Mesai uzlaşısının “hizmet süresini uzatacağı” hiç inandırıcı gelmiyor
Kamuda mesai saatleri değişiyor ve ilginçtir hükümet, muhalefet ve sendikalar, tümü, tam bir uzlaşı sergiledi.
Bu uzlaşının içinde tek bir kesim yok: Hizmeti alanlar!
***
Tek tip mesaiye geçilecek.
Kamu kurumları yaz kış, perşembe hariç, her gün 15.30’a kadar açık olacak.
“Resmi” mesai böyle ilan edilecek.
İşin pratiği genelde farklı oluyor, malum…
***
Hep denir ya “Saat değil verimlilik önemli olan…”
Verimlilik yoksa eğer…
Şeffaflık istenmiyorsa, kim ne kadar hizmet vermiş, ne üretmiş ilan edilmiyorsa…
İşe alımlar bilgiye, yeteneğe, ihtiyacı göre değilse…
Performans ölçülmüyorsa…
O zaman ne oluyor?
***
Mesai saatlerine yönelik yasa değişikliğinin gerekçesi şöyle açıklanmış:
“Vatandaşın daha uzun süre hizmet almasını sağlayıp kamu hizmetlerinde verimliliği artırmak ve ek çalışma ödeneklerinin yol açtığı mali külfeti azaltmak.”
Hiç inandırıcı gelmiyor!
Bu düzende saat iki buçuk ya da üçte hangi hizmeti alacaksınız?
Ek mesai de artacak, göreceksiniz…
Hele hele “yasa dışı ikinci iş” iyice yerleşecek her alana…
Kayıt dışılık çoğaldıkça çoğalacak…
***
Tek mesai sistemi güneyde de var.
Kimi Avrupa ülkelerinde de…
Doğrudur ama oralarda, özelde “ikinci iş” yaparsanız eğer kamudaki görevinize son veriliyor.
Toplumun vergileriyle topluma hizmet için maaşınızı alırken “tüccarlığa” girişirseniz eğer bunun bir bedeli oluyor.
Doktor ya da öğretmen olsanız dahi…
Kamudaki organizasyon “hizmet” ya da “verimlilik” değil salt “maaş” odağında maalesef…
O nedenle üç dört çalışana bir amir, şef, üst düşüyor.
“Yükselmek” için yıl doldurmak yetiyor, münhaller dışa kapalı, rekabet istenmiyor.
Mesai saatlerindeki uzlaşı, kamu reformunda gerçekleşmiyor.
***
Meclis komitesinde karar “oybirliği” ile alındı.
Sendikalar da onayladı.
Diyorlar ki tek mesai ile birlikte…
“Vatandaş daha uzun süre hizmet alacak…”
“Kamu hizmetlerinde verimlilik artacak…”
“Ek çalışma ödeneklerinin yol açtığı mali külfeti azalacak…”
Dedim ya, hiç inandırıcı gelmiyor…
Bana göre daha da lakayt olacak sistem, aldırışsız, ilgisiz, umursamaz...
Bakalım kim yanılacak…
Kamu hastanelerinde ‘mesai’ ne olacak?
Meclis’te yanılmıyorsam 7 hekim vekil var.
5 vekil de “Sağlık Bakanı” olarak görev yapmış, geçmişte ya da şimdi…
“Mesai saatleri” konuşulacak ya!
Acaba herhangi birisi soracak mı, “nöbetler ve olağandışı müdahaleler dışında hekimlerin, kamu hastanelerindeki mesai saati nedir?”
13.00’e kadar mı yoksa 15.30 mu?
Saat başı ücret nereye göre hesaplanıyor, ek mesai, hangi mesai saatine göre ölçülüyor?
Yasa tasarısında, “Vardiya ve rotasyon şeklinde çalışan kamu görevlileri ile kamu sağlık çalışanlarının çalışma saatleri haftalık 39 saati aşmamak üzere kurumları tarafından düzenlenecek.” deniyor örneğin!
Bu mantıkla haftalık 25 saat da aşmıyor 39’u!
Öyle mi?
***
Bu tartışmanın doktorlarımızın bilgisi, emeği, yaptıkları işin hassasiyeti, insanlara yaklaşımı, alakası, mesleklerinin kutsallığıyla ilgisi yoktur.
Kamu hastanelerindeki hizmet süresini sorguluyorum ve giderek ticarileşen kamu görevini…
Çünkü bu hizmetlere en fazla da yoksulların ihtiyacı var, alım gücü giderek eriyen dar gelirlilerin…
Bir de “hakları” konuşurken yasalardan söz etmek, ancak iş sorumluluklara gelince o yasaları çiğnemek çok samimi durmuyor…
Bu “samimiyetsizlik” yıllardır içimizi çürütüyor.
‘Örgütlü Yalnızlık’
Mesele maaşsa, ödenekse, mesaiyse herkesle uzlaşılır.
Vergiler, fonlar, harçlar, pullarla gerekli bütçe de sağlanır nasılsa…
Sonrasında çok daha sert eylemler yapılır!
Yoksul rolünde, emekçi kılığında, mağdur profilinde…
En düşük maaş alanların ağzına da “birkaç bin lira” bal sürülür bir vesile…
Marketlerde reyonlar ayrılır tabii: “Barem 4 et reyonu, barem 14 et reyonu…”
Alt bareme daha ucuza satılır et, balık, süt, yağ, ekmek; üst bareme daha pahalı (!)
Asgari ücretliye tümüyle ayrı reyonlar açılır (!)
***
Böyledir bizim statükomuz!
Güvencesiz, mesaisiz, hayat pahalılığına karşı korumasız emekçiler, yoksullar, özel sektör köleleri kendi derdine yansın…
Ah “örgütlü” yalnızlığımız (!)
Tavla, satranç, piyon
“Uluslararası alkışı hak eden siyasetçi ödülü” Tatar’a verilmiş, adını ilk kez duyduğum bir örgüt tarafından…
Tam da dünyadan kınama yağdığı gün!
Ne kadar da içi boşalıyor kimi ödüllerin…
Şimdi diyeceksiniz ki, “insanına göre ödül…”
***
Hemen şöyle bir soru geliyor aklımıza:
Kim alkışladı?
Uluslararası toplumdan bırakınız alkışı, Tatar’la görüşen kalmadı.
***
Dünyanın lanetini toplayan bir siyasetin sözcülüğünü yapıyor Tatar, kendi toplumunu yalnızlaştırıyor, Avrupa’dan koparıyor…
Uluslararası toplumdan hiç böylesine uzaklaşmamıştı Kıbrıslı Türkler…
***
Dünya Tavla Şampiyonası’ndan fotoğraflar yansıdı, medyaya…
Eski görüntüler sanırım…
Kıbrıs, Türkiye manzaralı yine…
Kıbrıs demişken, güney…
“KKTC’yi içine almıyor” bu haritalar!
***
O kadar çok örnek var ki…
Birkaç hafta önce Dünya Okullar Satranç Şampiyonası, Kazakistan’ın Aktau şehrinde düzenlendi.
Pek de medyada gündem olmadı.
Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti vardı yine…
Türkiye genç milli takımı şampiyon oldu hatta…
Kimsenin de aklına Kıbrıslı Türk gençler gelmedi.
***
Dünyada, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıyor Türkiye, Kıbrıs’ta “KKTC”yi…
Bu hakikate öfkelenen haysiyet yoksunu “maşa”lar da sabah akşam “Rumcu” diye saldırıyor bizlere…
***
“Evet efendim, olur efendim, siz nasıl isterseniz efendim, tamam efendim” diyen makam müptelası biat takımı bu sonucu dayatıyor hayatlarımıza…
***
Unutmadan…
O satranç masasına Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti birlikte oturdu ama “KKTC” de yok değildi…
Siyah beyaz kareler içinde aldı yerini…
“Piyonlar” arasında!