Millet olmanın ölçüsü…
Bandabuliya’nın yeni şeklini asla gidip görmeyeceğim. Tutuculuk falandan değil… Senelerce, neredeyse koşarak gittiğim babamın ve o güzelim arkadaşlarının bende canlı kalması için…
Neriman Cahit
Son süreçte, sanki ve tamamıyla ‘geçmişte’ yaşıyor gibiyim. Eskiden, ‘Öğretmen Evleri’nden’ çıkar, taa ‘Bandabuliya’ya yaya giderdim. (Zevk için). Yolda tanıdıklara rastlar, sohbet falan derken, bir güzel dinlenir, giydiğim, ‘huzur hırkasıyla’ eve dönerdim. Bu huzur bana günlerce yeterdi… Şimdi, bunu yapmaya ‘yüreksel cesaretim’ yok. Ör. Bandabuliya’nın yeni şeklini asla gidip görmeyeceğim. Tutuculuk falandan değil… Senelerce, neredeyse koşarak gittiğim babamın ve o güzelim arkadaşlarının bende canlı kalması için…
Bir yerlere çıkmayınca da insanın içi içini yiyor. Ör. Dün yazdığım notlara bakıyorum da…
BİZİM ÇOCUKLUĞUMUZDA
- Bir yılbaşı daha geçti… Sahi, nasıl geçirdiniz yılbaşını… Eskilerin tadında mıydı?
- Ataol Behramoğlu: “Rum baskısından kurtulmuş ama başka bir baskı altına girmişsiniz. ‘Kıbrıslıtürk Kimliği’ yok olmakta, silinmekte…” demişti! (genç Kıbrıslı Günleri – 1997)
- Bizim Türkiye’den istediğimiz: “Lütfen buradaki ‘Kıbrıslı Türk Kimliğini’ koruyun. Bu, sizin de Yunanistan’ın da lehinedir; ama tam tersi yapılıyor… Türkiye, ‘Kıbrıs Türk Kimliğini’ süratle eritme durumunda…” dedi, KTÖS. 1997’de.
- “Gerçek tarih yoktur. Tarih, tarihçilerin yazdıklarıdır. Bunda da, yansızlık ve tarafsızlık yoktur… Böyle olduğunu iddia eden ya sahtekârdır ya da budala.” demişti Prof. Dr. Mete Tuncay, Kıbrıs’ı ziyaretindeki konferansında… O, buradayken herkes susmuş, sonra da ‘veryansın’ etmişlerdi arkasından!
- Bir süre önce, ziyaret ettiğim bir okulda, çocuklar bana ‘eski bayramları’ sormuşlar, sonra da dikkatle dinlemişler ama ‘O, nasıl bayramdı!’ diye sıkboğaz etmişlerdi…
Onlara anlatmaya çalıştım ki, her olay ve olguyu içinde bulunulan şartlar yaratır. Anlattıklarımı pek anlayamadı çoğu… Çünkü ben, bayramlığımın yarısını saklar ve maddi şartlarımızın sürekli, ‘aş değil, sıkıntı ve hüzün kaynattığı tenceremize’, birkaç gün de olsa ‘kaynayacak aş’ koyabilmenin o sıcacık mutluluğunu yaşardım. Ama son kuruşumu hiç harcamaz, her sıkıntı ve özlemin bitişinde onu sakladığım yerden çıkarır, sıkı sıkı tutardım avucumda…Bir sürü derin özlemin çaresiymiş gibi! - Bayramlar da zaman içinde değişti. Ziyaretler seyrekleşti… Harçlıklar arttı ama ‘bayramın özü’ de değişti. Dünyadaki bütün dinlerde bayram var; acaba, onlar da değişiyor mu…
- Millet olmanın ölçüsü, artık, insanın kafasının boyutlarından… ya da, anasının – atasının kimliğinden geçmiyor…
- Sevinçte ve kederde bir olanlar, millet oluyorlar artık…
Bu anlamda, kendimizi – özellikle de: “Seçtiklerimizi” sorgulamamız gerekiyor.
Daha da çok geç kalmadan…
* * *
Son olarak diyeceğim:
SEVGİ
Bu sözcüğü unutmayın sakın…
Bu nefretler, kinler, öfkeler dünyasını kurtarabilecek tek çare bu…
Sevdiğimiz ölçüde insanız…
Unutmayalım...
KÜL BAĞLAMASIN ATEŞ
Seni ekmeğime bandım Lefkoşam
sevincime, kederime, kavgama
kül bağlamasın ateş
yürekteki yangın sönmesin diye…
Nicedir hüsrana vurgun dil.
cehennemin ateşinde korlanmış yürek
hayat damarlarımıza sarılmış birer engerek…
Göçlerin tarihidir, yüreği delik deşik bu kent
Hayatımızın en yalın kasidesiydi kavga
varsın tarih esirgesin hükmünü
türkülene türkülene söylenecek sevdamız
biz yoksak da…
Sen zamansın buruk ve solgun
bizi umutlarına ban… sevincine kederine
kül bağlamasın ateş, söndürme…
Unuttuk bizi, bizim olanı
suyumuz, toprağımız, rüzgarımız değil
resmi bir tarihin emrinde
hep beklemelerden ibaret kaldı hayatımız…
Artık
Nereye değsek yangın
Yüreklerimiz kül…
Neriman CAHİT