikayeyi kâğıda yazarsın. Benim fikri kâğıda aktarma eylemim 2 yıl öncesine gider. Bu tür hikayeleri gerek gazetelerden, gerek toplumdaki konuşmalardan, gerekse günlük hayattan çok duyuyordum. Ben konuyu doğrudan 1963 veya 1974 diye de sınırlamak istemiyorum. Filmimizde herhangi bir zaman dilimi de kullanmıyoruz. İlk soyut fikirler aklıma geliyordu.
“Filmim kurmacadır ama gerçek hayatlardan da esinlenildi. İzleyici “Bu hikaye benim nenemin, teyzemin hikayesine benzer” diyebilir ”
Kıbrıslı yönetmenlerin bu adada çektikleri filmlerde senaryonun gerçek bir olaydan, yaşanmışlıktan alınma ve/veya esinlenmeler olduğunu sıklıkla görüyoruz. Senin bu etkileşimin ne kadardır?
Gerçek hayattan esinlenmeler, birçok kişinin hayatından, birçok olaydan esinlenmeler var ama ben tüm bunları kendi bakış açıma göre harmanlayıp kendi kurmaca hikayemi yarattım. Filmim kurmacadır ama gerçek hayatlardan da esinlenildi. İzleyici “Bu hikaye benim nenemin, teyzemin hikayesine benzer” diyebilir.
“Hikaye açılmaya çok müsaittir. Herhangi bir coğrafya ismi kullanmamaya dikkat ettik”
Bu hikaye bir belgesel de olabilirdi. Uzun metraj kurmaca bir film de olabilirdi ama sen kısayı tercih ettin.
Hikaye açılmaya çok müsaittir. Civar ülkelerde de buna benzer hikayeler vardır. Filmimizde herhangi bir coğrafya ismi kullanmamaya da dikkat ettik.
“Daha önceki filmlerimin tersine burada diyaloğa bağlı gündelik hikayelerden oluşan ve oyuncu performansına bakan bir hikayemiz olduğu için en çok bunda zorlandım”
Filme bakıldığında evrensel bir dilin varlığı da hissediliyor. Yani bu filmi Arjantin’de de Mısır’da da İsveç’de de Japonya’da da festivallerde izlediğinde oradaki seyirci kendi ülkesindeki bir sofra ile benzeşen özellikler bulabilir. Savaşlar, kayıplar, acılar, travmalar tüm dünyada hem ortak hem de her coğrafyanın kendine özgü acıları var.
Evet iyi bir gözlem yapmışsın. Böyle görülmesine de çok sevindim. Senaryonum ilk başka türlü yazılmıştı ama zamanla değişime uğradı. İlk gazeteci karakterini de Kıbrıslı Türk olarak düşünmüştüm. Eve gelip Türkçe bir röportaj olacaktı. Sonrasında sevgili dostum ve yapımcı Andreas ile konuyu paylaşınca “Hemen yapalım dedi”, fon için gerekli girişimleri yaptı ve başka işlerle uğraştığım bir dönemde beni projeyi yapmaya adeta itti. Ben Ürdün’e tatile gittiğim bir dönemde Andreas’tan yanıt geldi ve ben o yolculukta bu hikayeyi kâğıda dökmeye başladım. Ana hikayeyi 3-4 saatte bitirdim. Daha önceki filmlerimin tersine burada diyaloğa bağlı gündelik hikayelerden oluşan ve oyuncunun performansına bakan bir hikayemiz olduğu için en çok zorlandığım kısım budur diyebilirim.
“Sofra’da oyuncular arasındaki sözlü ve sözsüz iletişimin çok iyi olması, birbirlerine ısınmaları filmin başarısındaki en önemli faktörlerin başında gelir ”
Senin radyo tiyatrosundan diyalog deneyimin olduğunu biliyorum.
Evet hep görsellik yazmaya alışan birisi olarak orada görsel olmadan sadece ses/diyaloğa dayalı bir iş çıkardık. Çok zorlayıcı ama çok da keyifli bir işti. Radyo tiyatrosu yazmak benim için daha çok keyifliydi. Sinema için yazım süreçleri hep farklı olur çünkü yapım süreçlerinde senaryo değişime uğrar. Sofra’da ise oyuncu performansları belirleyici bir faktör olduğu için onların arasındaki sözlü ve sözsüz iletişimin çok iyi olması, birbirlerine ısınmaları bence filmin başarısındaki en önemli faktörlerin başında gelir.
“Güneş Kozal görüntüsü ve sesiyle karaktere çok iyi hayat verdi. Karakterlerin ruh hallerini çok iyi analiz etti. Erdoğan Kavaz bana çok doğru isimleri yönlendirdi. Çok iyi kaynaştık ve bence yakınlaşma filmin bel kemiğini oluşturdu ”
Sen her yönüyle çok iyi bir takım işi ortaya koyduk dedin. Senden başka sinema yapımları ortaya koyacaklar için bu takım meselesini biraz açmak isterim.
Sorfa’ya oturan insanlar farklı dilleri konuşuyorlar. Bu işin hem zor hem de güzel yanıdır. Özellikle ana kadın oyuncuyu kim oynayacak? Üzerine yoğunlaştık. Diğer oyuncularla kimyası tutacak mıydı? Ekip deyince önce oyuncu koçumuz Erdoğan Kavaz’ın adını anmak gerekir. Tabi daha hikaye bile daha ortada yokken ben radyo tiyatrosundan da bir tanışıklığım olan Güneş Kozal ile çalışmaya karar vermiştim. Güneş görüntüsüyle ve sesiyle karaktere çok iyi hayat verdi. Karakterlerin ruh hallerini çok iyi analiz etti. Erdoğan bana çok doğru isimleri yönlendirdi. En baştan beri yanımda olduğu için Güneş’e tekrardan teşekkürler. İki gün daha çekim süremizin olmasını çok isterdim. Ekiplerle (çoğunlukla yapımcım ile birlikte) hep ayrı ayrı toplantılar yaptım. Çok iyi kaynaştık ve bence yakınlaşma filmin bel kemiğini oluşturdu. Hikayede dramatik bir yan var ama bu insanı üzecek diye bir şey de yok. Biz filmde bunu yapmadık. Bir Kıbrıslı Rum gazetecinin (TV ekibi) ailesinde kayıpları olan ve travmatik deneyimleri olan bir Kıbrıslı Türk kadının evine giderek onunla yaptığı mülakatı (evde ekibi bekleyen sürprizler de var) bu filmde veriyoruz. Filmin hangi zamanı anlattığı, hangi coğrafyada geçtiğine dair bir ipucu yok. Türkçe, İngilizce ve Rumca konuşulan bir soframız var. Hislerin yürüttüğü diyalog dışı anlarda oyuncularımızın başarıları ortaya çıktı (Suzan karakterinin bakışları, sofraya hakimiyeti vs. ) Filmde hem çevirmen karakterini canlandıran (kendisi oyuncu değil) hem de bilfiil sette çevirmenlik yapan Düriye Gökçebağ arkadaşımız da ritmi sağlayan öğelerden birisi oldu. Sahneler arasında bir köprü vazifesi de gördü ve sahneleri kesmeden çektik. Muazzam bir katkı verdi. Ben buradan tüm ekibi sayarak onlara sizin vasıtanızla teşekkür etmek isterim. Sinematografi: Andreas Kopriva Lernis, montaj: Chrisanthi Demetriou, sanat yönetimi: Constantina Andreou , kostüm tasarımı: Caterina Ttakka, müzik: Constantinos Evangelides, ses tasarımı: Elias EPT, oyuncular: Güneş Kozal, Nectarios Theodorou, Dimitris Antoniou, Gülsefa Dede, yapımcılar: Andreas Kyriacou ve ben , Yapım Şirketi: Splash Screen Entertainment
K/T ile K/R’ın birlikte çalıştığı ve çekim sürecinin de büyük bir kaynaşma içinde geçtiği bir yapım oldu. Dil bariyerini de birlikte aştık. “Sofra” bir birliktelik örneğidir”
Bütçe meselesini nasıl çözdünüz? Genelde hep cepten giden yapımlar oluyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti Kültür Bakan Yardımcılığı’ndan aldığımız fonla bu filmi çektik (Beklediğimiz fonun 1/3’ünü karşıladılar). Yapımdaki çekim sürelerini kısalarak ve çekim maliyetlerini kısarak bu filmi çektik. Kendilerine bu destek için çok teşekkür ederim. Çıkan sonuçtan bağımsız olarak Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar’ın birlikte çalıştığı ve çekim sürecinin de büyük bir kaynaşma içinde geçtiği bir yapım oldu. Dil bariyerini de birlikte aştık. Herkes birbirine çok saygılıydı. “Sofra” bir birliktelik örneğidir. Benim için de en büyük mücadele filmi, yapımcının belirlediği zaman dilimlerinde bitirmek idi. 2024 Ocak ayında iki gün sabah akşam çalışarak çekimi bitirdik.
“Çok katmanlı bir yapısı olan ama mekanik değil organik bir film yarattık. Ben bu filmde de olduğu gibi her işimde konuyla ilgili gizemi korumak isterim”
Kafandaki filmi çekebildin mi yani sonuç olarak baktığımızda?
Evet tüm zorluklarına ve zaman darlığına rağmen çektiğimi söyleyebilirim. İki günde bu filmi çektik. Özellikle Güneş ile uzun zamana yayılan provaların bize verdiği enerji ile bu filmi sonuna kadar götürebildik. Çok katmanlı bir yapısı olan ama mekanik değil organik bir film yarattık. Arkadaşlarımız doğal olarak filmi konusunu soruyorlar ve ben konuyu anlatmakta zorlanıyorum çünkü anlatsam her şey ortaya çıkacak. Ben o kısmın gizemli kalmasını istiyorum. Aslında ben her işimde o gizemi korumak isterim ve öyle de yaptım şimdiye kadar. Filmde bir bisiklet detayı var. Ben Hansel ve Gretel masalındaki gibi seyirciye ekmek kırıntıları bırakıyorum ve artık her şey onların görme becerisine kalıyor.
“Acıların vatanı olmaz” ve biz çekilen acıların üstünden bir film yapmadık”
“Acıların vatanı, dili olmaz” diye çok güzel bir söz vardır.
Bu filmde ortak acılar da dahil pek çok ortak şey vardır. Aynı dili konuşsanız bile acılar karşısında o dil de anlamsız kalıyor. “Acıların vatanı olmaz” ve biz çekilen acıların üstünden bir film yapmadık. Biz minimal bir film yapmaya çalıştık ve içinde soyut yerleştirdiğimiz metaforik öğeler bulunuyor.
“Aynı toplumun parçaları olduğumuza inandığım için filme iki-toplumlu da demek istemiyorum”
Ben filmde psikolojik ve toplumsal analizlere açık birçok öğe görüyüm. Kayıp şahıslar meselesi, savaş kurbanları, kuşaklararası travmalar ve yaşama yansıması, iki toplumun birbirini anlama çabası vb.
Filmde karakterlerin bazılarını değiştirerek Kıbrıslı Rum yaparsak nasıl olur dedik ve gazeteci ile kameramanı Kıbrıslı Rum yaparak bunu denedik. Bence çok da iyi oturdu. Aynı toplumun parçaları olduğumuza inandığım için filme iki-toplumlu da demek istemiyorum. Kıbrıs kültürüne ait yemek kültürü üzerine odaklanmış bir film çekmedik ama bu ortak yemek örneklerini de görüyoruz.
Birbirini tanımayan iki kişinin filmin akışı içinde hikayenin ve hikaye anlatıcısının da etkisi ile birbirini tanımaya başlaması ile filmin gerçekten iklimi değişiyor ve çatışmalarla dolu bir röportaj diyaloğundan sanki de 40 yıllık arkadaş/komşu muhabbetine geçiliyor. Bu bize iletişim kurmanın, derdini anlatmanın, saygı göstererek karşı tarafı dinlemenin ve anlamaya çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir yol haritası sunuyor. Kıbrıs sorununda tam da ihtiyaç duyulan şeyler bunlar.
Yunanca, İngilizce ve Türkçe’ye hakim olan Düriye’nin sette olması bu senin de fark ettiğin algının oluşmasına büyük katkıda bulundu. Siz diye başlayan bir film sen diye bitiyor.
“Kesinlikle şeftali kebabından başka bir yemek kullanmak istedim. Dolmalar filmde önemli bir yere sahip”
Dolmalar da gerçekten Sofra’nın kraliçesi oluyor. Bu dolmalar adeta klasik bir dolmadan fazlası oluyor filmde.
Kesinlikle şeftali kebabından başka bir yemek kullanmak istedim. Adanın kuzeyinde enginar dolmasını yaprakları ile birlikte yaparken güneyinde yaprakları kesip gövdesini doldururlar. Ben bunun böyle olduğunu bilmiyordum. Sanat yönetmeni Constantina Andreou gövdesi doldurulmuş dolmaları getirince şaşırmıştım ama filmde onları kullandık. Constantia yardımcısı ile birlikte hızlıca kalan enginarları haşlayıp getirdiler ama ben bunu senaryo ile çözmeyi tercih ettim. Bu çabaları takdire değerdi. Dolmalar filmde önemli bir yere sahip. Ben hemen senaryoya bir replik ekleyerek durumu anlaşılır hale getirdim.
“Çekimleri Lefkoşa’nın güneyinde yaptık ama filmde bir yer de belirtmedik. Dünyanın herhangi bir yeri olabilir”
Çekimleri Lefkoşa Surlariçi’nde yaptığınızı anlıyoruz. Bu herhalde zaman konusundaki algıyı desteklemek için diye düşündüm.
Çekimleri Lefkoşa’nın güneyinde yaptık. Arabahmet mahallesine çok benzeyen sokaklardan birinde çektik ama filmde bir yer de belirtmedik. Dünyanın herhangi bir yeri olabilir.
“Konusu savaştan başka şeyler de olan filmler yapmak isterim. Bize yeni hikayeler lazım. Yeni zamanın absürdlüğü çok iyi hikayeler çıkmasına zemin olabilir”
Netflix’te bu yaz çok güzel bir Kıbrıs aşk hikayesi izledik. Senin de buna benzer hikayelerin var mı kafanda?
Evet. Netflix’te yayınlanan Stelana Kliris’in romantik komedi filmi “Find Me Falling” çok iyi bir örnek. Ben de çekilen filmlere baktığımda bu ülkede savaştan başka konular yok mu? diye düşünüyorum. Ben özellikle 1963 veya 1974’e atıf olan hiçbir şey kullanmamaya dikkat ettim. Konusu savaştan başka şeyler de olan filmler yapmak isterim. Bize yeni hikayeler lazım. Bir sonraki projemi daha yeni zaman hikayesi olarak çekmek isterim. Yeni zamanın absürdlüğü çok iyi hikayeler çıkmasına zemin olabilir.
“İlk kez kendi filmimi büyük ekranda gördüm ve bu benim için gerçek ödüldür”
“Sofra” prömiyerini Uluslararası Kıbrıs Kısa Film Festivali’nde yaptı. Ekip olarak prömiyere katıldınız. Nasıl geçti festival sizin için?
Filmin prömiyeri 14. ISFFC’da yapıldı. Bizi Limasol’a kadar gelerek yalnız bırakmayan dostlarımıza teşekkür ederim. Organizasyonu düzenleyen herkese teşekkür ederim. İlk kez kendi filmimi büyük ekranda gördüm ve bu benim için gerçek ödüldür. Bu filmi yapmış olmak ve seyirciyle buluştuğunu da görmek çok güzel duyguları yaşamamı sağladı. Yaratmanın verdiği mutluluğu yaşadım. Öyle olmasaydı bu kadar zorluğa rağmen neden bu işlere devam ettiğimize dair akıl sağlığımızdan şüphe ederdik.
Sofra’nın yolculuğu Kıbrıs’ta başladı ve başka ülkelerle devam edeceğiz. Bu yolculuğun sonunda çok da fazla zaman geçmeden Lefkoşa’da da sinemada filmimizi göstermeyi düşünüyoruz.