Mikro Milliyetçiler ve Evin “Mış Gibi” Efendisi Olmak!
Crans Montana’dan hemen sonra Kıbrıs Türk tarafında öncelikle federal çözümün tarihe karıştığına dair sesler yükseldi ve Türkiye’de de en yetkili ağızlardan B ve C Planlarından söz edildi. Neyse ki, şimdilik bu tür açıklamalarda bir yavaşlama olduğu anlaşılıyor.
Fakat bu arada, bazı adımlar atıldı. Örneğin, Maronitlerin köylerine dönebileceği söylendi ve ortaya Maraş ile ilgili iddialar çıktı.
Alınan kararlarla yapılan açıklamaların Kıbrıs Rum tarafına tepki edimleri olduğu açıktır. Nitekim cümleler öfke ve tepki sözcükleriyle doludur. Fakat genel söylem benzerliği yüzünden ilk bakışta fark edilmese de, bu türden görüşleri dile getirenler arasında amaçlar bakımından önemli farkların olduğunu düşünüyorum. Kimileri, federal devlet modeline dayalı çözüm arayışının sona erdiğini ve bundan sonra başka şeylerin konuşulacağını ileri sürerken, kimileri de Kıbrıslı Rumları uyarmak istiyor.
Kısacası, bu hamlelerin iki amacı olabilir: a) federal çözümden tamamen kopmak, b) Kıbrıslı Rumları uyararak federal çözüm için bir şans daha yaratmak!
Federal çözüme inananlar çözümsüzlük halinde Kıbrıslı Rumlara uğrayacakları zararları göstermek istiyor olabilirler. Örneğin federal çözümde Kıbrıs Rum yönetimi altına girecek Maronit köylerinin bundan böyle Kıbrıs Türk yönetiminde olacağı ima ediliyor. Maraş ile ilgili ne yapılacağı kesin değil ama o mecrada da Kıbrıslı Rumların kayıplara uğrayacağı hissettiriliyor.
Federal çözüm karşıtlarının niyeti, aşağıda da göreceğimiz gibi, bambaşkadır.
Yine de, “yeni politika” arayışları herkes tarafından benzer sözcüklerle telaffuz ediliyor ve bu da kafa karışıklığı yaratıyor. Herkes “Evimizi Temizlemek!” sloganını dillendiriyor.
Federal çözümden tamamen kopmak için “yeni” politikalar önerenlerle, Kıbrıslı Rumları uyararak federal çözüm için bir şans daha yaratmak isteyenler söylem düzeyinde aynı noktada buluştukları için, ilk bakışta aralarındaki fark belli olmayabilir. Fakat olayların seyrini daha yakından takip edersek, benzer söylemlere rağmen farklı politik eğilimlerin söz konusu olduğunu görebiliriz.
“Evimizi Temizlemek” ilk defa 2004 referandumlarından sonra gündeme getirildi. İtfaiyenin ve polisin içişleri bakanlığına bağlanması, Maronitlerin köylerine dönmeleri ve bir dizi başka “liberal” önerilerle KKTC’yi Türkiye’nin “alt yönetimi” değilmiş gibi göstermek ve bağımsız demokratik bir devletmiş gibi lanse etmek, federal çözüm karşıtı mikro milliyetçilerin en büyük tutkusuydu. Bu “mış gibi” politikalarla KKTC’nin statüsünün güçlendirileceğine inanılıyordu.
Tamamen ayrılıkçı eğilimlerle gündeme getirilen bu politika, 2004’ten sonra hayata geçirilemedi. Türkiye’nin, en başta da askerin katı tavrı, bu hesapları bozdu. Türkiye, “mış” gibi olsa da, Kıbrıslı Türklerin “evin efendisi” olmalarına müsaade etmiyordu.
O tarihten sonra Türkiye’nin ekonomiden suya kadar, Kıbrıs’ın kuzeyindeki etkisi hayatın bütün alanlarında giderek o kadar arttı ki, hiç kimse Kıbrıslı Türklerin karşısına çıkıp “ben Türkiye’den bağımsız bir Kuzey Kıbrıs yaratacağım” diyemedi. Diyenler olduysa da gülünç duruma düştü.
Bu arda, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’nin kuşatıcı varlığı karşısında hissettiği huzursuzluk giderek daha da büyüdü ve 2004’te yaşanan düş kırıklığına rağmen federal çözüm arayışı yeniden geçer akçe oldu. Mustafa Akıncı’nın seçimi kazanması bunun en açık göstergesidir.
Kıbrıslı Türklerin verili koşullarda “evin efendisi” olamayacağı gerçeğini her yurttaş farkındayken, bazıları bu gerçeği ısrarla inkar ediyor ve “evin derlenip toparlanabileceğinden” söz ediyor.
Başta Kudret Özersay olmak üzere, bazı çevreler şapkadan tavşan çıkararak Kıbrıslı Türklere “kurtuluş” vaat ediyorlar.
Daha da vahimi, gerçekleri çarpıtarak, Kıbrıslı Türklerin bugüne kadar “evi temizleyememesini” federal çözüm arayışlarına fatura ediyorlar!
Türkiye’nin kuşatıcı varlığından rahatsızlık duyan Kıbrıslı Türkleri, sorunun 1974 Statükosu ve Türkiye’nin adadaki politikaları değil, federal çözüm arayışları ile “basiretsiz Kıbrıs Türk siyasetçileri” olduğuna inandırmak için çaba sarf ediyorlar. Bu popülist söylemlerle kısmen de başarılı oluyorlar, çünkü Kıbrıs Türk siyesi elitlerinin başarılı olduğunu söyleyecek birine rastlamak mümkün değil.
Özersay, bunun büyük ölçüde Türkiye’ye bağımlılıktan ve 1974 Statükosundan kaynaklandığını saklayarak, “sorumsuz” siyasetçilerden söz etmeye devam ederken, bir yandan da federal çözüm arayışlarındaki zorlukları federal devlet fikrine karşı kullanıyor.
Crans Montana fiyaskosundan sonra, bu yöndeki çabalar iyice ivme kazandı. Birden bire gülünç bir argüman ovalara dağlara yayıldı: “her şeyi federal çözümden beklediğimiz için evimizi dağınık bırakmışız! Artık federal devlet gibi sahte umutları bir kenara bırakıp evimizi toparlamalıymışız!”
Açıkçası, federal çözüm karşıtı mikro milliyetçiler Kıbrıs Türk toplumuna sahte umutlar pazarlamak için uyduruk ve asılsız argümanlarla taarruza kalktılar. Crans Montana’da yaşanan düş kırıklığını, tıpkı Annan Planı döneminde olduğu gibi, ayrılıkçı emeller uğruna ganimetlemek istiyorlar.
Ve paradoks bir tutum içinde, argümanlarını 2004 sonrasında olduğu gibi, günümüzde de Kıbrıs Türk toplumunun federal çözüm iradesi üstüne bina ediyorlar. Yani, Kıbrıslı Türklerin federal çözüme dönük iradesini istismar edip, kendi ayrılıkçı amaçlarına hizmet etmek için kullanmaya yelteniyorlar. “N’apalım, biz elimizden geleni yaptık, federasyon olmuyor” diyorlar.
Sanki federal çözüm için kıllarını kıpırdatmışlar gibi...
Örneğin bakın Kudret Özersay ne diyor: “Yarım asırlık Kıbrıs müzakerelerinde BM PARAMETRESİ, çoğu zaman tarafların farklı yorumladıkları, kendilerine göre anlamlar yükledikleri tek BİR CÜMLEden oluşur. Detayları bir kenara bırakacak olursak ‘iki-kesimli, iki-toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan ve iki eşit kurucu devletten oluşacak olan bir federasyon’. Federasyon denilen şey, yönetimin-yetkilerin paylaşılmasına, birlikte yönetme ilkesine dayanır. Bugün için Kıbrıs Rum toplumunun YÖNETİMİ PAYLAŞMAYA hazır olmadığı gün gibi ortadadır.”
Özersay, bu “saptamadan” sonra, ayrılıkçılık temelinde “KKTC’yi ıslah edecek” önerilerini sıralıyor ve açıkça söylemese de konfederasyon öneriyor.
Kıbrıs Rum tarafının “yönetimi paylaşmaya” hazır olup olmadığını burada tartışmayacağım. Fakat Kıbrıs Rum tarafının niyetini ancak federal çözüme inananlar test edebilir. Nitekim bugüne kadar da onlar test etmişlerdir.
Özersay federalistlerin bakıp tımar ettiği bahçenin meyvelerini toplamaya geliyor...
Kudret Özersay’ın söylemleri mikro milliyetçi Kıbrıslı Türklerin duygularına hitap ediyor olabilir. O mikro milliyetçiler ki, bir yandan Türkiye’nin adadaki dayatıcı politikalarından gerçekten rahatsızlık duyarken, diğer yandan da Türkiye’nin hegemonyası altında Kıbrıs Rum evlerinde yaşarken “kendi evinin” efendisi olabileceğine safça inanabiliyorlar.
Artık şu soruları açıkça sorma zamanı gelmiştir: hangisi daha ütopik acaba? Federal devlet mi, konfederasyon mu? Yoksa, Türkiye’nin her şeyini kontrol ettiği Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin bağımsız ve egemen olacakları bir devlet fikrine inanmak mı?
Ayrıca şu soruları da sormakta yarar var: neden “evin temizlenmesi” federal çözüme zıtlık içinde lanse ediliyor? Kıbrıs Türk toplumunun en yüksek demokrasi düzeyine ulaşmasını kim istemez? Maronitlerin evlerine dönme hakkına kim itiraz edebilir?
Fakat dikkat! Bunları federal çözümden uzaklaşmak için gerekçe olarak kullanmak başka bir şeydir, Kıbrıs Türk toplumunda demokrasi ve adalet peşinde koşmak başka bir şey!
“Mış” gibi yapan mikro milliyetçilerle, demokrasiye barış kadar inanan, hatta barışsız demokrasi olamayacağını bilenler arasında ayırım yapmayı bilmeliyiz. Aralarındaki farkı fark ederek siyasi tercihlerimizi ona göre yapmalıyız.
Sağlıklı bir siyasi değerlendirme yapmak, çeşitli görüşler arasındaki farklılıkları fark etmek demektir.
Kuşkusuz, bu noktada federal çözüme inanlara da görev düşer. Görüş farklılıklarının daha net olarak ortaya çıkması için daha sarih bir dil kullanmaları ve çözüm odaklı angaje politikalardan çark etmemeleri elzemdir.
Evet, bugünlerde Kıbrıs Türk toplumunda kimsenin kolay kolay itiraz edemeyeceği bazı şeyler yaygın olarak konuşuluyor. Fakat bazen aynı şeyler söylenip farklı şeyler amaçlanabiliyor.
Bu yüzden, kimin ne yapmak istediğini iyi anlamalıyız.
Bitirirken mikro milliyetçilik ile milliyetçilik arasındaki farkı merak edenler için açıklayıcı bir örnek verelim. Rauf Denktaş, 1960 yılında Türkiye’nin ilk Kıbrıs büyükelçisi Emin Dırvana’ya “inşallah bu adadan Vali olarak ayrılırsınız” derken, Türkçülük ideolojisinden kaynaklanan samimi duygularını ifade ediyordu. Bugün Kuzey Kıbrıs’ta her şeye hükmeden bir Türkiye elçiliği varken, egemen ve bağımsız bir Kıbrıs Türk devletinden söz etmek ve bu devletin Türkiye ile “kişilikli ilişki” içinde olacağını iddia etmek, “mış gibi” yapmaktan başka bir şey değildir. Bu, içinden geçtiğimiz karamsar ve kargaşa ortamında belki bazı kesimlere siyasi kariyer yapma imkanı verebilir, çünkü muhtaç ve düşkün insan kendini yanılsamaya kolay kaptırır. Fakat Kıbrıslı Türkleri içine yuvarlandıkları badireden kurtaramaz...
Bir not daha: Kıbrıs’ta federal bir devlet kurulmayabilir elbette ama Kıbrıslı Türkler açısından bunun alternatifi bağımsız, egemen bir Kıbrıs Türk devleti değil. Ne mi?
Yanılsamadan uyanıp etrafınıza dikkatlice bakarsanız göreceksiniz...