MEKTUP 49
Varlık içerisinde yokluk, çoğunluk içerisinde yalnızlık’ı yaşamanın farkına varılmasıyla başlar iç yolculuk. Her renk; kendi oluşumunda bir başkasından yararlansa bile, siyah siyah’tır, beyaz beyaz’dır. Katıksız karışıksız kendine özgü, kendince var olan. Ya insanoğlu ne kadar katıskız ve karışıksızdır acaba?
Mektubun bu kez bu soruyla başlıyor: “ne kadar katıksız-karışıksızız?”
“Katık; hep bir diğeri için var olmuştur. Ekmek olarak kullanılsa da yaşamımızda bu kelime, aslında bir diğerinin yolculuğunun yoldaşlığıdır. Hellim’in, yemeğin, soğan’ın yoldaşlığıdır katık. Tek başına var edebiliyor insan yaşamını, yanında birşey olmaksızın. Ama diğerlerinin illâ ki ona ihtiyacı var.
İnsan ne kadar katıksızdır ki? Etrafında birisi, birileri olmadan ne kadar tek başına yaşam sürdürebilir? Ailenin varlığının desteği, sevgilinin, eşinin, dostunun var olması, onu ayakta tutan katıklar değil mi? Ama yalnızlık; katıkların en az olduğu durumdur. Bazan hiçbirinin yüzüne bile bakmadan kendi katığını kendi ruhundan hazırladığın bir yalnızlık yaşatabilir insan. Hani giydiğin pantolonun küçük cebi gibi. Sadece senin parmağının girebileceği ve senin bileceğin bir yalnızlık cepciği...”
Başka mektuplarında da az da olsa şu küçük cep tanımlamana rastladım mı bilmiyorum. Rastlamışım gibi gelmesine rağmen, bunu her kullanışında bana daha farklı, yeni birşeymiş hissiyle geliyor doğrusu. Kullanıldığı ya da örnek olarak sunduğun konuların farklılıklarından dolayı olsa gerek. Ama ne kadar anlamlı ve doğru. Tıpkı yaşamımız içerisinde çoklukların etrafımızda yer alışlarından kendini koparmış bir “saklı ben” gibi...
“Yaşamın devinimi içerisindeki kaybedişler, aslında yeni kazanımlardır.
En sevdiklerinizi kaybederken, yaşamın ne kadar basit bir şekilde son bulabileceğinin bilgisini de kazanmış oluyor insan. Tüm varlığını kaybederken, kendinin böylesi bir zor durumda neler yapabileceğinin ayrımına, bu ayrımla da kazanıma kavuşmuş olunabiliyor. Kendi yapabileceklerin ve direncin hakkındaki farkındalık gibi. Çünkü yaşanılan her şey aslında bir öğretidir. Ve en önemli öğretiler, en acılardan oluyor maalesef. Direnç gösterdikçe iraden güçlenmekte, iraden güçlendikçe daha emin kararlar alman da gelişmektedir.
Acılar her daim yaşama daha farklı bakıp daha farklı algı yaratman için aslında en önemli kapılardır. Bunları sadece açmak yeterli değil, açıp içerisinden geçmek ve anlamakla ancak bu kazanımı elde edebilirsin...”
İyi güzel de, acılardan insan mutluluk, başarı, güç nasıl kazanabilir ki?
Hani hep denilir ya; “inasınız işte...” bilmiyorum belki de bu sözcük bir kaçamak, bir sığınak gibidir yüreğimizde. Hüznü sevmek, kendimizi acımak, belki komik olacak ama; “arabesk takılmak” gibi birşey.
Evet en kolay kaçıştır marazi haller.
Dedim ya; insanız. Elbette yüreğimiz acıyacak, gözümüzden patlayıncaya kadar yaş akacak, nutkumuz tutulacak, boğazımız düğümlenecek ve derinden derinden ah’lar çekeceğiz acılı anlar karşısında. Ama nereye kadar?
İşte önemli olan bu soru.
Ve sanırım özellikle her acıya bir nokta koymayı becerdiğimiz sürece, acı’yı da tecrübeye ve öğrenime döndürme şansı olabilir insanın.