Meselemiz...
Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Varna’da gerçekleştirdiği zirve iki açıdan okunabilir. Bir yandan, tarafların pozisyonlarını koruduğu, tatmin edici bir hamlenin yapılamadığı, ne vize serbestisi ne de Gümrük Birliğinin genişletilmesi gibi konularda adım atılmadığı düşünülebilir. Bir diğer yandan ise, özellikle bazı AB üyesi ülkelerle Türkiye’nin, siyaseten çatıştıkları bir dönemden çıkış noktası olarak da düşünülebilir.
Son yıllarda TC-Avrupa devletleri arasındaki siyasi çatışmanın düzeyi düşünüldüğünde, taraflar arası kurumsal ilişkinin yıprandığı, karşılıklı olarak ortaya konan siyasi davranış, karar ve eylemlerin ciddi sorunlar doğurduğu bir kontrolsüzlükten bahsedilebiliriz.
Oysa ki, Türkiye tam üye olmasa da, AB müzakereleri açık olan bir ülke. Olaylar silsilesinin ve alınan kararların, her iki taraf açısından çok daha koordineli yönetilmesi ve özellikle Türkiye’nin ötekileştirilmemesi gerekirdi, diye düşünürüm. AB’nin bir bütün olarak, herhangi bir üye ülkeye gösterdiği yüksek dayanışmayı, tüm zorluklara rağmen Türkiye’ye de göstermesi gerekmekteydi. Ancak Avrupa’daki hakim siyasi popülizm, Türkiye’yi ortak olarak değerlendirmek yerine dışlayıcı bir yaklaşımla öteki olarak konumlandırmaya yöneltti. Bu noktada ne yazık ki başarılı da oldu.
Elbette çok önemli bir konu olan ve tartışma dahi kaldırmayan, OHAL konusu bağlamında, basın özgürlüğü ve demokratikleşme değerlerinden, genel AB normlarından Türkiye hükümetinin süratle uzaklaşması ise, bahsettiğim siyasi popülizme ciddi malzeme sağladı, onu besledi.
Ancak bir konuda her iki taraf da oldukça hassas davrandı. O da “ekonomi”. Her iki tarafın da ortak çıkarı olan, ekonomik ilişkilerin bozulmadan devam etmesi görüşü ilişkilerde bağlayıcı unsur oldu, ciddi bir ilişki zemininin korunmasını sağladı. Bu yönde ekonomiyi, siyasi çatışma alanı dışında tutma gayretleri, bizzat çatışmanın öznesi olan her iki tarafın siyasilerinden geldi.
Dolayısıyla kısa vadede sonuç alıcı güçlü adımlar atılamayacak olsa dahi, çok iyi biliyoruz ki, AB-TC ilişkilerinin rayına oturması, Türkiye halkları açısından olduğu kadar Kıbrıslı Türkler için de önemlidir.
Demokrasi, istikrar ve özgürlüklerin, Türkiye halkları için birleştirici bir değerler bütünü olduğu fark edildiği ölçüde, bu değerleri baştacı yapan ülkelerle çok daha organik ilişkilerin kurulabileceği aşikar. Aksi durumda, herhangi bir dinamik ilişki sağlanamaz. Yani, zemin belli.
Türkiye AB ilişkilerinde Kıbrıs önemli bir konu olarak her zaman yerini koruyacak ve federal bir çözüm noktasına ulaşma girişimi ile paralellik taşıyacaktır. Bu kaçınılmaz bir durum. Kıbrıs, AB toprağı. Bu bile başlı başına, belirleyici güce sahip bir olgudur. Bırakınız müzakere sürecini ve olası gelişmeleri.
***
4 Parti Koalisyonu Hükümet programında, AB ile ilişkilere özel önem verilmesi anlamlıdır. Ancak bu özel önemin uygulamada karşılık bulabilmesi için çok çalışmak bir yere kadar önemlidir, hatta yanlış zeminde zarar verici de olabilir. Aslolan, diplomatik ve siyasi zemin ve buna bağlı siyasi yaklaşımdır.
Kıbrıs’ta AB vizyonu, BM Parametrelerinde bir çözüm vizyonu ile bütünleştirildiği zaman karşılık bulur. Elbette bunun olması da bize her istediğimizi sağlamaz; farkındayım.
Ancak sözümüzü söyleme imkanı sağlar. Söz, anlam ürettiği ölçüde değerli ise, bir söz söylemek değil, anlam üretecek iddia ve görüşler bütününü taşımak gerekir. Bu bağlamda bir duruş ise, dış temasa dönük kabul için kapıların açılmasını, diplomatik arenaya dahil olmamızı getirecektir. Ancak bu noktada Yeşil Hat Tüzüğünün geliştirilmesi ve Doğrudan Ticaret Tüzüğünün gündem yapılması söz konusu olabilir. Türkiye ile AB arasındaki zirvenin, “müzakerelerin devam edeceği” vurgusu ile sonuçlanmış olması, koparılıp atılmak yerine yeniden müzakereye oturmayı tercih eden tarafların yaratacağı yeni siyasi iklimden yararlanmak da oldukça mümkün olmaktadır.
Eğer oturduğumuz yerden “şahince” açıklamalarla dünyaya kafa tutmaktan vazgeçmez, AB’nin bizi dikkate alacağını sanarak kavga etmenin dayanılmaz cazibesine katılmaktan uzak durmazsak, yol alamayacağız.
İklim oluşuyor, biz hazır mıyız? Mesele bu !