Merkezde kim/kimler var?
“Kapıyı açtığım anda hemen dışarı fırlayacağız ve hiç durmadan onlar gibi, ‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır’ diye bağırarak aralarına karışacağız. Maşayı sen al, yerlerde duran ve havada uçuşan şeylere vur. Sakın hiç kimseyle konuşmaya kalkma. Aksanından Rum olduğunu anlayabilirler. Büyük Postane’nin önünden geçerek Mahmutpaşa’ya ulaşabiliriz inşallah. Kalabalık arasında birbirimizi kaybedersek de sakın durma.”
Girişi yaptığım paragraf, ‘adres kıbrıs’ yazarımız da olan Stella’nın ‘Bir Masaldı Geçen Yıllar’ isimli kitabından alındı.
Yahudi olan Albert, Rum olan Aleko’ya yağmalanan işyerlerini kurtarabilmek ümidiyle akıl vermeye çalışıyor.
6,7 Eylül 1955 olayları olarak bilinen ve İstanbul’da başta Rum, Ermeni ve Yahudiler olmak üzere azınlıkların sahip olduğu işyerlerine karşı yapılan yağmalama olaylarını anlatan küçük bir bölüm.
Kimi kaynaklar o yıllarda iktidarda bulunan DP (Demokrat Parti) hükümetinin halk üzerinde kaybetmeye başladığı güveni başka yönlere çekmek için Kıbrıs’ta başlayan olayları bahane ederek başlatılan bir tür eylem planıydı.
Zaten bu gelişmelerin ardından başta Rumlar olmak üzere azınlıkların çoğu Türkiye’den sınır dışı edildi, edilmeyenler de ülkeyi terk etti.
***
Yukarıdaki bölümden de anlayabileceğiniz gibi Kıbrıs konusu uzun zamandır çatışma yaratmaya, bazı gerginlikleri yaratmak için gerekçe olarak sunulmaya uygun bir konu oldu gitti.
Biz 74’ü, 63’ü ve 58’leri hatırlayabilir ve konuşabilir, tartışabiliriz. Ancak ondan da önce bizi yani Kıbrıs’ı belki de o kadar daha etkilememişken İstanbul’da 1955’te ‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır’ sloganıyla azınlıklara yağma ve ardından sürülme operasyonu uygulanabilmiştir.
DP Hükümeti miydi bu planı yapan, başka örgütler mi, o zamanın derin devleti mi yoksa Özel Harp Dairesi mi… Üzerinden çok yıllar geçse de her olay ve çıkış nedenleri eninde sonunda netleşir.
***
2014’teyiz ama ‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır’ sloganının belki eskisi kadar olmasa da hâlâ varolduğunu söylemek mümkün.
Böylesine eskimiş, bağnaz görüşlerin de olduğunu ve şimdiki liderin de niyeti olmadığını bilerek Kıbrıs sorununu çözmeye çalışıyoruz hâlâ…
Müzakereler başladıydı, bittiydi, tekrar başladıydı şeklindeki göbek havası formundaki siyasi gelişmeler şimdi Rum tarafının ‘görüşmelerden çekilmesiyle’ tekrar durdu.
Nedeni de Türkiye savaş gemilerinin Güney denizinde yapılan doğal gaz sondaj çalışmalarını denetlemek! istemesi…
Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek’in dediği gibi “Türkiye gibi güç gösterisi yaparak veya görüşmelerden çekilerek bir sonuç almak mümkün değil…. Doğal gaza ulaşmak askeri güçle değil ancak çözümle mümkün. Doğal gaz krizine yanıt, ivedi çözüm olmalıdır.”
***
Ekim 2014’de yazdığım bu yazının başındaki Kıbrıs sorununu iç politika malzemesi yapmak, milliyetçilik üzerinden yandaş toplamak, ekonomik anlamda kötü gidişatı bu yolla gündem dışı bırakmak politikaları hâla devam ederken yazının sonundaki Akdeniz’deki doğal gaz aramanın yarattığı gerginliğin de büyüyerek devam ettiğini görüyoruz.
Sorunları çözmek bir yana dursun, sanki de bu sorunların büyütülmesi çabalarının daha büyük olduğunu söylemek mümkün. Milliyetçi, şoven politikalar tarih boyunca toplumları yönetmede ‘uygun’ politikalar olarak süregelmiştir.
Yıllar geçse de, modern, çağdaş yaşam bu eskimiş politikalara galip gelmeye çalışsa da, ya da bunu uygulamak isteyenler olsa da, yine de bu eskimiş ama kokmamış çağdışı politikalar işe yaramaya devam ediyor ne yazık ki...
Şimdi bizim önümüzde Nisan’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Adaylar artık belli oldu. Yeni, çağdaş, insanı öne çıkaran politikalar mı yoksa yukarıdaki eski, bağnaz politikalar mı işe yarayacak! Seçilecek makam gereği Kıbrıs sorunu seçim sürecinde ne kadar tartışılacak, tartışılması halinde Kıbrıslıların geleceği mi konu edilecek yoksa çevre ve hatta uzak ülkelerin Kıbrıs üzerinden elde edeceği çıkarlar mı tartışılacak!
Bir seçim daha… Bizim olmamız gereken merkezde bizim dışımızda başkaları mı yer alacak? Bu seçimleri merkezde bizim olacağımız bir sonuca ulaştırmamız mümkün olur mu!