Mental Köleliğe Direnme Aracı Olarak Skeptisizm
Mental Köleliğe Direnme Aracı Olarak Skeptisizm
Pervin Yiğit
[email protected]
Skeptisizm; gerçeğin yolunda atılan ilk adımdır. (i)
Bir insan neden bir partiye, akıma, görüşe kayıtsız şartsız inanır? Böylesine bir durum bizim cesaretsizliğimizden dolayı, zaten biliyor olduğumuzu düşündüklerimize bağlanmamızla mı ilgilidir? Şüphecilik, bu noktada bize nasıl fayda sağlayabilir?
Skeptiğin kelime anlamı; şüphe eden, durumu değerlendiren ve üzerinde düşünen demek olmakla beraber, skeptik, aslında, bulduğunu sananın ve hatta bunu iddia edenin aksine, kuşkulanan ve araştırandır dersek daha doğru bir tanım yapmış oluruz. (ii)
Felsefe tarihine baktığımızda, skeptisizmin bilgi edinme yolunda önemli bir yöntem olduğu görülür. Her ne kadar popüler kültürde şüphecilik amaçsız bir çaba, hatta gereksiz bir muhalefet olarak değerlendirilse de, bizi pratik olarak sonuca götürdüğü inkar edilemez bir gerçektir. Şüphecilikte tüm bilgilere önce kuşku ile yaklaşılır ve daha da ileri gidilerek aklın hakikate varamayacağı düşünülür; fakat felsefe ve bilim tarihi açısıdan, tüm gelişmeler şüphecilikten doğduğu için skeptisizm hiçbir koşulda değerini kaybetmez.
Ortaçağ’ın katı kilise baskısı altında, deney ve gözlem yapmak kadar herhangi bir konuda akıl yürütmek de cezalandırılması gereken bir eylem idi. Modern döneme geçildiğinde ise, Descartes ile beraber gelişimin üzerindeki bu kara toprak yavaş yavaş kalkmaya başlamış ve insanlar yeniden bilmeye ve öğrenmeye motive olmuşlardır. Eleştirel felsefenin öncüsü olan ve her fırsatta dogmatizmi eleştiren Kant’ın aydınlanmanın ne olduğunu açıkladığı yazısında Horace’dan aldığı “sapure aude”ye vurgu yaparak kendi aklımızı kullanma cesaretimizin olması gerektiğini söylemesinin altında Descartes’ın felsefesindeki şüpheciliğinin cüreti fark edilir. (iii)
Descartes’ın eksik ve yanlış kullanımdan dolayı anlamını yitirmeye yüz tutmuş ve artık bir klişe olmuş “düşünüyorum, öyleyse varım” cümlesi, Ortaçağ’ın dogmatik havasını dağıttığı ve bireyi tekrardan özgürleştirdiği için düşünürlere göre kutsaldır. Descartes, şüphe etmeye, bize en kesin ve doğru görünen bilgilerden başlamıştır. Suyun içerisinde kırılmış olarak gördüğümüz düz bir çubuk veya ileride birleşmiş olarak gördüğümüz tren rayları; algıların neden güvenilir sonuçlar vermediğini ve bu yüzden şüphe edilebilir olmalarını açıklayan güzel örneklerdir. Descartes, dindar olmasına rağmen, Tanrı’nın kötü ve bizi aldatan bir şeytan olabileceği ihtimalinin olduğunu söyleyerek zihnimizdeki Tanrı fikrinden de kuşku duyar. Sonrasında ise bize gerçek görünen rüyalarımızı sebep olarak göstererek yaşadığımız andan bile şüphelenir. Descartes’e göre şu yaşıyor olduğumuz an bir rüyadan ibaret olabilir ve biz bunun rüya olduğunu uyanana kadar anlayamayız.(iv) Tüm bunları yaparken Descartes, aslında, şüpheciliği bir yöntem olarak kullanarak şüphe edilemez gerçekliklere ulaşmaya çalışır. Descartes, birçok yanlış bilgiyi doğru olarak kabul ettiği zamanların olduğunu, sonradan baktığında ise bunların şüphe ile dolu olduklarını, bu yüzden de kesin ve açık gibi görünen fikirlerden kurtulup sağlam bir temel bulacağını ve tüm fikirlerini bu temelin üzerine inşa edeceğini söyleyerek, sonunda “düşünüyorum, öyleyse varım”a ulaşır.
Kısacası, şüphe, Descartes’ın felsefesinde bir temel bulma çabasıdır ve bu eğilim Descartes’ı şüphe edebiliyor olduğundan dolayı var olduğu sonucuna götürür. “Var olmadığı zaman şüphe edemeyeceği” Descartes için doğruluğundan emin olduğu tek gerçeklik olarak karşımıza çıkar ve Descartes’ın bilgi edinme yolunda dayandığı temeli oluşturur. (v)
Görüldüğü üzere, şüpheciliğe sığınarak aslında bu dünyada hiçbir şey bilinemez sonucuna ulaşmak yerine bunu kullanarak kesin bilgiye ulaşma amaçlanabilir. Tabii bu noktada, şüphecilik ve şüpheci tavır arasında bize sağladıkları yarar açısından fark olduğu için bir ayrım yapmamız gerekir. Şüphecilik, “felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıradışı bir akımdır”. (vi) Şüpheci tavrın ise farklı bir değeri vardır; şüpheci tavra sahip herkes, tüm bilgiden şüphe etmez, kendini skeptik olarak görmez. Sosyalist olmayan bir kişinin sosyalizmin bazı fikirlerini benimsemesi ne kadar doğalsa, skeptik olmayan bir kişinin belli başlı konularda şüpheci davranabilmesi de mümkündür. Şüpheci bir tavra sahip olup, ondan beslenmek için Descartes gibi tüm benliğimizden, fikirlerimizden ve inandıklarımızdan şüphe etmemiz gerekmez. Şüpheci tavrı, bize fayda sağlayan ve bizi belirli bir hedefe yönlendiren bir yaklaşım olarak görmemiz yeterlidir. Peki, şüpheci tavrın pratik olarak bize ne faydası vardır?
Skeptisizm ve dogmatizm birbirlerine tamamen karşıt olduklarından dolayı, şüpheci davranmak bizi dogmatizmden uzaklaştırır. Dogma, en basit anlamda bir görüşün sorgulanmadan gerçek kabul edilmesidir. Dogmatik, doğru olarak kabul ettiklerine kayıtsız şartsız inanır, eleştirilere açık olmamanın dışında farklı görüşlere ve inançlara da saygı göstermez. Tam karşısında duran şüpheci tavır ise, bize sorgulama yeteneği kazandırır ve eleştirel düşünme yetimizi artırır. Felsefenin hiçbir zaman dogmatizme yer vermemesi tam da bu noktada felsefenin özgünlüğünü gösterir. Felsefe ışığında inandığınız her şeyden şüphe edebilir, yarın başka bir görüş benimseyebilir, düşünme yetinizin sınırlarını her an genişletebilirsiniz. Dini söylemlere; cennet, kader, günah kavramlarına körü körüne inanmak ile herhangi bir görüşe sorgusuz sualsiz bağlanmak arasında pek bir fark yoktur. Her iki durumda da kendinize sınırlar çizer, asla değiştiremeyeceğiniz fikirlerinizin kölesi olursunuz. Sizi bu çıkmazdan kurtarabilecek tek şey ise felsefedir.
Burada şüpheciliğin değerini gösterirken, Kopernik gibi evrenin merkezinde güneşin/dünyanın olduğundan şüphe etmekten ya da sabah uyandığınızda acaba var mıyım yok muyum, rüyada mıyım diye kuşkuya düşmekten bahsetmiyoruz. Bilim tarihindeki gelişmelerin, kişilerin dogmalardan kurtularak düşünebilme yetilerinden dolayı gerçekleştiğini bilerek, bugün aynı şüpheci tavrı inançlarımız ve ideolojilerimize gösterebiliriz. Şüpheci bir tavır takınmak, bugüne kadar belki çevrenizin etkisiyle, belki sorgulamadan benimsediğiniz partinize eleştirel yaklaşmanızı sağlayabilir. Bu eleştirel düşünce, partinizin değişen ideolojisine sizi körü körüne bağlamak yerine, partinizle ayrılmaya başladığınız noktalarda farklı bir görüş benimsemenize yardımcı olur ve ölene kadar dogmatik bir tavırla partinize bağlı kalmanızı engeller. Bazen biz, bazen de karşımızdaki kişi ya da kurum farklılaştığı için bu değişimlere ayak uydurmamız gerekir. Gençlik yıllarınızda benimsediğiniz ideolojiye, değişen bakış açınızdan veya hayat koşullarından dolayı inancınızı kaybedebilir, ya da on yıl önce desteklediğiniz partinin başka bir partiye dönüştüğünü tecrübeleyerek sizinle artık aynı çizgide olmadığını düşünebilirsiniz. Bu noktada yapmanız gereken; dogmatik tavrı bir yana bırakıp, eleştirel bir bakış açısıyla değişmek, değiştirmektir.
“Dogmanın Ölümü Ahlakın Doğumudur”(vii)
Takındığımız entelektüel tavır dünyaya farklı noktalardan bakmamızı, aynı olayı her seferinde farklı gözlerle değerlendirmemizi, hatta görünenin altında yatanın aslında ne olduğunu tahmin etmemizi sağlar. İyi bir akademisyen ya da siyasetçi olarak görünen, sağcı veya solcu olamayan müstakbel parti liderinin, uzun vadedeki amacının ne olduğunu anlamak ya da sol görüşü benimseyen bir partinin yürüttüğü politikalar ile aslında her gün soldan uzaklaştığını farketmek için insan üstü yeteneklerimizin olması gerekmez. İhtiyacımız olan, fanatik bir partizanlık ile her eylemi meşrulaştırmak yerine, dogmatizmden uzak bir tavır sergileyerek alt metinleri okumamız, karşımızdakini eleştirmemizdir. Bir akımın ideolojik bir üyesi olduğumuzda, o akıma radikal İslamcıların Kur’an’a bağlı olduğu bir kölelikle bağlı olmamız bizi sadece muhafazakâr yapar. Görüldüğü üzere, hem sosyalist hem de muhafazakâr olmak oldukça ironiktir. Bu bağlamda denilebilir ki; kişisel çıkarlardan, daha önce öyle olduğuna inandığınızdan veya söylemlerine güvendiğinizden dolayı partinizi eleştirmemek size sadece dogmatik bir aidiyet sağlar.
Sağ bir partinin kurucularından, “hafif muhafazakâr, hafif milliyetçi” söylemleri olan bir “siyasetçi”, sol olduğunu iddia eden bir partiden toplum lideri olarak aday olarak gösterilirken; bunun bahse konu partinin üye ve/veya sempatizanlarının büyük bir çoğunluğu tarafından benimsenmesi koşulsuz bir itaatkarlığa en güzel örnektir. İhmalkârlıktan dolayı yaşanan iş cinayetleri ile ilgili olarak çalışma bakanını sırf kendi partinizden olduğu için eleştirmemek veya bir sol parti milletvekilinin özelleştirme ile solculuğun beraber var olabileceğini savunmasını günümüz koşullarına bağlayarak meşrulaştırmak kişinin düşünebilme yetisini dogmatizmin kölesi yapar. Aynı şekilde, lüks araçlar kullanıp lüks evlerde otururken Küba’ya tatile gitme fikrini komünizm ile ilişkilendirerek “zaten sol eski sol değil, dünya değişiyor bu yüzden ideolojiler de değişiyor” cümleleri ile meşrulaştırmak; hem cahillik hem de ahlaksızlıktır. Fanatizmin hem belirli bir din, hem de bir siyasal parti için olanı bağnazcadır ve insanın ilerlemeye yatkın olan ruhundan uzaktır.
Bu yüzdendir ki; şüphecilik epistemolojik bir görüş olarak görülse de, şüpheci tavır genel olarak felsefi bir değere sahiptir ve insanı insan yapan; açık fikirli ve reformist yapan bir yaklaşımdır. Şüphe edemediğimiz için var olamayacağımız ve mental köleliğe mahkum olmayacağımız günlere...
---------------------------------------------------------
(i)Denis Diderot, Diderot’s Early Philosophical Works, edited and translated by Margaret Jourdain (Chicago: 1916), p. 45.
(ii) Miguel de Unamuno, Essays and Soliloquies, translated by J. E. Crawford Flitch (New York: 1924).
(iii) Immanuel Kant, “An Answer to the Question: What is Enlightenment?” in Perpetual Peace and Other Essays, translated by Ted Humphrey (Indianapolis: 1983), p. 41.
(iv)Rene Descartes, Meditations on First Philosophy, translated by Ian Johnston (Canada: 2013), p. 49.
(v) Ibid., p. 56.
(vi)Murat Baç, Epistemoloji (Eskişehir: 2011), s. 75
(vii) J. G. R. Forlong, Encyclopedia of Religions, Vol II (New York: 2008), p. 560.