Eralp Adanır

Eralp Adanır

MEKTUP 32

A+A-

 

Bir halsizlik çöküşüyle adeta koltuğuma yığıldım.
Dün akşamdan kalan kahve bardağım, daha bir koyu olmuş, kitap arasındaki ayracım ha düştü ha düşecek.
Bıkkınlık sendromundayım yine.
Sokağa çıkmak, evde oturmak istemiyorken insan ne yapabilir ki?
Başka ne seçeneği olabilir?
Findancaki kahvenin karalığına takılıyor gözüm.
Sanki içimi yansıtıyor; fal için devirmeksizin.
Pencereden dışarıyı seyre dururken, aklım dün gecede.
Neydi beni bu hale getiren?
Film şeridi gibi geçerken dün akşamın her saati, suçluyu bulmuş gibi bir an ürperdim.
Doğru ya; mektubunu okuyordum, yarım keserek bakışlarımı karanlığı aydınlatan sokak ışığının soluk sarısına dikmiştim.
Büyük bir ihtimalle koltukta uyuya kalmış, sonra kalkıp yatmışım.
Peki mektup nerede?
Biraz kendimi toparlayıp oturduğum yerden kalktım, sağıma soluma baktım yok.
Kalkmışken yüzümü yıkayıp kahve yapmak iyi gelir diye düşündüm.
Tüm bunları bitirip, kahvemden dumanlar tüterken yine cam kenarı koltuğumun yolunu tuttum.
Yaklaşırken fark ettim ki, mektup yerde, koltuğun altında.
Alıp kaldığım yeri bularak okumaya başladım... 
     “Hani insan yanlış yapar; bazen karşındaki kişi sana yanlışını söyler, bazen de birinin söylemesine gerek kalmadan kendin anlarsın yanlışını ya; işte bu ikinci seçenek; kendi utancının farkına varmada ve vicdanınla hesaplaşmanın en kötü yollarından biridir.
“söylemek istemeden” söylediklerin olur bazen ve düşünürsün; söylemek istemedin mi gerçekten yoksa aklının, bilinçaltının bir köşesinde var mıydı bu söylemek istemediklerin? İnsan bazı durumlarda bilinçaltına kızar, yakıştırmaz bilinçaaltı ile bilinçüstü düşüncelerini. Keşke bilinçaltımda bunlar olmasa der, kendini yersin.
Öyle söylenmemesine inandığın ama söylediğin bir laf olur ki; hayır, kesinlikle ben bu sözcükleri sarf edecek insan değilim diye düşünürsün.
Peki nerden çıktı bu sözcükler?
Gerçekten bilinçaltımızda bunları düşündük mü yoksa kelimelerin, sözcüklerin, kızgınlığın ve hiddetin bir kelime savrukluğumuydu?
Savruk olmalarını dilediğimiz çok kelimelerimiz olmuştur.
Geriye nasıl dönülür bu kelimelerden, savrukluğuna inanarak özür dilemekle mi?
Yoksa yok sayarak zamana havale ederek mi?”

Bu yazı toplam 2003 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar