MEKTUP 43
Mektubuna bazı zamanlar yaptığın gibi bu kez de bir alıntıyla başlıyordun.
Doğrusunu söylemek gerekirse; bu “alıntılarını” çok beğeniyorum.
Sanki kendi kendine sordurttuğun alıntılardı bunlar.
Zihnini, düşüncelerini, yüreğini, ruhunu açan alıntılar... hani sen bu alıntılar üstüne kendi düşüncelerini aktarmadan ve ben bunları okumadan önce, kendimce düşüncelere, kafamda oluşan alıntı sorularının peşine düşmüyorum desem seni kandırmış olurum.
Bazan bunu öylesine abartırım ki; camkenarı sehbamda duran kahvemi yudumlamayı bile unutur, boş gözlerle sokaktan geçenleri izler bulurum kendimi.
Gözlerim sokakta, aklım başka yerlerde.
Bir kapı açılır gibidir alıntıların.
Öylesine kanat takar ki insana, uçmasını bilen gökyüzünü paylaşır, tüm sorunların ve soruların üzerinde bir uçuş gerçekleştirir; uçmasını bilmeyenler ise, “alıntıdan” bir haber yaşayanlar için sadece okunup geçilen sözcüklerden, cümlelerden hiç bir farkın olmaksızlığında yok edilir gider alıntılanacak şeyler.
Bu yüzden “alıntılarını” sevdiğimi, beni büyüttüğünü ve içimdeki yolculuğu gerçekleştirdiğini kendi kendime belirtmek isterim her zaman.
Bu düşüncelerimi sen bilemeyeceğinden dolayı, komik olsa da kendimle konuşur kendime onaylatıyorum işte...
“Yunus Emre’nin hocası Taptuk Emre şöyle demiş Yunus Emre’ye:
‘Bir Aynada Bir Yansıma Olur, İki Yansıma Olmaz...’
Yaşadığımız şu düzende insanların artık aynaya bile bakmadıklarını, aynayla yüzleşmekten kaçındıklarını bir bilseydi Taptuk Emre; tüm dergâhını ve tasavvufi düşüncelerini bir kez daha gözden geçirirdi kuşkusuz.
Değiştirmek için değil, nerde yanlış yaptığını veya insanların nerede yanlış yaptıklarının peşine düşmek isteyişinden olurdu.
“ikiyüzlülük” de aynı şey değil midir?
Aynada iki yansıma olamayacağına göre insanda da iki yüz olmamalıydı.
Bugün böyle yarın öyle, önünde başka ardında başka, sözünde başka uygulamasında başka, akılda başka dilde başka... öylesine dolu ki çevremiz yüzlerini ikiye hatta daha fazlaya çıkaranlarca.
Kimse kendi gerçeğiyle yüzleşmek istemez, olmak istediğine inanır, hedef koyduğu dünyevi hırslarına ulaşmak için kendinden geçer, bir başka maskeyle bir başka hayatı yaşamaya çalışır.
Gün gelir öylesine kaptırır ki kendini iki yüzlü yaşama, hangisinin kendi gerçek yüzü olduğunu unutur, ölüm ile yaşam arasında, Araf’ta kalmanın hiçliğinde yok olup gider.
Aynaya dönüp bir daha bakamaz olur.
Kendi suretinden nefret edecek duruma geldiğini farketmenin acısını bir yana atsa da, son nefeste yüzleşmektir kendinle yaşamın son hali.
Hangi yüzü takınayım diye düşünmeksizin son bir şansı veren Rab; kendini bilerek gitmeni ister her daim yarattığından.
Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi; ‘İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır...’ istersen tüm evinin duvarlarını, iş yerini ve koltuğunun altını diplomalarla doldur... Kendini bilmedikten sonra, nicedir işin insan olmadıkça...”