Merhaba Küçük Sen....
Çocukken annen seni çoğunlukla görmezdi, hep yetiştirmek zorunda olduğu bir telaşı vardı. Baban da hep işleri ile meşguldu zaten. O kadar çok ‘yok sayılmış’, o kadar çok ‘değersiz’ hissettin ki küçükken kendini, şimdiki halinle karşındaki kişinin dalgınlıkla senle ilgili bir şeyi unutması dahi içindeki küçük çocuğu hırçınlaştırıyor.
Sana önem vermeme ihtimali karşısında hissettiğin ‘değersizlik hissi’, adeta bir yıkıcı güce dönüşüyor. O yok sayılmış küçük çocuğun intikamını alırcasına haykırıyorsun içinden: ‘Bu kez izin vermeyeceğim, bu kez beni yok saymana izin vermeyeceğim!’ diye. O esnada yıkıp döktüğün için, sonrasında üzülüyorsun ama, senin yaralarını bilmeyenler çoktan sana ‘öfkeli’, ‘fevri’, ‘alıngan’ gibi etiketleri yapıştırmış oluyorlar bile... Etiket mühim değil de sen yine ihtiyacın olanı alamıyorsun ya ben ona üzülüyorum. Doğru iletişim kurarak karşılayabileceğin ihtiyacından hepten uzaklaşmış oluyorsun ya esasen ona.
Hep kardeşinle kıyaslandın, ya da senden daha iyi not alan, daha dışa dönük, daha zayıf, daha uzun, daha aktif daha daha daha vb arkadaşlarınla! O kadar yetersiz hissettirildin ki küçükken, şimdiki halinin ne başarısızlığa tahammülü var ne de hata yapmaya... Yaranı bilmeyenler seni duygusuz bir hırs küpü sanıyor; ama kimse senin savaşının kendinle olduğunu göremiyor. Zamanında başkalarının sana verdiği zararı şu an kendine, benzer şekilde davranarak kendinin verdiğini de sen göremiyorsun.
Hep suçlandın, eleştirildin. O küçücük halinle o kadar utandın o kadar çok yandı ki canın başkalarından önce sen kendini eleştirmeye başladın. Onların eline koz vermemeli idin çünkü. Bu gerçekten de çok can yakıcı oluyordu... Ve şimdiki halin ‘Ama sen de...’ diye başlayan en ufak bir cümle karşısında dahi eleştiriliyor, suçlanıyormuş gibi hissedip dikenlerini çıkarıyor, savunmaya geçiyorsun. Niyetin kötü değil biliyorum, içindeki o yaralı küçük çocuğu yine utanmaktan, acı çekmekten korumaya çalışıyorsun. Ancak tepkin kontrolsüz, bir bakmışsın ki haklı iken haksız oluyorsun. Karşındaki ‘Ben ne dedim ki?’ diye şaşkın ve sen çoktan istemediğin bir hamleyi yapmış oluyorsun bile...
Evde hep bir kavga, hep bir gürültü patırtı vardı. Baban çoğu kez kapıyı çekip gider, bazı geceler eve bile gelmezdi. Çoğu akşam anneni duymamak adına içip koltukta sızardı. Yaşın küçücüktü; o kadar ki bir yanın ‘Ben mi bir şey yaptım?’ diye kendini suçlarken, diğer yanın anne ve babanın ayrılacağından ve seni de terk edeceklerinden, kimsesiz kalacağından ölesiye korkardı. ‘Baban bile gece vakti seni bir başına bırakıp giderken kim gitmez ki?’ derdin içinden. Herkese gidecek gibi bakmaya başladın. En ufak sinyali senden vazgeçeceklerine yordun, hırçınlaştın. Bazen acele ettin, onların bırakması daha acı verici olacaktı ya; onlar bırakmadan sen bıraktın. Ve zihnindeki hipotezi doğruladın, en çok korktuğun şey yalnızlıkken kendini yalnız bıraktın...
Annen çok evhamlı bir kadındı, koltuğa çıkman bile düşüp başını yaracaksın diye evde büyük olaya neden olurdu. Arkadaşların gibi özgürce koşamadın, bisiklete binemedin, kampa gidemedin, tam zamanında evde olmalı, her arandığında telefonu açmalı, koşmamalı, terleyip hasta olmamalı idin. Sana bir şey olsa annen ne yapardı? Onu üzmemeli idin. Sonra yavaşça yanlışı öğrenmeye başladın. Dünyanın senin başa çıkamayacağın kadar tehlikeli bir yer olduğunu, her an felaketlerin olabileceğini ve senin onların üstesinden gelmekte yetersiz kalacağını, annenden uzağa gidersen yapamayacağını, başaramayacağını, diğer insanlardan farklı hatta yetersiz olduğunu öğrendin. Ve giderek içinde bir huzursuzlukla her an kötü bir şey olacak kaygısı ile yaşamaya başladın. Bu o kadar senden bir parçan oldu ki senin, belki de son zamanlarda yaşamaya başladığın panik ataklar olmasa idi bunun normal bir şey olduğunu düşünüp yaşamaya devam edecektin, hayattan tam anlamı ile tat almayarak, ve hep diken üstünde, kendi potansiyeline güvenmeyerek... Ama bu artık büyüdün ve bu senin hikayense senaryoyu dilediğin gibi şekillendirmek de senin elinde!
Yaşadıklarından öğrenmiş olabileceğin bir kısım davranış kalıplarından söz etmek istedim bugün. Bunların esiri olmak zorunda değilsin. Hangi durumların seni tetiklediğinin farkına vararak bunları değiştirmek senin elinde... Ama şimdi söyleyeceklerim çok daha önemli. Oku ve lütfen unutma; Sen ‘sana yaşatılanlar’ değilsin. Sen sana sunulan olanaklar karşısında şekillendiğin/şekillenmek zorunda kaldığın hal değilsin. Geçmişin değilsin sen. Olmanı beklenen kişi değilsin. Sığdırılmaya çalışıldığın etiketlerden ibaret hiç değilsin. Geçmişin geleceğinin yansıması değil, acılarla dolu olsa da. Senin izin verdiğin kadar etkileyecek geçmişin şu anını ve geleceğini. Sen hayat karşısında sandığın kadar çaresiz değilsin. Sen esas senin kim olduğunu çıkacağın yolculukta öğreneceksin. Ve kendini keşfettikçe kendi hikayeni kendin yazacaksın. Sen sana yazılan hikaye değilsin... Ve unutma yolculuk devam ettikçe kendinin keşfi de devam edecek...