1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Mihail Tabaş’ın roman gibi hayatı…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Mihail Tabaş’ın roman gibi hayatı…”

A+A-

 

SEVAG BEŞİKTAŞLIYAN

Çok sık kullanılan bir tabirdir ama bazı insanların hayatı yazılsa, gerçekten roman olacak cinstendir. Bu insanlardan birisi de Mihail Tabaş. Mihail Amca, İskenderun ve Vakıflıköy’deki Ermeni kiliselerinin papazı Der Avedis’in babası. Aslen Adıyaman Kâhta’nın, eski ismiyle Honi, şimdiki ismiyle Dumlu köyünden. 1951’de orada doğduğunda, köyde 40 hane Ermeni, 15 hane Süryani vardır. Fakat bu sayı göçlerden dolayı sürekli azalır.

‘Ermeni-İslam’
1915’te Soykırım’dan kâğıt üzerinden din değiştirmiş görünmesinden dolayı kurtulur aile. Kalaycılık ve demircilik yapan aile, köyde çok sevildiğinden, nüfus memuru kurtulmaları için onları Müslüman olarak gösterir. Mihail Amca, babasının kimliğinde ‘Ermeni-İslam’ yazdığını ama ailenin hiçbir zaman Ermenilikle bağını koparmadığını söylüyor.

1960’ların başında babaannesinin ölümü ve çoğu akrabaların göçü üzerine babasının hissettiği yalnızlık, onların da göç etmelerine sebep olur. Köydekilerin babasına çok saygı duymasına rağmen, onları “gâvur” diye çağırmalarının da bunda etkisi olduğunu söylüyor Mihail Amca. Babaannesinin mezarının da bulunduğu, köydekilerin tabiriyle “Gavur Mezarlığı”nın tahrip edilmesi ve evine temel taşı yapmak için köyden birisinin dedesinin mezar taşını sökmeye çalışması, aslında bu kararın esas sebebi. Mihail Amca, göçlerden sonra köyde hiç Ermeni kalmayınca, o mezarlığında harman yeri yapıldığını da söylüyor. Kendisi yaşamasa da, ailenin büyüklerinin daha önce kim bilir ne korkular yaşadığını ve bu kararı aldığını da ekliyor.

126 yaşındaki Abraham
“Neler yaşamışlar 1915’te?” diye sorduğumda, babasının o dönemde 11 yaşında olduğunu ve çok şey hatırladığını söylüyor. O dönem yaşananları ise 126 yaşında hayatını kaybeden, babasının bacanağı Abraham’dan dinlemiş. Babasının ailesi köyde çok sevildiğinden dolayı korunmuş, fakat yine de, aileden dört kişi öldürülmüş. Tehcire gönderilen babasının halası ise “kötü insanların eline düşmek” yerine intihar etmeyi tercih etmiş ve çocuklarıyla birlikte kendini Fırat Nehri’ne atmış.

Mihail Amca, gönderilen Ermenilerin mallarına el koyanların ve onları öldürenlerin de “hiç iflah olmadığını” söylüyor. Şu anda Kahta’da Batum Ağa’nın sahibi olduğu 14 köyü zorla elde eden Sabri Ağa ve Şükrü Ağa, Şeyh Said İsyanı’na karıştıkları gerekçesiyle 1926 yılında Urfa’da yakalanıp, Diyarbakır’da asılmışlar.

Babasının ailesinin tapulu köyüne el koyan Abuzer Ağa’nın ise “sonradan ayaklarına kurt düştüğünü” söylüyor.
1962’de tam Adnan Menderes’in asıldığı gün, Adıyaman semalarında jetler uçarken, eşeklerini ve katırlarını da yanlarına katarak, mallarını yanlarında çalışanlara bırakarak köyden çıkar Tabaş ailesi ve böylece köydeki Ermeni varlığı sona ermiş olur. Bir süre Kâhta’da ve sonrasında 6-7 ay kadar Malatya’da yaşadıktan sonra, kimliklerini rahatça yaşayabilecekleri bir yere göç etmeye karar verir ve Hıristiyanların görece daha rahat yaşadığı İskenderun’a gelmeye seçer.

İskenderun’da vaftiz
1967 yılında İskenderun’a gelen ailenin, papaz ve kilise olmadığı için Adıyaman’da vaftiz olamayan fertleri burada vaftiz olurlar. Aile, bir düzen oturttuktan sonra kimliklerini de değiştirmeye karar verir. O dönem, kimlikteki değişiklikler ancak mahkemelerde yapıldığı için Mihail Amca’nın hukuk okuyan bir arkadaşını beklerler dava açmak için. 1972 yılında aileden 11 kişi mahkemeye başvurur ve kimliklerindeki din hanesini Hıristiyan olarak değiştirir.

İskenderun’da hiç sıkıntı yaşayıp yaşamadığını sorduğumda, İskenderun’da herkesin birbiriyle diyalog halinde olduğunu, düğüne, cenazeye ve bayramlara beraber gidip geldiğini ve hiçbir sorun yaşamadıklarını anlatıyor. 48 senedir İskenderun’da esnaflık yapan, 30 senedir kendi lokantası olan Mihail Amca, bugüne kadar kimliğinden dolayı kimseden ters bir davranış görmemiş ve her kesimle arası çok iyiymiş. O kadar ki, İskenderun Müftüsü nerede görse gelip ona sarılırmış, tüm törenlerine belediye başkanları ve valiler de gelirlermiş. Yaşadığı tek sıkıntı ise İskenderunlu olmamasından kaynaklanmış. Cemaat içinde ön plana çıkmasına “dağdan gelip bağdakini kovuyor” tepkilerinin geldiğini ama buna hiç kulak asmadığını söylüyor.

‘Dönmeleri temzileyelim’
Antakya’daki Arap Ortodoksların en çok sıkıntı yaşadıkları dönemin Kıbrıs meselesinin sıcak olduğu dönemler olduğunu hatırlattığımda ise İskenderun’da hiç öyle bir sorun yaşamadıklarını söylüyor, fakat Kâhta’dan duyduğu hikâyeleri aktarmaya başlıyor. Kâhta’da ihtida eden aileleri herkesin bildiğini ve 1974’teki Kıbrıs Çıkartması sırasında, caminin duvarına “Bu dönmeleri de temizleyelim” yazıldığını anlatıyor.

Mihail Amca, Ermenice bilmiyor ama Kürtçeyi çok iyi konuştuğunu söylüyor. Çünkü o küçükken, evde hep Kürtçe konuşulurmuş. Ama dedesinden kalma Ermenice kitaplarının olduğunu ve onların her zaman Ermenice konuştuğunu söylüyor. Çocuklarının da Ermenice eğitim alma şansı olduğunu ekliyor ve onların ne olduklarını unutmamaları için Ermenice konuşmalarını çok istediğini söylüyor.

Bir çocuğunun dini eğitim alıp, papaz olmasından dolayı çok mutlu Mihail Amca. “Onun Rabbin yolunda yürümesini sağlayan” kişinin patrik Mesrob Mutafyan olduğunu ve ona hep dua ettiğini söylüyor. Mihail Amca’nın hayırla yâd ettiği bir diğer kişiyse Hrant Dink. İsmini her andığında “Nur içinde yatsın” diye ekleyen Mihail Amca’nın tek temennisi, “Türkiye’de ve dünyada artık barışın sağlanması”…

(AGOS - SEVAG BEŞİKTAŞLIYAN – 21.2.2014)

Bu yazı toplam 2712 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar