Eralp Adanır

Eralp Adanır

MEKTUP 47

A+A-

“Şöyle diyordu filmde: ‘Çok özür dileme, bu sefer diğer özürlere yer kalmaz...’

Özür’ün gönlümüzde çok yer tuttuğu bir gerçek. Neden ve nasıl dilendiği için apayrı bir kütüphane oluşmakta belleğimizde, yüreğimizde. Kimi affedilmeyi bekler kimisi yapılanın unutulmasını, yokmuş gibi davranılmasını. Ama özür hep orada kalmayı sürdürür, nasılını nedenini unutacağı zamana kadar...”

Belli ki “özür “üzerine takılmışsın bu kez mektubunda. Yaşadığımız bu toplumun git gide unuttuğu erdemlerden biri gibi geliyor bana artık; özür dilemek.
Bazan o kadar sıklaşıyor ki özürler, mitinglerde “safları sıklaştırın” çağrısına uyar olmuşlar gibi peşisıra, omuz omuza, kol kola yol alıyorlar karşında. Ve o kadar aynılaşıyorlar ki, bir birinden farksız gibi görünen inasanlar gibi oluyor özür’ün ard arda gelmesi...

“Önceleri çok tanıdık olmasına karşın pek de saklı kutusundan çıkarmıyorduk onu. Pamuklar arasında tutup, gerektiğinde bir kez kutusundan alıp karşımızdakinin yüzüne tutar, sonra aynı hassasiyetle, bir diğer gösterime kadar pamuklu kutusuna onu koyuveriyorduk. Bir sonraki gösteriye kadar... hiç böyle bir gösteri daha olsun istemez yüreğimiz ama yaşam döndükçe, biz dönenle döndükçe bu kutu her zaman açılmaya mahkûm gibi gözümüzün önünde yer almayı sürdürür. Ve bir de değeri anlaşılsa ya! Sıradanlığa hapsedilmese, kabul görse... daha bir görevini yerine getirmenin gururunu taşıyacak, pamuklu kutusuna dönmeden önce...”

Gündelik koşuşturmalar içerisinde kendi değerlerimiz, ruhlarımız da savrukluğunda kendine uzaklaşıyorlar işte.
Her mektubunda beni bir kez daha gerçeğe, göz ardı ettiklerimize ve unuttuklarımıza/unutturulanlara yüzümü döndürüyorsun ya...
Yüzüne söyleyemesem de yüreğimden teşekkürü, gökyüzüne savuruyorum.
Hani belki bunu hissedersin diye.
Daire’me o kadar hızlı girip mektubunu açıp okumaya başlamşım ki, kendime bir kahve yapmayı bile unutmuşum.
Nasıl bir bağımlılık benimkisi, bazan kendime de şaşıyorum.
Nerdesin, kimsin, nasıl birisin, kız mısın erkek misin, niye bana sürekli yazıyor ve sana cevap vermem için adres bile vermiyorsun...
Neden ben?
Mektup üzerindeki pula, mühre bakıp izini bulmaya çalışsam da, benden daha akıllı olduğun  bir gerçek.
Her mektubun farklı farklı postahanelerden gönderilmekte.
Tüm bunlara rağmen yine de mektuplarına beni bağımlı kıldın, yırtıp atamıyorum işte.
Sanki beni bana anlatır, yol gösterir gibisin.
Bazan günler haftalar geçiyor mektubun gelmiyor.
Tamam bu kadar dediğim anda kapı altında mektubun yine karşımda.
Sanki benim göremediğim ama senin beni gördüğünü hissediyorum bazan.
Penceremden sokağa baktığımda gözüme çarpan çöpçü müsün, yoksa köşedeki çörekçi mi? Bilemiyorum...

Bu yazı toplam 1653 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar