MİDA ASILDI 1946-3
Cemal Mida’nın davası için mahkemeye birçok tanık çağrılmaya devam ediyordu. Bu arada davaya bakan Hakimin “Zekâ Bey” olduğunu dikkatinize getirmek istiyorum.
Tarhimize “Başhakim Mehmet Zekâ Bey” olarak geçmiş ve yıllarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) de görev yapmış, AİHM’de verdiği kararlarla uluslararası bir isme sahip olan, Kıbrıslı Türk hukukçumuzdan başkası değildir. Zekâ Bey, 1961 yılında aramızdan ayrılana dek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığı görevini üstlenmişti.
Tekrar davaya dönelim... Mahkemedeki tanıklar dinlendikçe, anlatılanlar da gazete sayfalarında yer bulmaya başlıyordu. Halkın Sesi gazetemiz, mahkeme tutanaklarını 2 güne bölerek okurla paylaşıyordu.
“Halkın Sesi, 16 Nisan 1946-s:1
Mida favasiyle ilgili yedi şahit daha dinlendi
Mahkeme 23 Nisan’a tehir edildi.
Cemal Mida’nın muhakemesine bugün de Hakim Zekâ Beyin huzurunda devam olunmuş ve polis tarafından mahkemeye getirilen şahitlerin dinlenmesine devam olunmuştur. İlk şahadet veren Aybifan köyü Muhtarı Hasan Kara Mehmed’in karısı olmuştur. Bunu müteakip Aybifan köyü azası bulunan Mehmet Hüseyin Lafta şahadet mevkiine getirilmiş ve onu Aybifanlı, çoban Ahmet Teyfik takip etmiştir.
Ahmet Teyfik bir gün Mida’nın köyde rahatsızlık ettiğinden dolayı polis Nisiforo’ya rapor edildiğini ve bunu müteakip Mida’nın cezalandırılması için kendisi ile birlikte Skuryodissa’ya gidip Nisiforo’yu gördüklerini ve Nisiforo’nun kendilerine Mida’nın diğerleri ile de barışması icap ettiğini söylemesi üzerine birlikte Hasan Kara Mehmed’in mandrasına gittiklerini ve kendisi ile görüştüklerini söylemiştir. Mumayinileyh mahkemede Mida’nın Hasan Kara Mehmed’e ‘Eğer aleyhindeki rahatsızlık davasını geri çekmiyecek olursan hapıs olacağım, gel barışalım geçmişleri unutalım. Yokta eğer davanı geri çekmezsen hapis olacağım ve bu meseleyi hapisten çıktıktan sonra halledeceğiz’ sözlerini işittiğini söylemiştir. Hasan Kara Mehmed de ‘ben seninle küs deyilim’ demiş ve hiç bir neticeye varamadan oradan ayrılmışlardı. Ahmet Teyfik bu görüşmeden sonra kendilerinden ayrılarak davarına gitmiş olduğunu sözlerine ilâve etmiştir.
Bunu müteakip mahkeme öyleden sonra saat 3’te oturumuna devam etmek üzere çalışmasına nihayet vermiştir.
Muhakemenin öğleden sonraki oturumunda dört şahit daha dinlenmiştir. Bunlardan birincisi Aybifanlı Orhan İbrahim isminde küçük bir çobandır.
‘Ölen Hüseyin Halil’i tanırım bir çobandı. Vak’anın Teşrinievvel’de olduğunu da hatırlarım fakat tarihi kati olarak söyliyemem. Vak’anın olduğu günün sabahı erken vakitte davarlarımızla birlikte Hüseyin Halil (ölen) ben ve Hasan Hüseyin Aybifan toprağında Avroşili tesmiye dilen mıntıkaya kadar birlikte gidiyorduk. Hüseyin Halil benden 5-6 yarda kadar ileride ve Hasan Hüseyin de benden biraz daha aşağıda olan patika boyunca ilerliyordu. Benimle Hasan Hüseyin arasındaki mesafe ancak 20-30 yarda kadar vardı. Hüseyin Halil tüfeğini omzunda taşıyordu. Ansızın ardısıra iki el silâh atıldığını işittim.’ (devam edecek)”
Halkın Sesi, 17 Nisan 1946-s:1
Midanın davasıyle ilgili yedi şahit daha dinlendi
Mahkeme 23 Nisan’a tehir edildi-2
‘Hüseyin Halil ah çekerek öne doğru koştu. Bu sırada biri çizme diğeri potin giyen ve üzerlerinde haki pantolonla siyah ceket giymekte olan iki kişinin, vurulan Hüseyin Halil’in 8-10 adım ötesinde bir yerden çıktıklarını gördüm. Fakat ne yaptıklarını görmedim. Korkumdan köye doğru koşmakta iken Hasan Hüseyin’i de arkamdan köye doğru koşmakta olduğunu gördüm. Köye gelince meseleyi köyün âzası bulunan Mehmet Hüseyin Lofta’ya anlattım.’
İkinci şahit olarak Aybifablı 17 buçuk yaşında Salâhi Mehmet isminde bir çoban çağrılmıştır. O da 5 Teşrini Evvel (Ekim ea.) 1945 tarihinde Hüseyin Halil’i sabah güneş doğarken ovaya gitmekte olduğunu gördüğünü ve bundan bir çeyrek saat sonra köye doğru koşmakta olan Orhan ve Hasan’dan mumayinileyhin (mumaileyh-adı geçen kişilerden ea.) vurulduğunu işiterek muhtar, aza ve Nikola onbaşı ile vaka mahalline gittikleri zaman Hüseyin Halil’i boğazlanmış olarak gördükten sonra, koyunlarını suvarmak maksadiyle kuyuya götürmek için topladığını fakat yolda giderken susayarak Vromonero denen pınardan su içmeye gittiğini fakat menbaa yaklaşınca orda Hüseyin Ali, Cemal Mida ve tanımadığı üçüncü bir şahsı kan bulaşmış ellerini yıkarken gördüğünü söylemiştir. Bunlardan Hüseyin Ali, vurulan Hüseyin Halil’in tüfengini tutmakta idi. Hüseyin Ali bana oraya ne yapmak için gittiğimi sorduğu zaman ben de şunu söyledim: ‘Su içmeye’. Bunun üzerine Hüseyin diğerlerine Rumca şöyle dedi: ‘Haydi bunu vuralım çünkü sonra başımıza iş açacak, biz de asılacağız ve çocuklarımız yetim kalacak yazıkdır.’
‘Mida bana dönerek kendilerini haber verip vermiyeceğimi sordu. Ben çok korkmuştum. “Hiçbir şey söylemem” dedim ve ağlıyarak bir de yemin ettim. Tanımadığım adam bir şey konuşmuyordu. Mida bana dönerek dedi ki: “Seni bağışlıyoruz. Fakat eğer bizi haber verecek olursan ciğerini yerim”.’ (Şahit bu sözleri mahkemede söylerken Mida da sandıktan şahidin söylediklerine gülüyor ve etrafına bakıyordu.) şahit sözlerine devam ederek demiştir ki:
‘Bu üç kişinin, ölenin tüfeğinden maada üç tüfeği bulunduğunun farkına vardım. Bunlardan ikisi kırma ve bir tanesi de askeri bir tüfekti ve taşların yanında dayalı idi. Hüseyin’den maadası hepsi de siyah ceket giyiyorlardı.’
Üçüncü şahit olarak mahkemeye Hasan Hüseyin isminde 8-10 yaşlarında tahmin edilen küçük bir çocuk getirilmiştir. Ayaklarında küçücük çizmeler bulunan bu çocuğa, Hâkim Zekâ Bey ‘sen yemin etmeğe bilir misin’ dediği zaman çocuk, ‘hayır’ cevabını vermiştir. Hâkim bunun üzerine çocuğa yeminin nasıl edildiğini söylemiş ve kendisine şu suali sormuştur:
‘Birisi yemin edip de doğru söylemeyecek olursa ne olur?’ çocuk yine ‘bilmem’ diye cevap vermiştir. Küçük şahit vak’anın olduğu gün arkadaşları ile birlikte fakat aşağıdaki patikadan gitmekte iken arka arkaya iki silah sesi işittiğini ve korkusundan davarını bırakarak köye doğru kaçtığını ve öldürülen adamı artık bir daha görmediğini söylemiştir.
Hasan Hüseyin’den sonra ölen Hüseyin Halil’in karısı Solyalı olup Aybifan’a evlenen Nahide Ahmet şahadet mevkiine getirilmiş ve ezcümle şöyle demiştir:
'Kocam Hüseyin Halil vak’anın olduğu gün sabahleyin erkenden kalkarak Avroşili mevkiinde bulunan davarlarını toplamıya gitmek için evden çıktı. Bir saat sonra vurulduğunu işittim. Kendisini görmek için vak’a mahaline koştuğum zaman onu hem vurulmuş hem de boğazlanmış olarak buldum. Beraberinde götürdüğü tüfeği orada olmadığı gibi sabahtan parmağında bulunan altın yüzük de elinde yoktu.’
Polisin getireceği diğer şahit hazır bulunmadığından dolayı, polis mahkemenin başka bir güne tehirini istediğinden muhakeme 23 Nisan günü tekrar tahkikatına devam etmek üzere çalışmasına nihayet vermiştir.
Not: Pazartesi gün öğlenden sonra cereyan eden tahkikat ikinci katil dâvasının tahkikatı olup Hüseyin Halil vak’ası ile alâkadardır ve birinci katil dâvası (Hasan Kara Mehmet dâvasından) ayrıdır.”