Midye gibisin kardeşim…
“El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar” derdi rahmetli dedem. Senin derdinin acısını hiç kimse senin gibi hissetmez, dermanını da bulmak için senin kadar aceleci davranmaz sonuçta…
Geride bıraktığımız 40-50 yıl içerisinde Kıbrıslı Türkler dışında herkesin aktör olduğu ve yine ve yeniden hareketlenme işaretleri veren Kıbrıs sorununda, yine ve yeniden Kıbrıslı Türkler dışında herkes konuşmaya başlıyor.
Tamam; kimse sormuyor Kıbrıslı Türklere, arkadaş bunca yıldır ne çekiyorsun, derdin nedir, derman olarak senin sözün nedir diye. Lâkin Kıbrıslı Türkler de kendileri dışında ve kendileri adına konuşup duranları tenis maçı izler gibi izlerken, yine bu yabancı aktörlerin argümanlarını tartışmaktan öteye gitmeyen pasif bir tutum dışında tavır geliştirmekten uzak duruyorlar.
“Dışarıdan” bakıldığında ne istediğini bilen, derdini derli toplu aktarabilen ve mücadele hattını netleştirmiş bir toplum görülemiyor Kıbrıs’ın Kuzeyinde. Konuyu yakından takip edenler için ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar birer sır değil. Zaten bir avuç insan, “dışarıda” Kıbrıslı Türklerin meramını “tercüme etmeye” çalışıyor bulundukları yerlerde. Ama hepsi o kadar.
Sadece 10 yıl önce BM parametreleri doğrultusunda çözüme odaklanmış ve bütün enerjisini bu hedefe kanalize etmiş bir toplum, bugün dişlerinin arasından konuşan ve artık sesini duyuramayan bir cemaat görüntüsü veriyor.
Bugün durup dururken birilerinin yeniden “yahu şu Kıbrıs meselesini de çözmek lazım artık” demesini gerektirecek ne var?
Tüm dünyanın harekete geçtiği, tarafları masaya oturttuğu, belirli bir ilerlemenin sonunda ortaya çıkan “kerhen uzlaşılmış” bir metni referanduma sunduğu 2004’ten bugüne yaşanan gelişmelere bir bakın. Kıbrıslı Türkler her şeye rağmen çözüm iradesini koydular ortaya. Rumlar dar çıkarlarını gözeterek bu iradeyi ellerinin tersiyle ittiler. Mehmet Ali Talat- Hristofias ikilisinin çözemediğini, Derviş Eroğlu-Hristofias ikilisi zaten çözemezdi. Hristofias gitti… Anastasiades-Derviş Eroğlu ikilisinin hele ki Rumlar ekonomik bir cehennemin ortasında, can telaşındayken çözüm için adım atmaları hayal olur. Eroğlu’nun da “Birleşik Federal Kıbrıs” fikrine bayılmadığı herkesin malumu… Güneyde ve Kuzeyde hiç kimse çözüm için sokaklarda değil. Bırakın sokaklarda olmayı, dişe dokunur iki toplumlu etkinlikler bile neredeyse unutuldu. Ama ne oldu da şimdi birileri yine ortaya atılıp “Çözelim artık” demeye başladı?
Önceki haftalarda dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım bence nedenini niçinini. Endişelendiğim nokta, Kıbrıslı Türklerin bir midye gibi kapanmış olması. İçeride olup bitiyor her ne oluyorsa. Dış dünyada kendilerini bunca ilgilendiren gelişme varken, yine birileri kendi adlarına konuşmaya başlarken Kıbrıslı Türkler başka telaşların peşinde. Bulunduğu yere sıkıca tutunmaya çalışan, kabuğunu sıkıca kapatmış bir midye…
Birileri bir kez daha sizin adınıza, sizin dışınızda karar vermeye yeltenirken, birileri sizin hayatınızı, size rağmen yönetirken, birileri sizin ülkenizde “efendinizmiş gibi, sahibinizmiş gibi” at koştururken neyin rehaveti, neyin korkusudur bu?
Eskiden daha mı kolaydı yoksa bu işler?
Denktaş vardı, rahmetli. Gider “istemem” der dönerdi. Hazırda bir günah keçisiydi, çözümün olmadığı yerde her musibetin baş sorumlusu gösterilir, çıkılırdı işin içinden.
Sonra Talat geldi. “Barış” dedi, “Çözüm” dedi, canını dişine taktı, olmadı. “İstemem” diyenlere verilen kredinin çeyreğini bile çok gördü ki Kıbrıslı Türkler, tek bir dönem tahammül edebildiler “Çözüm için canını yiyen adama”.
Bir baktık, Derviş Bey en “istememci” halleriyle âlâ-ül âlâ gelip oturuverdi saraya. Demek ki Kıbrıslı Türklerin o görkemli 2004 ruhu tamamen “konjonktürel” bir dalgaymış diye düşünmeden edemiyor insan. Yoksa neden on yıllar boyunca her musibetin siyaseten sorumlusu olan zihniyet yeniden baş tacı edilsin ki?
Hadi bir kazaydı diyelim. Çözüm diyen partiyi, çözüm diyen lideri alaşağı edip, eski plağı koydular. Sene 2013. Bakıyorsun ekmek küçülmüş. Bakıyorsun elde avuçta ne varsa peşkeş çekilmiş. Bakıyorsun toplumun geleceğe dair beklentisi, umudu kalmamış. Ne beklersin? Güçlü, çatır çatır bir muhalefet, her yerde, her koşulda sokağı mesken tutmuş bir halk, capcanlı bir tartışma ortamı, her alanda sesini duyuran bir toplum değil mi? Hayır! Bunların hiç biri yok!
Sadece “istemem” diye sızlanan bir cemaat kalmış geriye. Peki, ne istiyorsun? Yanıtı yok.
Kimse “nasıl yok canım? Herkes bilir işte, çözüm isterik” demesin.
Çözüm, çözüm diyenleri paspas ettiler, sakız ettiler de daha yorulmadılar! Sene 2013, hâlâ daha bir türlü bıkıp usanmadıkları bir geçmiş hesabı yapılıyor ki akıllara zarar! Keşke geçmiş 40 yılın muhasebesini yapabilselerdi, o 5 yılın hesabını yaptıkları kadar.
“Cânım efendim, UBP’yi zaten bilirik, bizim öfkemiz CTP’ye!” E tamam o zaman, bırakın dönsün dursun o eski plak tepenizde. Bırakın, batıran, memleketin çanına ot tıkayan, size ait ne varsa satıp savan, peşkeş çekenler, işbirlikçilikte sınır tanımayanlar otursun koltuklarında. Herkes de anlasın, deveye diken, Kıbrıslı Türk’e öpen makbuldür diye…
Ha, diyeceksiniz ki CTP çok mu meraklı iktidar olmaya? E vallahi o sorunun yanıtını ben de merak ederim. Bildirilere bakarsanız karşınızda hırslı bir muhalefet partisi var gibi. Ama nasıl denirdi eskiden… “Görüntü var da, ses yok!” UBP taş taş üstünde bırakmazken, tam da sözün bittiği yerde “meleklerin göbek deliğini” tartışıyor ana muhalefet partisi.
“Dışarıdan” biri olarak tabii ki bana söz düşmez ama şu kadarını da söylemeden edemeyeceğim: Dünü ve yarını karşı karşıya getirenler, geçmiş ve gelecek arasında teşaşür yarıştıranlar, bugünü kaçırdıklarının farkındadır umarım…