Militarist Kültüre Dur De!Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır!
Militarist Kültüre Dur De!Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır!
Feminist Atölye (FEMA)
[email protected]
Vicdani ret bireylerin dini inançları, ahlâki değerleri ve politik görüşleri doğrultusunda zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmeyi reddetmesi olarak tanımlanır. Tarihte bilinen ilk vicdani retçi M.S 295 yılında Numibya’da yaşayan ve orduya katılmayı reddettiği için idam edilen 21 yaşındaki Maximilian’dır. Birçok ülkede bir insan hakkı olarak da kabul edilen vicdani ret hakkı, askeri hizmeti yerine getirmesi gereken bireylere alternatif sivil sorumluluklar yükler. Çoğu zaman orduların sivil işleri üzerinde tanımlanan yükümlülükler, kendini total retçi olarak tanımlayan bireylerin karşı çıktığı uygulamalardır. Sözü edilen bireylere ek olarak askeri harcamalar için kullanılacak vergiyi ödemeyi reddedenleri de belirtmek gerekir.
Vicdani ret hakkının yasalaşması II. Dünya savaşı sonrasına denk düşer. Özellikle Nazi idaresinin yaşattığı vahşetin yeniden ortaya çıkışını önlemek amacıyla artan savaş karşıtı muhalefetin de etkisi ile 1949 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti, vicdani ret hakkını iç hukukunun parçası haline getirir. İlgili anayasa maddesine göre “Hiç kimse vicdani kararına karşı silahlı savaş hizmetine zorlanamaz”.
Dünya’da uzun yıllar hüküm süren çatışmalar sonucunda ortaya çıkan insan hakları ihlalleri, savaş karşıtı hareketlerin oluşmasına zemin hazırladı. Özellikle sağ ideoloji temelinde ve otoriter solda konumlanan yaklaşımlar dışında kendini tanımlayan feministler, anarşistler ve ekolojistler gibi özgürlükçü solu temsil eden örgütlenmeler, şiddeti derinden sorgulamaya başladılar. Sözü edilen sorgulama yüzeysel şiddet karşıtlığı üzerinden değil, derinlemesine yapılan analizler neticesinde şekillendirildi. Diğer bir ifade ile anti-militarist değerler, iktidarın dayanağını oluşturan güç ilişkilerinin dengesizliğinin ve şiddet üreten yapısının eleştirilmesi neticesinde belirlendi.
Şiddet ürettiği mekanizmalar gereği; itaate zorlayan, sorgulanamaz disiplini gerektiren, üste boyun eğmeyi emreden, farklılıkları yok sayıp ötekileştirmeyi üreten ve yaşatmak yerine yok etmeye odaklanan bir yapı kurar. Bu yapı belli ideolojik yaklaşımların bir araya gelmesi sonucunda somut bir şekilde varlığını hissettirir. Milliyetçilik, militarizm, muhafazâklık ve ataerkillik, şiddetin üretimi ve meşrulaştırılmasına dair mekanizmalar kurar. Bu sebeple vicdani ret mücadelelerinin dile getirilen ideolojik yaklaşımların tümüne mesafe almadan yürütülmesi, savaş koşullarının ortadan kaldırılıp, arzu edilen barış ortamını yaratmak için yeterli değildir. Çünkü barış inşasını gerçekleştirmek, sıcak çatışmaların sona erdirilmesi anlamına gelmez. O koşulları örgütleyen kurum ve yaklaşımların da dönüştürülmesi gerekir. Vicdani ret kavramını açıklarken daha geniş bir perspektiften meseleyi değerlendirmek ve toplum içerisindeki militarizasyon süreçlerini de deşifre etmek önemlidir.
Devlet mekanizmasının sahip olduğu hiyerarşik düzeni ve tahakküm ilişkilerini yeniden üreten ordu, okul ve aile başta olmak üzere birçok kurum militarizmin uygulayıcılarıdır. Ordu aracılığıyla şiddet tekeli elde tutulurken, diğer kurumlar aracılığıyla ortaya çıkarılan şiddet ve çatışma kültürünün toplum bünyesinde içselleştirilmesine yardımcı olacak politikalar üretilir. Milletin en küçük birimi olarak tanımlanan aile içinde erkeklerin kadınlar, ebeveynlerin çocuklar üzerinde kurdukları tahakküm ilişkisi, okulda öğretmen – öğrenci, orduda ise üst - ast üzerinden şekillenir. Tabi ki her kurum içerisinde uygulanan yöntemler birbirinden farklılık gösterir. Tümünde yer alan temel benzerlik, kurulan itaat düzeninin meşrulaştırılmasında kullanılan gerekçelerdir. Hayatımıza başlarken içinde yaşadığımız ailenin birliği ve bütünlüğünü bozmamak için çabalarken, okulda vatana - millete hayırlı vatandaşlar olarak yetişmemiz istenir. Ordu içerisinde ise vatanın toprak bütünlüğünü ve güvenliğini korumamız emredilir.
Vicdani ret alanında temel hedef olarak tanımlanan ordunun uyguladığı şiddetin meşruiyeti, ulusal güvenlik, milli menfaatler, devleti koruma ve kollama gibi gerekçeler ileri sürülerek tesis edilir. Bireyler bu şekilde askeri görev ve sorumluluklarını yerine getirmek zorunda bırakılır. Bu doğrultuda sessiz bir kabulleniş ve ikna sürecinden bahsedilebilir. Bahsi geçen süreçte en çok kullanılan argümanlardan biri de askerlik yapmayan bir kişinin erkek (adam) olamayacağıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde ordu içerisinde meydana gelen insan hakları ihlalleri, vicdani ret mücadelesinin elzem olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda yakın geçmişte meydana gelip hasıraltı edilmek istenen birkaç olayı görünür kılmak anlamlı olacaktır. Özellikle askeri harekâtlar süresince birçok kadına tecavüz edilmesine, uzun bir süre devam eden şüpheli asker intiharlarına, Disko diye tabir edilen disiplin koğuşunda maruz kaldığı şiddet sonucunda Uğur Kantar’ın hayatını kaybetmesine, Halil Karapaşaoğlu’nun GKK Lokmacı Bölüğü’nde askerlik yapmakta olduğu dönemde üst diye tabir edilen askerler tarafından uygulanan kötü muamele ve işkence vakalarını mektuplar eşliğinde gazetelerde paylaşması neticesinde yargılanıp 10 gün boyunca askeri hapishanede tutulmasına, 2013 Mart ayı içerisinde Kıbrıs’ta faaliyet gösteren TSK içerisinde görev yapan Kurmay Binbaşı O. Ö’nün bazı er ve erbaşlara tecavüz ettiğine ilişkin iddialar bile militarizmin karanlık yüzünü deşifre etmek için yeterlidir.
Kıbrıs’ta barışın gerçekleştirilmesi için hâlâ mücadele yürüten feministler olarak, anti-militarist hareketin vicdani ret hakkının tanınması yanında daha geniş alanlara yayılan bir muhalefeti örgütleyerek yaygınlaştırması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü çatışma kültürü yerine inşa edilecek barış, anti-militarist değerler üzerinde şekillenecek bir süreç sonucunda var edilebilir. Barış erkeklerin “görüşme masalarında” karşılıklı olarak birbirlerine kendi hakikatlerini bağırması sonucunda harcanacak bir değer değildir.
Militarizm öldürür, biz yaşatacağız!
Yaşasın barış!
Yaşasın anti-militarist feminist dayanışma!
***
FEMA’dan Haberler:
Feminist Atölye olarak; Doğu Akdeniz Üniversitesi, İlköğretim Bölümü, Okul Öncesi Öğretmenliği Programı öğrencilerinin yürüttüğü Toplumsal Hizmet Uygulamaları dersi kapsamında organize ettikleri “Kadının İnsan Hakları” konulu seminere katıldık. Toplumsal cinsiyete duyarlı çocuk eğitiminin, gelecek nesillerin farkındalığı adına ne kadar önemli olduğunun bilincinde olan arkadaşlarla “Kadının İnsan Hakları” konusunu irdeledik. Seminer kapsamında; ataerki, toplumsal cinsiyet ve biyolojik cinsiyet gibi kavramların ne ifade ettiği üzerinde konuşma fırsatı yakaladık. Geçmişten günümüze süregelen ataerkinin; kadını toplum içinde ikinci plana atan, sessizleştiren ve ötekileştiren bir yapı olduğunu konuştuk. Eğitim, iş hayatı, siyaset, medya ve sosyal yapının toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin oluşması üzerindeki etkileri tartışılarak, kadınlar üzerinde oluşturduğu iktidar alanlarına dikkat çekildi. Hak, insan hakları, kadının insan hakkı kavramları ile kadının insanlık hakları, anayasal ve medeni hakları, ekonomik hakları, doğurganlık hakları üzerine katılımcılar ile karşılıklı sohbetler yapıldı. Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı çocuk eğitimi ile kadının insan haklarına bu denli duyarlı öğretmen adaylarının olduğunu görmek, daha demokratik bir gelecek inşa edilmesi adına bizleri oldukça mutlu kıldı.