Mesarya’da Bir Küçük Köy Meyhanesi ve Liderlerin İsviçre Seferi…
Siyasetten üç arkadaşla birlikte Mesarya’nın bir köyünün meyhanesindeyiz. Mekan normal bir ev odası büyüklüğünde, mangal ve mutfak kısmı Amerikan barın arkasında, aynı oda içinde… Toplam dört masa…
Biz de girince meyhane doldu, sığışmak için masaları birleştirip paylaştık. Bir arkadaşımız köyden… Meyhane halkı ile merhabalaştık; onların bakışında “bunlar da nerden çıktı?!” dercesine merak var… TV’de Fenerbahçe – Manchester United maçı başlamak üzere… Bir kişi hariç diğerlerinin pek umuru değil… Mezeler, kebaplar gelmeye başladı, zivaniya buz gibi; sohbet çok sıcak… Ne olacak bu enginar üreticisinin hali?!... Enginarlar ha oldu, ha olacak… Üç dört Türkiyeli tüccar malı alır gidermiş, fiyat da - ödeme şekli de tatminkar değil ama ne çare?!.. “Kooperatifleşin, birleşin” dedik… İki – üç milyon adet üreten büyük üretici, üç yüz – dört yüz bin adet üreten küçük üreticilerle bir kooperatifte olmak istemiyormuş; küçük üreticinin büyüyebilecek bir destek bulması onların işine gelmiyor… Büyük – küçük kavgası… Birleşmeyince de büyüğü - küçüğü zarar görüyor işte… Kooperatifleşmeyi başarmak için “siz devreye girin, yardımcı olun” diyorlar… Çözemediler, anlaşamadılar; üçüncü taraf uğraşsın, belki halleder…
Kuzey Kıbrıs’ta üretilen enginar toplamı Türkiye pazarı için çok az ama gene de Kıbrıslı Türk tüccarın Türkiye pazarına enginar pazarlamasına engel çıkarılıyor; üreticiler Türkiye’den gelen tüccarın insafına kalmış… Ve televizyonda maç başladı, başlar başlamaz da bir çığlık, Fenerbahçe ikinci dakikada gol atmış… Koskocaman Man United, maç başlar başlamaz gol yedi… Ama daha maçın başı, Fener bu maçı alır mı - alamaz mı, başka gol atar mı - atamaz mı, Man United ne yapacak? Maçın başında oyunda olmayan en iyi oyuncu hemen oyuna alındı, oyunun havası da değişti, Man United bastırmaya çalışıyor… Fenerlilerde telaş, maç tehlikeye girer mi? Neyse ikinci gol geldi… Fenerliler rahat ama tedirgin; karşılarında dünyanın tanıdığı Man United var… Ne vakit ne yapacaklar bilinmez ama mutlaka bir şeyler yapacak ve Fener bu maçı kazanamayacak gibi bir endişe var… Fener baskın oynuyor ama olsun karşı takım da Man United… Yorumlar geliyor çeşit çeşit…
Meyhanedeki bir Galatasaray taraftarının yorumu tartışmayı bitiriyor: ”Man United antrenörü Mourinho maçı sattı, Fener başka türlü yenemez”… Hem Fener sadece puan yükseltti; şampiyon olmadı, kupayı havaya kaldırmadı ya...
Ortam duruldu… Köylülerden biri bize dönerek, “şarkı söylersek rahatsız olur musunuz, izniniz var mı?” dedi; “ne münasebet, biz de bildiğimiz kadarıyla katılırız” dedik. Sesi en iyi olan ve en yanık söyleyen biraz naz – niyaz ediyor ama başlıyor; şarkılar ardı arkasına geliyor… Bildiğimiz şarkılarda katılıyoruz… Biri bırakıp biri başlar… Şarkılar karışık havalardan ama birbiri ardına ama tek tek geliyor… Ve ansızın Amerikan barda oturan köylü, elindeki rakı bardağını gözü hizasına getirerek ve eliyle sımsıkı tutarak bardağı “Yorgunum / Beni bekleme kaptan / Seyir defterini başkası yazsın …” diye önce yavaş sonra yüksek perdeden söylüyor… O kadar duygusal söylüyor ki, sımsıkı tuttuğu rakı bardağına odaklanmış gözlerinden yaşlar ha aktı ha akacak…
Ne Nazım Hikmet bu şiiri yazarken, ne de Cem Karaca bu şarkıyı söylerken bu kadar duygulanmış olabilir dersiniz… Gece yarısını bulduk, yorulduk da, artık dönüş saati… Enginar üreticilerinin sorununa çözüm bulamadık, Man United nasıl oldu da Fener’e yenildi akıl sır erdiremedik ama keyifle eve döndük…
Ertesi gün… Gazeteler liderlerin İsviçre’de yapacağı görüşmelere odaklı… Gazeteyi sımsıkı tutuyorum, gözüm bu haberlere odaklı… Kulağımda dün akşamdan kalma “Yorgunum / Beni bekleme kaptan / Seyir defterini başkası yazsın …” şarkısı… Her kafadan bir ses… Akıncı bir hava, Anastasiadis başka hava; bir de Başpiskopos var, o hepten başka hava… Liderlerin sözcüleri de bir alem, onlara göre ‘söz gümüşse, sükut bakırdır’… Güney ve Kuzey siyasetinin statükocu partileri arsız taleplerini sürdürüyor. Çözüme destek veren siyasi partilerin açıklamaları ise kafa karışıklığından başka bir işe yaramıyor; onların söylemine bakarak Güzelyurt’a ne olacağını anlayan varsa beri gelsin… BMGS’nin özel temsilcisi Eide İsviçre’nin küçük dağ köyünün lüks bir otel odasında yapılacak görüşmeden umutlu ama “yolun sonu da değil” diyor… Akıncı yolun sonundan önceki aşama diyor… Anastasiadis daha yapılacak çok iş olduğunu söylüyor. Ve Türkiye’nin AB Bakanı “garantiler görüşülemez bile” demiş, her şey alt-üst…
Yorulduk… Gittiğimiz köy meyhanesinde hissettiğimiz yorgunluk keyifli idi; henüz gidilmemiş İsviçre köyü dertli bir yorgunluk hissettiriyor. Küçük meyhanenin köylüleri o kadar değişik havaların şarkılarını bir düzen içinde tatlı tatlı söyledi; küçük Kıbrıs’ın siyasileri o kadar değişik düşüncelerini ortamı zehirleyecek bir keşmekeş içinde söylüyor… Köyün küçük ve salaş meyhanesinde zivaniya buz gibi, sohbet sıcak, şarkılar müthiş keyifli… Belli oluyor ki küçük İsviçre köyünün karlı soğuk tepelerindeki lüks otelinde tartışmalar çok sıcak olacak, şarkı – markı da yok… Büyük olan, küçük olanı kendi çıkarlarına engel görecek, küçük olan da “birleşip hep birlikte güçlenelim, yoksa ikimiz de kaybedeceğiz” diyecek. Belki de orada oturan BM temsilcisine “siz devreye girin, yardımcı olun” diyecekler; çözemediler, anlaşamadılar; üçüncü taraf uğraşsın, belki halleder… Bizimkiler bir erken gol atar mı bilinmez, atsalar bile görüşmeler bitene kadar “Rumlar mutlaka bir şeyler yapacak ama ne?!” diye diken üstünde olacak… Belki masada iyi oynayacağız, uluslararası toplum nezdinde puan kazanacağız ama o kadar; sonuca ulaşmayacağız, imzayı atıp elleri havaya kaldırmayacağız ya…
Galiba en iyisi liderler İsviçre’ye giderken o küçük köy meyhanesine gitmek, bıraktığımız yerden devam etmek, “… Çınarlı, kubbeli mavi bir liman / beni o limana çıkaramazsın” demek… Ve devam etmek Suavi’nin ‘Tükenme’ şarkısı ile: “… / Alevlerin arasından yüzler geçiyor / yüzler alevlerden geçiyor / günler alevler gibi geçiyor / koş aç kapıyı / yeni ufuklar getirmiş gülmeyi bilen çocuklar / bak çocukların ellerinde güzel günler var / güzel günler geliyor / sana yepyeni çiçekler verdim / kapıyı aç bulutlar girsin / gülmeyi bilen çocuklar geldi / tükenme”…
Kıbrıs sorunu, nesilleri tüketti, liderler hayalleri tüketti… Gülmeyi bilen ve yeni ufuklar getiren çocuklar İsviçre’nin soğuk dağlarına değil, Mesarya’nın bir köyünün sıcacık evine, ellerinde güzel günlerle gelip kapıyı çalana kadar biz, alevlerden geçen yüzler, bekleyeceğiz…